Bahçeli: Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasıdır

Bahçeli: Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasıdır
7 Ağustos 2013 13:55

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli parti genel merkezinde gündeme ilişkin açıklamalar yaptı.

Bahçeli’nin konuşmasından satırbaşları:

Kamuoyunca ‘Ergenekon Davası’ olarak bilinen hukuki süreç, 12 Haziran 2007 tarihinden bu tarafa ülke gündemini birinci dereceden etkilemiş ve üst seviyede meşgul etmiştir.

Bu tarihte alınan bir ihbar telefonuyla İstanbul Ümraniye’deki bir evde yapılan aramalar sonucunda 27 el bombası ele geçirilmiş ve arkasından yakın tarihin en uzun, en tartışmalı, en meşakkatli ve en çok konuşulan hukuki süreci başlamıştır.

Yıllar içinde ardı arkası kesilmeyen operasyon dalgaları, evlere şafak vakti yapılan baskınlar, şüpheli olarak görülenlerin yaka paça tutuklanmaları, özel hayat ihlalleri, telefon dinlemeleri, fişlemeler, itibarsızlaştırma hamleleri hepimizin gözü önünde vuku bulmuştur.

Görülen sözde darbe davasının karar günü olan 5 Ağustos 2013 gününe kadar 23 ayrı dosya ana davayla birleştirilmiştir.

Binlerce sayfalık iddianame yazılmış, yüzlerce kişi mahkeme salonlarında ecel terleri dökmüş, yıllarca süren yargılamalar yapılmıştır.

Geçen uzun zaman zarfında cezaevinde hastalananlar, hatta mahkeme sonuçlanmadan vefat edenler bile yaşanmıştır.

Ergenekon Davası’na konu olan iddialar ne kadar önemli ve ciddiye alınması gerekli ise de, adaletin üzerine düşen siyaset gölgesi, geçmişle hesaplaşma ve rövanş alma hedefleri söz konusu davanın sulanmasına ve yıpranmasına hizmet etmiştir.

Bilindiği üzere, gizli tanık eziyeti Ergenekon Davası’ndaki kararların, tekemmül ettirilen hükümlerin oluşmasında hatırı sayılır bir fonksiyon icra etmiştir.

Nitekim ‘Parmaksız Zeki’ kod isimli teröristin görüşleri bile önemli ve kayda değer bulunmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri bu şekilde zan ve töhmet altında bırakılmıştır.

Buna göre PKK militanları, Ergenekon Davası muhteviyatında sunulan fırsat ve imkânları boş çevirmemişler, dağda yapamadıklarını duruşma salonlarında, karanlık odalarda iftiralarıyla yerine getirmişlerdir.

AKP iktidarının taraf olarak müdahil olduğu söz konusu dava, başından itibaren siyasal mülahaza, tesir ve telkinlere açık olmuştur.

Adaletin ilke ve esasları hiç gözetilmemiş, hiç umursanmamıştır.Silivri adeta Türk ordusunun yargılandığı ve silindir gibi üzerinden geçildiği zulümhaneye dönmüştür.

Hepsinden daha da hazin verici olanı ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev almış, makam ve mevkii olarak bu kurumun zirvesine tırmanmış değerli şahsiyetlerin terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanması olmuştur.

TSK’nın terör örgütüyle eşdeğer görülmesi, şerefli isminin terörizmle bir anılması ve bu Peygamber Ocağı’na terörist yetiştiren çete muamelesi yapılması en nazik ifadeyle müfterilik olarak damgalanacaktır.

Şüphesiz AKP hükümeti ve tüm hücrelerine kadar zehirlediği adalet müessesesi tescilli ve kanlı asıl teröristbaşını aklama derdine düşerken, Genelkurmay Başkanlığı yapan saygın isimlere terör örgütü çamuru sıçratması ve örgüt yöneticiliği iftirasını reva görmesi ahlaksızlıktır.

Türk milleti bu rezil tezgahı inanıyorum ki bağışlamayacak ve kimsenin de yanına bırakmayacaktır.

Anlaşılan Nemrut Mustafa Paşa Divanı deyim yerindeyse on yıllar sonra tekrar harekete geçmiştir.

En alt rütbeden en üste kadar her seviyedeki Türk askeri, darbeci ve darbe teşebbüsüyle itham edilmiştir.

Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, sanatçılar, siyasetçiler, işadamları, emekliler darbeci yaftasına maruz kalmışlardır.

Masumlarla suçlular birbirine karıştırılmış; darbe kafesine, darbeci safına sağlıklı ve objektif bir tasnif yapılmadan muhalif özellikleriyle bilinen birçok kişi konulmuştur.

Ergenekon Davası Cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasının adıdır.

Çünkü;
Hesabı görülen Türkiye’dir.
Hesabı görülen Türk milletidir.
Hesabı kesilen Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Hesaplaşılan, hesaba çekilen ve hesap sorulan vesayet, statüko, darbe kılıfıyla Türkiye’nin temel ve milli kurumlarıdır.

Şimdi Başbakan veya görevlendireceği birileri çıkıp şu soruların cevaplarını bize vermelidir.
Hükümetin atadığı, Başbakan ve Cumhurbaşkanıyla iki yıl boyunca aynı mesaiyi paylaşan Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması doğru ve yerinde midir?
Bu müebbet ceza verilmesi demek, Sayın Başbuğ ve onun gibilerini demir parmaklıklar ardında ölüme mahkûm etmek değil midir?

