Muhalefet eliyle ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne doğru

Muhalefet eliyle ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne doğru
24 Aralık 2012 21:10

“Kuvvetler ayrılığı” konusunda Abdullah Gül ile ters düşen Erdoğan, bir gün sonra sözlerini düzeltip “Cumhurbaşkanı ile aynı düşünüyoruz” dedi.

Av.Cemil CAN H&H YORUM

Erdoğan, mecbur kaldığı için böyle bir düzeltme yaptı. Gerçekte düşüncesi değişmiş değil!   
 
Erdoğan, demokrasinin temel direği olan “Kuvvetler ayrılığı” ilkesini içselleştirmiş değildir. Bunu kanıtı kendini savunmak için söylediği: “Galataport satışını yapıyoruz ama yargı bunu engelliyor. Benim Bakanım şube müdürünü alıyor tayin yapacak. Ve bu tayini siz 11 kez 12 kez durduruyorsunuz” sözleridir. Başbakan hukuk tanımıyor. Ne istiyorsa olacak. Dolayısıyla idarenin keyfi işlemlerinin e denetlenmesini istemiyor. Verdiği örnek de bunu kanıtlıyor.

Mahkeme şube müdürü olan bir memurun atamasını hukuka aykırı bulmuşsa, buna saygı gösterilecek ve hukukun gereği yerine getirilecek. Yargı kararlarının gereği yerine getirilmeyen bir ülkede, “hukuk devleti”nden de “adalet”ten söz etmek mümkün değildir.  Mahkemenin kararını boşa çıkartmak için çeşitli bahanelerle, bir memur 11 kez tayin edilmeye çalışılıyorsa, bu çok açık bir itiraftır… Başbakan’ın rahatsız olduğu durum budur işte. İdarenin keyfi işlemlerine yargının “dur” demesini kabullenemiyor. Erdoğan’ın bilinçaltındaki düşünce böyledir ve bunu itiraf etmiştir. İstediği sultan olmaktır!..
 
Dikta rejimine olan hevesini “Başkanlık Sistemi” ile tatmin edebileceğini düşündüğü için “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”nu kurarak, bu suça muhalefeti de ortak etmek istemiştir. Nitekim gerçek amacının “demokrasi” olmadığı 12 Eylül Halkoylaması ile kabul edilen ve yargı erkinin bağımsızlığını tamamen ortadan kaldıran değişiklikleri “kırmızı çizgi” olarak ileri sürmesi ve değiştirmeye niyeti olmadığını açıklamıştır. Bu yalın gerçeğe rağmen muhalefet partilerinin komisyondaki sandalyelere yapışması suç ortaklığından başka hiç bir anlama gelmemektedir. 

Komisyon dışında kalmak suretiyle, Erdoğan’ın “Başkanlık Sistemi”  talebine karşı muhalefeti örgütleyip, bu talebi engellemek mümkündür. Halkoylamasına kadar geçecek süre içerisinde kıt olanaklarla bile olsa halka gerçeği anlatmak olanaklıdır. Komisyonda kalarak yapılmak istenen değişikliğe meşruiyet kazandırılmış olmaktadır ve TBMM’ndeki görüşmelerde yeterli oy desteği bulunamazsa bile, halkoylamasına gidilerek istenen değişiklik için gerekli halk desteği bulunabilecektir. Kısıtlı süre içerisinde, halkoyuna başvurulduğunda, muhalefetin yeterli iletişim araçlarına sahip olmadığından halkın aydınlatması neredeyse imkânsız hale gelecektir. Başka bir söyleyişle muhalefet kendine lazım olan en önemli zamanı şimdi masada savurganlık yaparak harcamaktadır…

Kaldı ki, bu defa yapılacak olan değişiklikle birlikte, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın, daha önce çekince konulmuş bulunan maddeleri de Anayasa hükmü haline getirileceği için, BDP bu yöndeki anayasa değişikliklerine, bu arada “Başkanlık sistemi”ne de büyük olasılıkla “evet” diyecektir.

Aynı şekilde başta Kılıçdaroğlu olmak üzere, Y-CHP’nin, CHP mirasını reddeden milletvekilleri de söz konusu değişikliklere “evet” diyerek, Mecliste aranması gereken çoğunluğa ulaşamasalar da, halkoylamasından kolaylıkla geçebileceklerdir!..

Görüldüğü gibi daha şimdiden AKP, BDP ve MHP ile Y-CHP’nin bir kısım milletvekilleri, bu değişiklikleri destekleyeceklerini belli etmişlerdir. Dolayısıyla olası bir halkoylamasında Erdoğan istediği Anayasal değişikliği yaparak “Başkanlık Sistemi”ne geçişi sağlayacaktır. 

Olası “başkan”ımız Erdoğan, demokrat ve hukukun üstünlüğüne inanmış bir lider olmadığı için, rejim kolayca faşizme doğru kayacaktır!.. 

Başbakan Erdoğan’ın istediği rejimde: Örneğin stratejik ve benzeri önemleri bakımından yabancılara satışını ülke çıkarlarına aykırı görülen, örneğin;  Galata Limanının satışı gibi özelleştirmeler engellenemeyecektir. Aynı şekilde (siyasi düşünceleri veya inancı farklı olduğu için Bakanı tarafından sevilmeyen) işinin ehli bir şube müdürü, haksız ve keyfi olarak tayin edildiğinde, yargı yoluna başvurarak hakkını arayamayacaktır. Bir gecede 7 bin sağlık memurunun istekleri dışında tayinlerinin yapılması karşısında, yargı yoluna başvurup hak aranmasından iktidar rahatsızlık duymaktadır. Haksızlığa uğrayan memurlara hakkının verilmesine karar veren mahkemeleri Başbakan istememektedir.  

Başka bir örnek verelim: Köprülerin ve otoyolların özelleştirilmesine “Başkan”ın  isteği dışında şirketler katılamayacak ve ihale AKP’ye yakın Ülker Grubu’nun bulunduğu konsorsiyuma 8 yıllık geliri karşılığında verilecek, fakat kimse bu ihalenin iptali için dava açamayacaktır!..  “Başkan”,  oğlu Bilal ile Burak arasındaki “eşitsizliği”  gidermek için 10.5 milyon Dolara ikinci bir “gemicik” satın alacak ve kimse bu kadar parayı nereden bulduğunu veya nasıl kazandığını, vergisini verip vermediğini soramayacaktır. Gerektiğinde yargı yoluna da başvurulamayacaktır!.. 

Aynı şekilde yabancılara 1.43 TL’ye satılan benzinin, Türk vatandaşlarına neden 4.7 TL’ye satıldığını kimse sorgulayamayacaktır. Sosyal medyada dolanan fıkra gibi bir başka örnek verelim: Başbakana en az 500 puanla girilen OTDÜ’ye, Başbakan’ın 8 TOMA, 3600 polisle ve 20 zırhlı araçla girip, gaz ve biber bombaları ile çocuklarımızı hırpalamasına, kimse ses çıkartamayacak ve hiç bir organ önünde hesap soramayacaktır. Erdoğan’ın istediği; şehit kanıyla sulanarak vatan yapılmış bu kutsal toprakların “NATO toprağı” olarak ilan edilmesinin, topraklarımızın yabancılara satılmasının, TELEKOM gibi stratejik öneme sahip kurumlarımızın düşmana satılmasının hesabını hiç bir zaman kimsenin soramamasıdır… Başka bir söyleyişle, Erdoğanların istediği rejimde; Deniz Fenerleri ve halkı soyanlar hiç bir şekilde yargılanamazlar. Hükümete muhalefet edenlerin ise,  zindanlara doldurulup, yargısız infaz edilirler… 

Erdoğan’ın şikâyetçi olduğu durum, yukarıdaki örnekleri soran, soruşturan ve gerektiğinde yargılayarak gereğini yapan kurumların varlığıdır. Bunun adı “Kuvvetler ayrılığı”dır. Ne yazık ki, böyle keyfi bir rejimin (faşizmin) gerçekleşmesi için yapılacak olan anayasa değişikliğine, en büyük katkı, masada oturan muhalefet tarafından verilmektedir…
 
Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, muhalefetin suç ortaklığı, bu gerçeklerin zamanında halka anlatılmaması ve anlatacak olan aydınlara zaman kaybettirmekle gerçekleşmektedir. TBMM’nde zaten bir şey yapamayacakları bellidir!.. Bu durum baş sorumluları Kılıçdaroğlu ile Bahçeli olacaktır…

Yeni rejimin her ne kadar adı “Başkanlık Sistemi” olarak konulmuşsa da gerçekte Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye için öngörülen rejim “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”dir, açık bir faşizmdir!..

Anlaşılmaktadır ki, bu yeni rejim içerisinde Y-CHP ile yeni MHP “muhalefet” görevi yapmayı kabul etmişlerdir! O bakımdan geçiş süresinde muhalefet yapar gibi yapmaktadırlar. Başka bir söyleyişle, iş işten geçtikten sonra, yapılanlara muhalefet etmek; gerçekten muhalefet edecek olanların ayrı bir merkezde örgütlenmesini engellemek anlamına da gelmektedir…  


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..