‘Uluslararası ceza mahkemesi’ Erdoğan’ı savaş suçu sanığı ilan etmelidir

‘Uluslararası ceza mahkemesi’ Erdoğan’ı savaş suçu sanığı ilan etmelidir
4 Haziran 2015 13:20

Recep Tayyip Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda ‘’Ortadoğu’’nun da en büyük güvenlik sorunudur.

 

 

 

İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

 

 

 

Hatta dünyanın güvenlik sorunudur saptamasını yapsak bile, çok doğru bir isabette bulunmuş oluruz.

 

Bakın neden?

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık makamında oturan Recep Tayyip Erdoğan hakkında savaş kışkırtıcılığı, radikal dinci teröristlere külliyatlı miktarda silah ve mühimmat sağlayarak küresel teröre yardım ile Türkiye’nin, bölge ülkelerinin milli sınırlarını, yurttaşlarının can güvenliğini tehlikeye atmak bakımından bölge ve dünya barışı bakımından fevkalede risk sağlayıcı bir konumda bulunmaktadır.

 

İşte aşağıda açıklayacağım nedenlerden dolayı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Uluslararası Ceza Mahkemesi” tarafından “savaş suçu sanığı” ilan edilerek, terör nedeniyle bölgede kitleler halinde ölen ve yaralanan insanların yaşama hakları adına yargılanması yoluna derhal gidilmelidir.

 

Tıpkı Mayıs 1998’de “Uluslararası Ceza Mahkemesi”nin Sırbistan Devlet Başkanı Miloşeviç’i “savaş suçu sanığı” ilan ederek yargılaması gibi aşağıda yazacağım aynı nedenlerden dolayı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ıda yargılamalıdır.

 

“Savaş suçlusu sanığı” Miloşeviç, 1991’de Slovenya sınırına tanklar göndererek büyük kan dökülmesine sebep oldu.

 

Miloşeviç, yıllarca süren Bosna savaşında aynı nedenlerle 250 bin masum insanın ölümünden sorumlu tutuldu.

 

Yine insan kasabı katil Miloşeviç, Şubat 1998’de Kosova’da Arnavutlar’ın ayaklanmasını aynı yöntemlerle ve çok kanlı bir şekilde bastırdı.

 

Hakkında “ağır savaş suçları” olarak 66 ayrı dava bulunan Miloşeviç, 2001’de ABD’ye dayalı olarak “Birleşmiş Milletler” tarafından Hollanda’nın Lahey kentinde yaptırılan ve Kuzey Denizi’ne bakan özel cezaevi “Sheveningen”de tutuluyordu.

 

Bu ağır yargılama devam ederken, Mart 2006’da Miloşeviç öldü.

 

Bugüne kadar radikal dinci gruplar tarafından Suriye’de, her gün meydana getirilen kanlı terör baskınları nedeni ile en az 200 binden fazla insan yaşamını yitirmiştir.

 

Uluslararsı boyuttaki böyle bir cinayet Miloşeviç’in işlediği cinayetlere eşdeğerdedir.

 

Şimdi, Suriye’deki bu terörün alev alev yanmasında, azmanlaşmasında Recep Tayyip Erdoğan işin neresinde bulunuyor ve hür dünya ülkeleri bu hususta neler yapıyor?

 

Recep Tayyip Erdoğan, 2012 yaz aylarında komşu ülke Suriye’nin rejimine ve Hükümet’ine karşı çok ağır ifadelerle cephe alarak, söz konusu rejim ve Hükümetin çok yakında yıkılacağını deklare ederek, komşu ülke Suriye ile ilk düşmanlık tohumlarını atmıştır.

 

Erdoğan bunu yaparken, ortada Türkiye’yi ilgilendiren bir durumun olmadığı bizzat Erdoğan’ın ifadelerinden anlaşılmaktadır.

 

Zira, Erdoğan o dönemdeki ve daha sonraki konuşmalarının tümünde Suriye rejiminin yıkılmasına gerekçe olarak, kendi halkına zulmü dile getirmiştir.

 

Oysa, “kendi halkına zulüm” ifadesi içeriği belli olmayan, örneğin pekala da, bir başka ülkenin “Uludere bombalaması”nı Türkiye’ye karşı, “Kendi halkına zulmediyor” şeklinde bir ifadeye gerekçe olarak kullanmasını mümkün kılacak bir durum haline gelebilir.

