EROL TUNCER 12 EYLÜL'Ü ANLATIYOR

EROL TUNCER 12 EYLÜL'Ü ANLATIYOR
12 Eylül 2011 10:12

HH, 12 EYLÜL’Ü DARBE GERÇEKLEŞTİĞİNDE KAPATILAN PARLEMENTONUN MİLLETVEKİLLERİNDEN VE 10 YIL SİYASİ YASAKLI İLAN EDİLEN ESKİ BAKANLARIMIZDAN EROL TUNCER’LE KONUŞTU.

HH , 12 EYLÜL’Ü DARBE GERÇEKLEŞTİĞİNDE KAPATILAN  PARLEMENTONUN MİLLETVEKİLLERİNDEN VE 10 YIL SİYASİ YASAKLI İLAN EDİLEN ESKİ BAKANLARIMIZDAN EROL TUNCER’LE KONUŞTU.12 EYLÜL’ÜN PERDE ARKASINDA KİMLER VARDI? SADECE ASKERLER Mİ SUÇLUYDU? CUMHURBAŞKANI NEDEN SEÇİLEMEDİ?SİYASETÇİLER 12 EYLÜL’ÜN ÖNÜNE NEDEN GEÇEMEDİLER?HALK GERÇEKTEN DARBEYİ İSTEDİ Mİ? BÜLENT ECEVİT DARBEYİ ENGELLEMEK İÇİN NE YAPTI? HANGİ DIŞİŞLERİ BAKANI “ABD SENARYOYU GÜZEL YAZMIŞ.” DEDİ? DARBE OLDUĞUNDA EROL TUNCER’İN EŞİ’NİN MANİDAR SÖZLERİ. CHP MİLLETVEKİLLERİNDEN BAZILARI “ASKER MUTLAKA GELMELİDİR” DEDİ Mİ? HEPSİ 12 EYLÜL RÖPORTAJIMIZIN 1. BÖLÜMÜNDE.

< ?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /> 

 

H&H  Röportaj – Seyit Tosun

 

                Sosyal Demokrasi alanında belki de ülkenin en  kapsamlı çalışmalarını yapmış,  bu konuda objektif tüm yorumlarını kitaplaştırmış, S.D.D’nin  ve T.E.S.A.V.’ın başkanlıklarını yaparak buraları ,sosyal demokrasi ve siyaset okulu haline getirmiş,Seçim sistemleriyle ilgili ülkedeki en önemli kaynakları bir araya getirip kitaplaştırmak gibi önemli bir işi başarmış,   birikimi nedeniyle öğrencilik döneminde lakabı  “Profesör”e çıkmış, Sakinliği , nezaketi ve etkileyici hitabetiyle herkesin takdirini toplamış TUNCER’le 12 Eylül’ün hiç anlatılmayan yönlerini konuştuk. Tuncer çok önemli açıklamTuncer o döneme ait hiç anlatılmayan ve anlatmadığı anılarından bazılarını ilk kez Halkınhabercisi yazı işleri müdürü Seyit Tosun ve yazarlarımızdan Osman Ercan’a anlattı.

 

12 EYLÜL SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?

 

                Önce şuradan başlayalım. 27 Mayıs 1960′ ta ben CHP gençlik kollarına kayıtlı üniversite öğrencisiydim. Demokrat Partinin, demokrasinin önünde bir engel olduğunu ve iktidardan düşürülmesi gerektiğini düşünüyordum. Demokrat Partiye karşı bir rejim mücadelesi vermekteydik. Askeri müdahale sonucunda Parlamento kapatılınca sevinmiştim.  Ancak 20 yıl sonra benim de üyesi olacağım parlamentonun da  bir başka askeri müdahale sonucunda kapatılacağı  aklıma gelmemişti. Bunu şunun için anlatıyorum, demokrasi herkese gereklidir ve insan onuruna en yaraşır  bir rejimdir. Bunu akıldan çıkarmamak gerekli.. Buradaki demokrasi kelimesinin altını dikkatle çiziyorum, gerçek demokrasiden söz ediyorum. Haklarımızın, özgürlüklerimizin güvencede olduğu, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu, çoğunlukçu değil çoğulcu bir anlayışın egemen olduğu bir demokrasiden söz ediyorum.

 

                12 Eylül 1980’e dönelim. O günlere giden süreçteki manzara şuydu ; CHP 1977’de birinci parti olmuştu. Ben de CHP’nin milletvekili ve parti yöneticisiydim. Ancak 213 milletvekilliğinde  kaldığımız için hükümeti kuramıyorduk. Çünkü  güven oyu almak için en az 226 milletvekiline ihtiyaç vardı. Daha sonra 1978 başında, bağımsız  milletvekilleriyle birlikte bir hükümet kurmuştuk ama bütün iyi niyetimize rağmen  terörü ve anarşiyi önleyememiştik.  Sağ ve sol kesimden giderek artan sayıda yurttaşımız teröre kurban gidiyordu. Ben şunu hatırlıyorum, her sabah gazeteleri elime aldığımda inşallah bugün ölüm haberi yoktur, diye dua ederek haberlere bakardım. Maalesef 12 Eylül’e yaklaştığımız günlerde neredeyse günde 30 kişi öldürülüyordu. Okulların bir kısmı işgal altındaydı. Birçok öğrenci, karşıt siyasal görüşün işgaline uğramış olan okullara giremiyordu, bir çok okulda eğitim kesintiye uğramıştı. Bir çok mahalle de sağ ya da sol görüşlülerin baskısı altındaydı. Şunu söylemek yerinde olacaktır, artık yasalar egemen değildi, toplumn her kesimine korku egemen olmuştu. Biz milletvekilleri de sabahları evden çıktığımız zaman akşam dönüp dönemeyeceğimizi bilmiyorduk. Bir çok yurttaş, yüzümüze karşı, “Bugün inşallah milletvekillerinden birini vururlar” diyecek hale gelmişti. Çünkü partiler olarak biraraya gelip çözüm bulamamızdan şikayetçiydi.

 

O aralarda İstanbul milletvekillimiz Abdurrahman  Köksaloğlu  öldürüldü. Sonra MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak öldürüldü. Gün Sazak öldürüldüğü zaman, bizim genel sekreterimize İçişleri Bakanlığı koruma verdi. Çünkü sıranın bizim partiye geldiği düşünülüyordu.

 

Siyasi partilerin, tabii öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisinin biraraya gelerek terör ve anarşiye çözüm bulmaları isteniyordu. Oysa partiler arasındaki ilişkilere egemen olan gerilim, her gün biraz daha artıyordu. Bu koşullarda Türk toplumu büyük bölümüyle, son çözüm olarak askeri müdahaleyi bekler hale gelmişti ya da getirilmişti.

 

12 Eylül’e gelmeden önceki toplumsal ve siyasal tablo buydu.

 

SON SÖYLEDİĞİNİZ ÇOK ÖNEMLİ. HALKI BU AŞAMAYA GELDİ Mİ  YOKSA ASKERİ MÜDAHALEYE ZEMİN HAZIRLAMAK ADINA GETİRİLDİ Mİ?

 

                Efendim burada hem dış güçlerin  hem de ‘derin devletin’ çok etkili olduğu açıktı. Hükümetteyken gördük ki her şeye hakim değilsiniz, devrede başka güçler de vardı. Bu arada bir anımı anlatayım ; 12 Eylülden birkaç hafta sonra bir öğle yemeğinde Genel Sekreterimiz rahmetli Mustafa Üstündağ , Genel Sekreter Yardımcı olarak ben , bir de Dışişleri eski Bakanımız Gündüz Ökçün bir araya geldik. 12 Eylül nasıl başımıza nasıl geldi, ne oldu da bunu önleyemedik, diye konuşurken Gündüz bey dedi ki “Amerikalılar da senaryoyu ne güzel yazmışlar değil mi?”  Bunun üzerine  rahmetli Üstündağ da “Hocam Amerikalılar senaryoyu çok güzel yazmışlar ama sen ve ben oynayacak kadar geyik miydik? Ben de açıkçası bunu içime sindiremiyorum.” dedi. Bunu şunu için anlatıyorum, ülkeyi bu noktaya getiren iç ve dış güçler var ama biz siyasiler de olayların bu noktaya gelmesinde kusurluyuz diye düşünüyorum. Askerlerin müdahalesi biz politikacıların sorumululuklarımızı asla ortadan kaldırmaz. Yani biz de, partiler ve milletvekilleri olarak, 12 Eylül’e gelinmesini önleyici çabalarda yetersiz kaldık. Çözüm arayışlarına yanıt veremedik. Liderleri bir araya getiremedik, Türk Halkı’na birlik ve beraberlik imajını veremedik. Objektif olmamız, serinkanlı davranarak olayı doğru değerlendirmemiz gerekir. Bunu özellikle belirtmekte fayda görüyorum çünkü anlattıklarım aynı zamanda biz siyasetçiler için özeleştiri  niteliğindedir. Burada sorumlu davranmak ve politikacıların o dönemdeki davranışlarını da inceleyip eleştirebilmek gerekiyor. 

 

“BİZ DE KUSURLUYDUK” ÇOK YÜREKLİ BİR ÖZELEŞTİRİ. BUNU AÇAR MISINIZ? NE YAPILMASI LAZIMDI MÜDAHALEYİ ENGELLEMEK İÇİN?

 

                Bu sorunuza ben gene bir anıyla cevap vereyim. 12 Eylül’den kısa süre sonra yurtdışına çıkmıştım. Yurtdışında iki genç işadamıyla tanıştım. Eskiden milletvekili olduğumu öğrendiklerinde “Siz bir şeyler yapıp darbeyi önleyemez miydıniz?” diye sordular Benim cevabım gene netti, yanlışlarımızı anlattım, darbeyi önlemeye bir noktadan sonra gücümüzün yetmediğini ifade ettim.  Ben böyle söyleyince “Siz Adalet Partisi’nde miydiniz?” diye sordular. Ben de “Hayır ben CHP milletvekilliydim.” “O halde sorumluluğu niye üstleniyorsunuz, siz hükümette değildiniz ki.. “Cevaben “Darbe olduğunda Adalet Partililer hükümetti. Ama burada yalnız hükümet değil sistem çöktü . Biz de Ana muhalefet partisi olarak bu sistemin bir parçasıydık. Hepimizin derece derece sorumluluğumuz var.”

 

                Başka bir anımla bu devam edeyim; Bundan birkaç yıl önce gene bir 12 Eylül yıldönümünde Aydın Menderes’le birlikte Kanal B’de yayına çıktık. Ben konuşma esnasında dedim ki ; “12 Eylül’e giderken halk artık bizden yana değildi.” Aydın Menderes bunun üzerine şunu anlatmıştı ; “ O günlerde AP Meclis  Grubuna bir sandık koyup, “Arkadaşlar ülkenin geleceği için hangi partinin iktidar olmasını istersiniz?’ diye sorsaydınız sandıktan kim çıkardı biliyor musunuz?” Biz merakla “kim çıkardı ?” diye sorduğumuzda Menderes bize “İnanın Ordu çıkardı” demişti. Zaten ben o dönem politikacılar arasında  bile “Başka çare kalmadı. Cinayetlerin önüne geçilemiyor. Ordu gelsin ama parlamentoya dokunmasın!” diye konuşmalar olduğunu hatırlıyorum.

 

Siz de sordunuz “En büyük hata neydi?”diye, o dönem siyaset kurumunun en büyük hatalarından birisi partiler arası diyalogun kesilmiş olmasıydı. Bir diğeri de Parlamentonun aylarca Cumhurbaşkanı seçememesiydi. İki büyük parti bir aday üzerine anlaşamamıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimi için, 1980 yılının Mayıs ve Eylül ayları arasındaki 5 ay boyunca tam 115 tur yapıldı, inanabiliyor musunuz? Eğer 12 Eylül olmasaydı belki bir 115 tur daha yapılacaktı. Cumhurbaşkanlığı seçim turları başlamadan önce Genel Başkanımız rahmetli Bülent Ecevit TRT’de yaptığı konuşmada dedi ki “Ben AP Genel Başkanı’nı şimdiden bizimle bir araya gelip ortak aday belirlemeye çağırıyorum.” Maalesef bu çağrı yanıtsız kaldı ve darbeye giden süreç hız kazandı. O zaman  şimdiki Anayasada bulunan “3 turda seçilmezse seçime gidilir.” hükmü yoktu. 

 

Kimler planladıysa çok iyi planlamış olmalılar ki, birçok nedenle siyaset kurumunun halkın gözünde itibarı kalmamıştı. Halk, bu kurumdan ümidini kesmişti. Bu durum kamuoyundaki darbe beklentisini  yaratmıştı. O kadar ki, annem, babam, kardeşlerim ve eşim bile benim durumuma üzüleceklerine askerin idareyi ele almasına sevinecek hale gelmişlerdi. Darbe olduğunda teselli etmeye çalıştığım eşimin beni teselli etmeye çalışmasını unutamam;  “Üzülme sen artık askeri müdahalenin mağdurlarından birisin ama seni içeri de alsalar da fazla üzülmem,  hiç değilse bir gün sağ olarak eve döneceğini bilirim.”  

 

12 EYLÜL’E GİDERKEN SOL YÜKSELİŞE GEÇMİŞTİ.  ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİLDİĞİNDEN GÜNÜMÜZE KADAR EN YÜKSEK OYU 1977’DE BÜLENT ECEVİT CHP’Sİ ALMIŞTI. DARBEYİ HAZIRLAYANLAR SOLUN YÜKSELMESİNDEN RAHATSIZ OLDULAR BELLİ Kİ.

 

                Bu söylediğinizde hiç tereddüdüm yok. Elbette ki 12 Eylül yükselen solun önüne kesmek için yapıldı ya da yaptırıldı. Derin devlet de bu aşamada elinden geleni yaparak darbenin önünü açmıştır. Özellikle cephe hükümetleri döneminde sağ teröristleri olabildiğince desteklemişlerdir. Hatta bir Cumhurbaşkanımız bu teröristler için “Tosunlarım” demiştir. Demirel Başbakan iken ; “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz.” demişti. Dolayısıyla bu hareketin temelinde solun önünü kesmek vardır.

 

Milliyetçi cephe hükümetlerince devletin güvenlik güçleri taraflı kullanılmaya başlamıştı. Biz de diyorduk ki güvenlik güçleri tarafsız olmalıdır , terör ancak böyle önlenir; biz hükümete gelirsek onları tarafsız kullanacağız. Ancak biz 1977’de hükümete geldiğimizde gördük ki çoktan iş işten geçmişti. Hükümet olarak bile devlet içerisinde yuvalanmış çeteleri önlemeye gücümüz yetmedi o dönem. Polis dahil tüm kurumlar bölünmüştü.

 

BÜLENT ECEVİT KONTRGERİLLALARDAN İLK DEFA O ZAMAN BAHSETMİŞTİ?CHP HÜKÜMET OLMASIYLA BU ÇETELERLE DE TANIŞMIŞ OLMALI.

 

                Evet rahmetli genel başkanımız Bülent Ecevit ilk defa o zaman kontrgerilladan ve benzeri kuruluşların varlığından bahsetmeye başlamıştı. Bunların üzerine de gitti, lakin başarılı olamadık.  bunların üzeri şimdilerde açılıyor. Biz CHP olarak bunlarla mücadele ederken karşıt partiler de  Türk Halkı’na  “Solcular iş başına gelirse yüzümüz Moskova’ya dönecek.” diye propaganda yapıyorlar ve bazı kesimler üzerinde etkili olabiliyorlardı.

 

EROL TUNCER 12 EYLÜL’Ü ANLATMAYA DEVAM EDİYOR. RÖPORTAJIMIZIN İKİNCİSİ BÖLÜMÜNDE;

 

 

EROL TUNCER DARBEYİ NASIL ÖĞRENDİ?İLK TEPKİSİ NE OLDU?

EROL TUNCERİN EVİNİ SARAN ASKERLEDEN TUNCER YAKALANMADAN NASIL KURTULDU?

DARBE OLUNCA TUNCER KENDİSİNE NE SÖZ VERDİ?

TUNCER HANGİ AP’Lİ  BAKANI CHP’YE NEDEN ÇAĞIRDI?

TUNCER NEYE “KEŞKE” DİYEREK BAŞLADI?

 

HEPSİ  RÖPORTAJIMIZIN İKİNCİ BÖLÜMÜNDE SADECE HH’DE.