Başbakan’ın bile şikayet ettiği örgüt yöneticiliği suçlamasından dolayı, bu değerli komutanın yargılanması bırakınız adaleti, insanlığa sığacak mıdır?

İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi; hangi delil, tanık ve belgelere dayanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin cebir ve şiddet kullanılarak ortadan kaldırılacağı veya görevlerini yapmasını kısmen ve tamamen engelleneceği kanısına varmıştır?
Cebir nerededir, şiddet nerede yaşanmıştır?

Sayın Başbuğ, tıpkı İmralı canisi gibi müebbet ceza aldığına göre, şerefle şerefsizlik, şeytanla melek, caniyle kahraman nasıl, ama nasıl ayrıştırılacaktır?

Bu olanların neresini doğru görelim, neresini kabullenelim?

Türkiye kötüye değil, çok kötüye doğru hızla gitmektedir.

Bizi millet halinde bir arada tutan ve aynı zamanda devletin alâmetifarikası olan hukuk ve adalet linç edilmektedir

Mahkemeler AKP’nin arka bahçesi haline getirilmek istenmiştir.
Başbakan Erdoğan çete mantığıyla devlet ve hükümet yönetmektedir.

Hoşuna gitmeyen, aklına yatmayan, kafasının bozulduğu, hareketlerini tasvip etmediği, eleştirilerinden bunaldığı, tipini sevmediği, sesini beğenmediği, siyasi tercihini benimsemediği kim varsa tuzaklar kurmakta, ya darbeci ya da demokrasi karşıtı olarak lanse etmektedir.
 
Bugün mübarek Ramazan ayının son günüdür.

Bu kutlu aydaki iç ve dış gelişmeler aziz milletimizi endişeye sevk etmiş, tedirgin ve üzgün olmasına yol açmıştır.

Suriye sınırındaki şaibeli ve gayri meşru oluşum, hazırlık ve olaylar; Mısır’daki askeri darbenin aldığı boyut; Türkmen yurtlarındaki işlenen ve hepimizi acıya boğan cinayetler; Müslüman alemindeki durgunluk ve karışıklıklar iç meselelerimizin yanında dikkatle izlediğimiz hadiseler arasındadır.

Görülmektedir ki, sınır hattımız tam bir başıboşluğa terk edilmiştir.

Ata binen, silahı kuşanan, bombayı lanetli vücuduna saran, gözünü kan bürüyen kaçakçısı, göçekcisi, teröristi, her neviden katili Türkiye’yi zehirli sarmaşık gibi sarmıştır.

Sınırlarımız alarm vermektedir.

AKP’nin müsahamakar ve aciz siyaseti, teröristlerle düşüp kalkan utanmazlığı tüm musibetleri mıknatıs gibi üzerimize çekmektedir.
Türkiye’nin egemenlik hakları çarçur edilmektedir.

Türkiye’nin itibarı iki paralık olmaktadır.
Türkiye’nin yaptırım gücü, devlet olmaktan kaynaklanan hakları, sünepe bir iktidar, işi gücü yalnızca dedikodu olan bir Başbakan tarafından harabeye çevrilmektedir.
Sınırlarımız tıpkı arı kovanı gibidir.

Sınırlarımız tıpkı delik deşik olmuş duvar gibidir.

Hayat ve varlık haklarımız yerlerdedir, kuvvet ve kudretimiz serbest düşüş halindedir.
Özellikle sınırlarımızdaki il, ilçe ve köylerimizde yaşayan vatandaşlarımız can ve mal korkusunu aşırı şekilde yaşamaktadır.

Ceylanpınar’da yaşananlar ve bu ilçemizde Suriye’nin kuzeyinden açılan ateş sonucunda vefat eden ve yaralanan kardeşlerimiz hepimizi kedere boğmuştur.

Başbakan Erdoğan ise bu kadar mesele varken, bu kadar tehlike ortadayken tencere-tava avcılığına soyunmuş, demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin peşine düşmüştür.

Kendisinin ancak gücü tencere çalan hanımefendilere, gösteri yapan gençlerimize, stadyumlarda bağıran taraftarlarımıza yetecek, zalimliği, kabalığı, nefret ve küfür saçan dili muhalif olarak gördüğü kişilere yönelik olacaktır.

Zira Başbakan korkak, ürkek ve eziktir.

Bırakınız teröristi, bırakınız bir başka şeyi; kaçakçıyla bile baş edemeyen, sınırlarımızın emniyetini sağlayamayan, insanımızın hayatını koruyamayan bir siyasetçinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık makamında oturması hepimiz için züldür, vebaldir ve utanç vesikasıdır.

Başbakan Erdoğan Türkiye’nin dünyada parlayan yıldız olduğunu söylerken baktığı nedir, gördüğü aslında neye benzemektedir?

Bu nasıl bir yıldızdır ki, sınırları kapkaradır.
Bu nasıl bir yıldızdır ki, etrafı fitneyle çevrilmiştir.
Bu nasıl bir yıldızdır ki, geleceği şimdiden puslanmış ve sis altında kalmıştır.

Türkiye; kayıptadır, zarardadır, dardadır ve maalesef idam sehpasına çıkarılmaktadır.
Türkiye; BOP’un ve eşbaşkanının esareti altındadır.

Gezi eylemlerine müebbetlik cezayı uygun gören ruhsuzlar, milletimizin birbirini ihbar ve şikayet etmesini tavsiye eden uğursuzlar ve bunlara kol kanat geren densizler, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni ve büyük Türk milletini bitirmeyi kafasına koysalar da hedeflerine ulaşamayacaklardır.