12 Eylül’ün 41. yıldönümü

12 Eylül’ün 41. yıldönümü
11 Eylül 2021 13:10

12 Eylül 1980’de, Ankara Üniversite Hukuk Fakültesi 2.sınıf öğrencisiydim. Sabah Üniversiteye gitmek üzere kalktığımızda, sokakta ve şehirde derin bir sessizlik vardı. Tek kanallı siyah-beyaz televizyonu açtığımızda, darbenin lideri Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren konuşuyordu. Yönetime el koyduklarını, Anayasayı (1961 Anayasasını) lağvettiklerini, TBMM’ni feshettiklerini anlatıyordu.

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

 

11 Eylül akşamına kadar her gün 10-15 kişinin kim vurduya gittiği, öldürüldüğü olaylar, 12 Eylül günü bıçakla keser gibi kesilmişti. Oysa 11 Eylül gününe kadar tüm ülkede sıkıyönetim vardı. Askerin elinde her türlü yetki vardı terörü önlemek için. Ancak yıllar sonra Kenan Evren’in anılarından anlıyorduk ki, darbenin meşrulaştırılması için daha fazla insanın ölmesini istemişler, bu nedenle de yetkilerini kullanmamışlar…

 

 

Evren ve Şahinkaya aleyhine Ankara’da açılan davanın konusu; “Anayasal Düzenin Silah Zoruyla Ortadan Kaldırılması, Anayasayı İlga, TBMM’ni Men, Hükümeti Devirmek”. Eski Ceza Yasamıza göre, bu suçların cezası idam idi. İdam kaldırıldığına göre, bu sanıklar için istenen ceza, ağırlaştırılmış müebbet hapisti. İddianame bu yönüyle eksikti. Çünkü müdahil avukatlar olarak talebimiz, davanın “insanlığa karşı suç” iddiasıyla da açılması idi. Mahkemenin bu eksikliği gidermesi, yargılamayı “insanlığa karşı suç”tan sürdürmesi talebimiz de karşılık bulmadı. Bu yargılama insanlığa karşı suç olarak sürdürülseydi, 12 Eylül yargılaması sadece iki yaşlı general ile sınırlı kalmaz, o dönemin sorumluları olan askerî, idarî ve yargı ayakları da kapsama alınırdı.

 

 

İnsanlığa karşı suçlar, bir plan doğrultusunda ve sistemli olarak, toplumun bir kesimine karşı ve siyasi, felsefi, ırkî veya dinî düşüncelerle işlenen suçlardır. 12 Eylül darbesiyle binlerce kişiye karşı öldürme, işkence, eziyet, kişi hürriyetinden yoksun bırakma suçları işlenmiştir. Bu suçlar, darbeyi yapanların talimatı ve bilgisi dahilinde, fakat onların emrindeki çalışanlar tarafından işlendi.

 

 

İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı da işlemez. Eski Yugoslavya’da kurulan Uluslar- arası Ceza Mahkemesi’nde yargıçlar, insanlığa karşı işlenen suçların bireyleri aştığına karar vermişlerdir. Zira tek bir insana saldırıldığında bile insanlık hedeflenir, insanlık inkâr edilir. İnsanlığa karşı suçlarda, kurbanın kimliği, yani insanlık, doğrudan mağdur olan kişinin menfaatlerinden daha geniş bir menfaati zedelemektedir.

 

 

12 Eylül darbesiyle Türkiye’de de emir ve komuta zinciri içinde insanlığa karşı suçlar işlendi. Başta Diyarbakır ve Mamak olmak üzere, birçok cezaevinde sistematik işkenceler yapıldı. Binlerce kişi işkenceyle öldürüldü. 50’nin üzerinde insan, 12 Eylül cuntası tarafından idam edildi. Yargılamalar da tam bir komediydi. 17 yaşında bir çocuk olan Erdal Eren, yaşı büyütülerek idam edildi. Binlerce kişi yıllarca sorgusuz sualsiz cezaevlerinde çürütüldü. Şanslı olup bu işkenceden kurtulanlar ve ölenlerin aileleri, 12 Eylül davasına müdahil olarak katılıp, sorumluların yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını istiyorlardı. Türkiye’nin değişik Barolarından yaklaşık 60 insan hakları savunucusu avukat olarak, 12 Eylül Darbesi’nden mağdur olan müdahillerin gönüllü avukatlığını yaptık. Amacımız, askerin, idarenin ve yargının evrensel hukuk içinde kalması, insan haklarının içselleştirilmesiydi…

 

 