 

Dolayısıyla Erdoğan’ın bu ifadesi hiçbir şekilde bir ülke rejiminin yıkılmasına gerekçe olmayacağı gibi, Türkiye’nin Başbakanlık makamında oturan kişinin bir başka ülkedeki rejimi/hükümeti, hele de o ülke komşu bir ülkeyse, yıkma gibi bir hakkı ve yetkisi yoktur.

 

Başka bir ülkeye müdahale konusu uluslarası hukuk çerçevesinde, Birleşmiş Milletler’in uhdesinde olup, hiçbir ülke tek başına bu tür bir angajman içine girme hakkına sahip değildir.

 

Ki, o dönemde Erdoğan dışında hiçbir ülke başbakanının Suriye’nin yıkılmasına bu derece angaje olmadığı Avrupa basınında sıklıkla dile getirilmiştir.

 

Hülasası, Erdoğan’ın Suriye rejimine karşı bu tutumundan sonra sınırımız patlayan bombalarla sarsılmış, onlarca vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve sınırımıza Suriye’den gelen kaçakçılar dolmuş, hatta bunlar TSK güçlerine düzenli olarak taciz ateşleri açmaya başlamışlardır.

 

Ayrıca en az 2 milyon Suriye vatandaşı insan yerinden yurdundan edilip, Türkiye’ye yerleştirilerek terör eleman kaynağı bakımından sürekli beslenmiştir.

 

Bunun da dışında, tüm dünya basınında da yer aldığı üzere, sınırımızın boyu ve ötesi aşırı radikal İslamcı örgütlerin üs noktası haline gelmiştir.

 

Bu durumu müteakip olarak ise, Erdoğan Hükümeti’nin Suriye’deki radikal ve tehlikeli örgütleri silahlandırdığı yine hem ulusal hem de tüm dünya basınında yer almıştır.

 

Bunun üzerine Erdoğan ve AKP Hükümeti’nden çeşitli defalar bu iddialar yalanlanmış ve, “Biz Suriye’li muhaliflere silah yollamıyoruz” açıklamarı yapılmıştır.

 

Ancak geçtiğimiz aylarda Erdoğan Hükümeti’nin Suriye’ye silah yolladığı belgelenmiştir.

 

Şöyle ki…

 

Erdoğan Hükümeti’nin Suriye’ye silah yolladığı bizzat Birleşmiş Milletler ve TUİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) verileri Türkiye’nin Suriye’ye silah ihracatı yaptığını ortaya koymuştur.

 

Birleşmiş Milletler (BM) ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) internet sitelerinde yer alan veriler, 2013’ün haziranından beri Türkiye’den Suriye’ye 47 ton silah ve mühimmat gönderildiğini göstermektedir.

 

Yine, söz konusu BM ve TUİK belgelerine göre Türkiye, Suriye’ye; Haziran ayında 3,6 ton, Temmuz’da 4,4 ton, Ağustos’ta 10 ton, Eylül’de ise 29 ton silah sattı. Toplamda 47 tona ulaşan satışın para olarak karşılığı ise, 3 milyon 150 bin lira oldu.

 

Satışı, Türkiye İstatistik Kurumu’nun internet sitesinde yer alan bu belge de doğruluyor. TÜİK raporunda, silah ve mühimmat satışı, kod numarası ve para cinsinden karşılığıyla yer aldı.

 

9303 koduyla gösterilen silahlar, spor amaçlı kullanılan sürgülü ve yivli tüfekleri ifade ediyor.

 

Hürriyet gazetesi Washington temsilcisi Tolga Tanış tarafından ortaya çıkarılan bu belgelere göre, Haziran ayında Türkiye’den Suriye’ye 9303 kodlu silah cinsinden 3.6 ton yollanmış. Temmuzda silah sevkıyatının ağırlığı 4.4 tona çıkmış. Guta’da yaklaşık 1000 kişinin öldüğü tahmin edilen 21 Ağustos kimyasal silah saldırısının olduğu ay, silah sevkıyatı 10 ton. Herkesin savaş beklediği Eylül ayındaysa Suriye’ye giden silah miktarı 29 tona fırlamış olduğu görülmekte.

 

Bilindiği gibi, BM ülke gümrüklerinden gelen bildirimlere dayanarak yeni bir uygulama başlattı. Dünyada gerçekleşen tüm ithalat-ihracat faaliyetlerini istatistik departmanına bağlı Comtrade (mal ticareti) veritabanına yüklemekte ve geçen aydan beri de bilgileri Comtrade’in web sitesi üzerinden kamuoyuna açıklamakta.

 

Bu belgeler Erdoğan Hükümeti’nin Suriyeli muhaliflere silah yollayarak, hem Suriye halkının içinde bulunduğu iç savaşı artırmakta ve içinden çıkılmaz hale getirmekte, hem de ülkemizi her türlü düşman hamle ve saldırının odağı haline getirmektedir.

 

Bu belgelerin ortaya çıkmasından sonra TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) bir açıklama yaparak şunları dile getirmiştir.

 

“Son zamanlarda yazılı ve görsel medyada Suriye’ye yapılan 9303 kodlu silah ihracatına ilişkin değerlendirmeler yapılmakta ve konu çeşitli başlıklarla duyurulmaktadır.

 

Dış ticaret istatistikleri, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı idari kayıtlarına dayanılarak, Birleşmiş Milletler uluslararası mal ticareti istatistikleri kapsam ve tanımlarına uygun olarak üretilmekte ve aylık olarak yayımlanmaktadır.

 

Dış ticaret istatistikleri, İstatistik Pozisyonlarına Bölünmüş Gümrük Tarife Cetvellerine göre sınıflandırılmaktadır. Silahlar ve mühimmat; bunların aksam, parça ve aksesuarı Fasıl 93 altında düzenlenmiştir. Haberlere konu olan 9303 tarife kodu ile Gümrük Tarife Cetvelinde yer alan ürünler “Bir patlayıcının itiş gücü ile çalışan diğer ateşli silahlar ve benzeri cihazlar; spor için av tüfekleri ve tüfekler, ağızdan doldurulan ateşli silahlar, sadece işaret fişeği atmak üzere imal edilmiş tabanca ve diğer cihazlar, manevra fişeği atmak için tabanca ve revolverler, hayvan öldürmeye mahsus sürgülü silahlar, ok-atar tüfekler” olarak sınıflandırılmaktadır. Söz konusu haberlerde “9303 Diğer Ateşli Silahlar” kodu altında yer alan ürünler, harp silahları sınıflandırması içinde yer almaması nedeniyle gerek ülkemiz gerekse diğer ülkelerin dış ticaret istatistiklerinde otomatik bir gizleme uygulanmadan yayımlanmaktadır. Diğer yandan, 9303 tarife kodlu maddelerin ülkemizden ihracatı sadece Suriye’ye değil çok sayıda ülkeye gerçekleştirilmektedir. 2013 yılı Ocak-Ekim dönemi istatistikleri değerlendirildiğinde; Türkiye’nin bu ürün grubundan 102 ülkeye toplam 128 Milyon Dolar ihracat gerçekleştirdiği, Suriye’ye yapılan 1,6 Milyon Dolar ihracatın, toplam ihracat içindeki payının miktar olarak yüzde 2,78, değer olarak ise yüzde 1,23 düzeyinde olduğu görülmektedir.”

 

TUİK’İN açıklaması böyle ancak şurası çok açıktır ki, söz konusu silahlar Suriye rejimine değil, Suriye’deki muhalif silahlı güçlere yapılmıştır.

 

Erdoğan Hükümeti’nin Suriye rejimine silah vermeyeceği son derece nettir.

 

Suriye Rejim Başkanı Beşar Esad’a olan düşmanlığı her fırsatta dile getiren Erdoğan’ın ona silah vermeyeceği açıktır.

 

Bu silahlar Suriyeli muhaliflere yollanmıştır ve bu muhaliflerin arasında dünyanın en tehlikeli radikal silahlı örgütleri vardır.

 

Türkiye’nin sınır kapılarında meydana gelen patlamalarda rol aldığı iddia edilen bir kısım kişilerin, MİT bağlantısı olduğunun ortaya çıkması ve bu istihbarat kurumunun Başbakan’a bağlı olması tefekkür eden beyinlere neyi anımsatıyor?

 

Ayrıca iki vahim durumu da belirtmeden geçemeyiz.

 

Bunlardan biri, Konya’da üretilen roket parçalarının Adana’da montajı yapılarak Suriyeli teröristlere gönderilmesi ile yine Adana’da yakalanan sarin gazının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi belgelerine girmesi de “Uluslararası Ceza Mahkemesi” için diğerleri ile birlikte çok önemli yargılama delilleridir.

 

Son olarak ise, 2 Ocak 2014’de Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde İlçe Jandarma Komutanlığı’na gelen, 06BR 8860 plakalı ve dorse plakası 06 DE 3290 olan TIR ile Suriye’ye silah ve mühimmat taşındığı şeklinde bir ihbar üzerine söz konusu TIR Jandarma tarafından durdurulmuş ancak hemen akabinde olaya müdahil olan Hükümet’in, Hatay Valisi’ne yazdırdığı resmi talimat ile TIR yoluna devam etmiştir. İçişleri Bakanı Efkan Ala ise, once TIR’ın gıda taşıdığı yönünde bir açıklama yapmış ancak kamuoyundan ve basından, “Madem gıda taşıyor, aranmasında neden sakınca görüldü?” şeklinde tepkiler gelince, bu bakanlık kendisine 10 numara bol gelip cin olmadan çarparcasına söz konusu TIR’ın Türkmenler’e yardım için giden bir TIR olduğu açıklaması yapmıştır. Oysa İçişleri Bakanı’nın bu açıklamayı yapmasından sonra Irak’da yaşayan tüm Türkmen grupları teker teker açıklama yaparak, kendilerine gelen, gelmesi planlanan herhangi bir TIR olmadığı açıklamasını yapmışlardır. Ayrıca bugüne kadarki demeçlerinden Başbakan Erdoğan’ın Türk ve Türklük karşıtlığının ayaklarının altına alıp çiğnercesine ne büyük boyutlarda olduğunu biliyoruz. Telafer ve Kerkük’teki Türkmenleri kendi kaderleri ile başbaşa bırakarak Kuzey Irak’taki teröristlere kırdırması da bunun en büyük delillerinden biridir. Kaldı ki, Türkmenler’e gidecek bir TIR’ın Hatay-Reyhanlı hattını kullanması mantık dışıdır, zira Türkmenler’in yaşadığı bölgeler itibari ile bu hat ulaşım için son derece dolaylı ve yolu çok uzatan bir hattır. Söz konusu hatta ise, gerçekte Suriyeli muhaliflerin konuşlandığı tüm dünyaca bilinen bir gerçektir; silah ve mühimmat dolu olan TIR’ın Esad’a karşı savaşan Suriyeli muhaliflere gittiği açıktır. Başbakan Tayyip Erdoğan birbiri ile savaşan cephelerden birisine silah yollayarak teröre yardım etmektedir.

 

Çok açıktır ki, bu son olayla Türkiye ve tüm dünyanın gözü önünde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, siyaseten sanık düşme yolunda TIR’ın altında kalmıştır.

 

Ve bu talihsiz olayla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumları birbirleri ile nerede ise silahlı çatışmaya girecek hale gelmişlerdir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumları arası çatışmalar ne yazık ki, sadece bugüne kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan zamanında yaşanmıştır ve bu durum iç kargaşanın fitilini ateşleme potansiyeline sahiptir.

 

Öte yandan söz konusu TIR’ın basına yansımasından sonra Birleşmiş Milletler’den de bir açıklama gelmiş ve yardım için Suriye’ye giden TIR’ların gümrük kontrolünden geçmesi gerektiği ifade edilmiştir.

 

Bu çerçevede ve sunduğumuz tablo karşısında, Recep Tayyip Erdoğan bir komşu ülkenin rejimini yıkmaya çalışmak, bu maksatla savaş kışkırtıcılığı yapmak, iç savaşa silah sağlayarak iç savaşı kızıştırmak, bu yolla da Türkiye’yi düşmanlıkların saldırı odağına getirmek, Türk sınırlarının saldırı ve tehlike altına girmesine, Ortadoğu bölgesi ile tüm dünya için terörü besleyip barışı tehlikeye sokması ve bu nedenlerle bugüne kadar yaşamlarını yitiren yüzbinlerce masum insanın,ibret olma adına kanlarının yerde kalmaması için ‘’ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’’ tarafından ‘’savaş suçu sanığı’’ ilan edilerek yargılanması insanlığın huzur ve rahatlığı için elzemdir.

 

Aksi halde ve eskisinden daha çok kan akmaya devam edecektir.

 

 

 

 

Yukarıdaki makaleyi yaklaşık bir yıl önce, yani 6 Ocak 2014 tarihinde yine bu köşede sevgili okurlarımın bilgisine arzetmiştim.

 

 

Bu makalemi tekrar yayınlamamın nedeni bugün okuduğum çok önemli bir haberdir.

 

 

Bu haber ”Suriye’nin, Türkiye’yi yabancı teröristlerin sınırı aşarak IŞİD’e destek vermek için Suriye’ye geçmelerine göz yumduğu iddiasıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a şikayet ettiği ortaya çıktı” bilgilerini taşıyordu.

 

 

Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Beşar El Caferi tarafından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Genel Sekreter’e 12 Ocak 2015’te verilen mektupta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Türkiye’ye karşı harekete geçmesi istendi.

 

 

Beşar El Caferi, Dışişleri Mevlüt Çavuşoğlu’nun Fransa’da geçtiğimiz günlerde bir süpermarkete saldırı düzenleyen Amedy Coulibaly’nin eşi Hayat Bouncedenne’nin 2 Ocak’ta Madrid üzerinden Türkiye’ye geldiği, Kadıköy’de bir otelde kaldığı ve 8 Ocakta Suriye’ye geçtiği tespit edildiği açıklamasına dayandırılarak yazdığı mektupta ‘’Bu açıklama bizim daha önce çok kez söylediğimiz gibi Türkiye’nin dünyanın dört bir yanından gelen yabancı teröristlerin Suriye’ye geçmelerinin ana kanalı olduğunu resmi ağızdan itirafıdır.Türkiye aynı zamanda teröristlerin kendi ülkelerine ya da başka ülkelere geçişlerinin de ana yoludur…Suriye Arap Halk Cumhuriyeti bu nedenle Güvenlik Konseyi’ni ve uluslar arası toplumu önlemler alma ve Türk rejimininin politikalarını kınama çağrısı yapar.Türk rejimi, barış ve güvenliği tehlikeye sokmakla sorumlu tutulmalıdır’’ ifadelerini kullanmıştır ki son derece önemlidir ve yakın gelecekte bu konuda çarpıcı gelişmelere neden olacaktır.

 

 

Fransa’da 7 Ocak 2015’te Ortadoğu kökenli teröristlerin 17 insanı acımasızca katletmelerinden sonra Batı radikal dinci kökenli terör konusunda Türkiye’nin rolü üzerinde daha titizce duracağı kesindir.

 

 

Ama şunu katiyetle belirtmemiz gerekir ki, bu radikal dinci terör konusu Türkiye’yi değil doğrudan Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nu ilgilendirmektedir, çünkü Suriye ile ilgili bu kanlı politikaların tek mümessileri, çok yakın ekipleri ile birlikte onlardır.

 

 

Bunun nedenlerini bir yıl önce yazdığım yukarıdaki makalemde etraflıca açıkladım.

 

 

Hür dünya şunu bilmelidir ki bu konuda suçlu Türkiye değil, Recep Tayyip Erdoğan ile akıl hocası Başbakan Ahmet Davutoğlu’dur.

 
Sevgili okurlarım, ”Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan’ı Savaş Suçu Sanığı İlan Etmelidir” başlığı altındaki makalemi yazının da içeriğinden anladığınız gibi, ilki 6 Ocak 2014 ve sonra kısa bir ekle 22 Ocak 2015 tarihinde ikinci defa yazmıştım ki her ikisinde de büyük ilgi gördü ve çok okunanlar arasına girdi.

 
Aynı yazıyı şimdi kamuoyunda oluşan bu konudaki gündem dolayısıyla doğan gereksinim nedeniyle ve de en önemlisi yazının içeriğinde geçen MİT tırları ile ilgili teröre yardım suçunu, değerli gazeteci Can Dündar’ın belgelemesi, RTE tarafından zeytinyağı gibi üste çıkarcasına, daha doğrusu suçu kapatma korku refleksiyle biri ağırlatılmış olmak üzere iki müebbet hapis cezası vs. ile bir basın mensubu hakkında suç duyurusunda bulunarak bu yolla herkesi korkutmaya çalışması tekrar üçüncü defa yayınlamama sebep oldu.

 
Açıkça demek istiyoruz ki Can Dündar’ın bir yurttaş, bir siyasetçi, bir köşe yazarı olarak yanındayız ve bu yolda mücadele veren herkesin yanında olacağız.

 
”Korkunun ecele faydası yok” sözünün içerdiği anlama inanıyorum ve Suriye’de katledilen 400 bin insan ile yerinden yurdundan edilen 5 milyon göçmenin- 4 milyonu ülkemizde yoksulun rızkına ortak olup kriminal suçların çoğalmasına neden olmuştur-güruhu ile birlikte gerçek suçlusunun ”Uluslararası Ceza Mahkemesi”nde yargılanacağı günler çok yakındır.

 
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin bu konuda verdiği son demeçler, yargılanmaya giden yolda çok önemli sinyallerdir.

 

 

İbrahim ÖZDOĞAN Twitter

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!