Müdahil avukatlar olarak, sanıkların her birine sorduğumuz 300’ün üzerindeki soruların hiçbirine cevap alamadık. Örneğin, darbe kararını ne zaman aldıkları, emir komuta zinciriyle hangi komutanlarla karar verdikleri, kendileri dışında kalan silahlı kuvvetler veya başka silahlı güçler tarafından darbe yapılması halinde tavırlarının ne olacağı, 12 Eylül 1980’de önceden isimleri belli kişiler adreslerinden toplandıklarına göre, bu isimlerin ne şekilde oluştuğu, adres ve isimleri belli iken, 12 Eylül öncesi neden gözaltı veya yakalama yapmadıkları, komuta kademesinde neden darbe koşullarının olgunlaşması için bekledikleri, 16 Mart İstanbul Üniversitesi, 1 Mayıs 1977 olayları, Çorum ve Maraş katliamlarına neden seyirci kaldıkları, binlerce aydın, yazar, gazeteci, öğrenci ve öğretim üyesinin katledilmesiyle, neden toplumda darbe beklentisi yaratmak için bu olaylara müdahale edilmediği gibi sorulara her iki sanık da terleyerek, mimikleriyle çaresizlik içinde olduklarını belli ederek, susmayı tercih ettiler…

 

 

Türkiye yargısı, karanlık bir dönemin aydınlatılması, devlet eliyle işlenen binlerce cinayetin ve işkencenin ortaya çıkması için çok önemli bir fırsatı kaçırdı. Her iki sanık da tıpkı Şili lideri Pinochet gibi, tutuklu olarak ve mahkeme salonuna getirilerek yargılanabilmeliydi. (Pinochet, tutuklu yargılandığında 97 yaşında idi). Yargılama da sadece darbe ile sınırlı kalmamalıydı. 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası işkenceleri ve cinayetleri de kapsamalıydı. Bunların yapılmaması, iktidarın darbe ve darbecileri yargılamakta ne kadar samimi olduğunu gösteriyordu…

 

 

12 Eylül 1980’de doğanlar, bugün 41 yaşında. Ancak o gün yapılan darbenin etkileri, yasal zeminde ve fiilen devam ediyor. Sadece kılıf değiştirmiş durumda. Hamam aynı, tellaklar değişti.

 

 

41 yıl geçmesine rağmen, darbecilerin hukuki dayanağı olan İç Hizmet Kanunu ve ilgili yönetmelikler aynen duruyor. 17 kez değişen ve kevgire dönen darbe Anayasasının özüne ve ruhuna da dokunulamıyor. Tüm partilerin karşı oldukları Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK), düşünce ve bilim özgürlüğünün önünde tüm garabetiyle duruyor. Ne kaldırılabiliyor, ne de özerk bir yapıya dönüştürülüyor. 16 Nisan 2017 referandumuyla, artık fiilen bir Anayasamız da yok. Anayasasızlaştırma dönemindeyiz.

 

 

12 Eylül 1980 darbesi döneminde çıkarılan başta Siyasi Partiler, Seçim, Dernekler ve Sendikalar gibi temel yasalar, makyaj mahiyetindeki değişikliklerle aynen duruyor. Siyaset kurumu da bu yasalar ve yasaklar çerçevesinde çalışıyor. Parti içi demokrasi, bir türlü sağlanamıyor. 12 Eylül darbesiyle partilerin toptan kapatılması söz konusu iken, şimdi %10 seçim barajı ve fiilen uygulanan “Düşman Ceza Hukuku” uygulamaları ile “milli irade” etkisizleştiriliyor.

 

 

12 Eylül 2010 referandumundan sonra tüm yurtta işkenceciler aleyhine başlatılan soruşturmalar, karınca hızının da gerisinde kaldı. “İşkenceye sıfır tolerans”, “işkencecilere sıfır tutuklamaya” dönüştü. Üstelik haklarında kesinleşen mahkeme kararları olan, tescilli işkenceciler terfi bile ettirildi. 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren, OHAL ile birlikte, hukuksuzluklara karşı yargı yolu da fiilen kapatıldı. 50 bini aşkın tutuklu, 150 bini geçen kamu görevinden ihraç, kapatılan yüzlerce gazete, dergi ve TV ile 12 Eylül’ü mumla aratan uygulamalar yaşanmaktadır.

 

 

12 Eylül darbesini yapan bir zamanların “kudretli diktatörü”, 6 yıl önce öldü. Askerler de “zorunluluktan” gizlice tören yapmasalar, Belediye tarafından kimsesizler mezarına atılacaktı…

 

 

12 Eylül diktatörünün yaptıklarıyla hak ettiği hazin son, yaşayan diktatörlük heveslilerine ders olmalı…

 

 

[email protected]

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü