Başbakanın da sorguya çekilmesi lazım

Başbakanın da sorguya çekilmesi lazım
26 Mart 2012 09:23

Yeniçağ Gazetesi’nin usta kalemi Yavuz Selim Demirağ ile söyleşimizin ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

Yeniçağ Gazetesi’nin usta kalemi Yavuz Selim Demirağ ile söyleşimizin ikinci bölümünü paylaşıyoruz.

 

 

 

 

Deniz Bilgen ÇAKIR    H&H RÖPORTAJ

 

 

-Erdoğan’ın sağlığı konusunda çeşitli spekülasyonlar çıktı… Eğer sağlık durumu konuşulanlar gibiyse zaten aktif siyasete daha fazla devam edemeyecektir. Sizce?

 

Doğru diyorsunuz. Erdoğan’ın ameliyat sürecinin mercek altına aldığımızda bunu görüyoruz zaten. Küçük bir operasyon, hafta başında mesaiye başlayacak deniyor ama üç hafta geçiyor evden çıkamıyor…

 

İlçe kongrelerine kadar giden Erdoğan artık hafta sonları evden çıkamaz halde. Hafta içinde bir grup toplantısı, bir bakanlar kurulu toplantısı var.  Bunların saatleri de mutat. Kürsüde saatlerce konuşan Erdoğan yerine şimdi on dakikada hadiseyi özetlemeye çalışan bir Erdoğan var.

 

Bir de şu var, Erdoğan hep okurken etkilidir. Spontane sorulara verdiği cevaplarda hem medyada haber olur hem de zaman zaman programın dışında laflar etmeye başlar. O spontane sözleri de “ananı da al git”, “gözünüzü toprak doyursun” gibi halkı aşağılayan söylemleri vardır. Artık bu söylemlere de izin verilmiyor.

 

Çünkü Erdoğan artık gazetecilerin karşısına çıkmıyor. Sadece TRT’nin marifetile İcraatın İçinden ve grup toplantısı var.  Son beş altı ayda Erdoğan’a soru sorma cesareti gösteren bir gazeteci görebiliyor musunuz? Yok.

 

Tabi burada gazeteci arkadaşları da tenzih etmek lazım. O imkan verilmiyor. Korumalar ve Başbakanlığın yaptığı programla uzak tutuluyorlar. Gazeteci ve Erdoğan karşı karşıya getirilmiyor. Bu da ayrı bir propaganda yöntemi.

 

-Başbakan’dan bahsediyoruz. Hakan Fidan’dan bahsetmemek olmaz. Erdoğan’ın Fidan için soruşturma izni vermeyeceği artık açık.

 

Evet vermeyecek. Seçimlerden önce muhalefetin ‘bunu nasıl yaparsınız. Bunu yapanlar haindir’ çıkışlarına şerefsiz cevabını vermişti. Asla böyle bir şey olmadığını, bunu iddia edenlerin şerefsiz olduğunu iddia etmişti. Ama gün geldiğinde bunun ortaya çıkmasıyla beraber öyle bir u dönüşü yaptı ki. Bir taraftan kabulleniyor, evet diyor… Bir taraftan devlet adına başkası yaptı, ben yapmadım diyor. Yani ben şerefsiz değilim, onlar şerefsiz der gibi. Ben yapmadım ama yaptırdım… Bu cumhuriyet tarihinde karşılaştığımız en kötü olay.

 

 

 

-KCK yapılanması içinde MİTçilerin olduğu iddiaları da var bir yandan…

 

Evet bunlar çok ciddi şeyler. KCK’nın içindeki MİT yapılanmasına dair iddialar çok ciddi. Aktif rol aldığı, tutuklananların arasında da MİT ajanlarının olduğuna dair şeyler… Bu ülkede gerçek anlamda savcılar, hukukçular varsa, üzerine gitmeli bunların.

 

 

 

-Fidan, Savcının karşısına çıkarsa olabilecek senaryoları konuşalım biraz da…

 

Fidan, çıkıp da ben talimatı Erdoğan’dan aldım derse bu defa Başbakanın da sorguya çekilmesi lazım. Bunu tarihe not ettik. Kimse kalıcı değil. Önümüzdeki yıllarda Sivas katliamını zamanaşımına uğratıp, üstünü örttükleri gibi örtemeyecekler bunları.
Ama bir yıl, ama üç gün sonra hesabı sorulacak.

 

-Biraz da son kitabınızdan bahsedelim. Dijital Terör…. Balyoz davasını işlediniz…

 

Evet. Balyoz olarak iddia edilen davada 367 sanık var. 367 rakamı ne ifade ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki hadiseyi. Bu tip olaylar çok ilginçtir. Mesela 28 kişilik davalar var, 28 Şubat’ı temsilen. Oraj, ıslak imza vesaire… Bunlara dikkat çekmek istiyorum ben.

 

-Yani bir çeşit kısasa kısas, rövanş gibi….

 

Evet… Daha önce Yeniçağ’daki köşemde yazmıştım. Sayın Emin Çölaşan da yazmıştı. Bunlar hep bir intikamın, bir rövanşın belirtileri. Nuray Mert de itiraf etmek zorunda kaldı, Balyoz 28 Şubat’ın rövanşıdır diye…

 

 

 

-Peki nedir Balyoz davasına dair yazdıklarınız. Kitabın adı Digital Terör… İlginç bir isim…

 

Bakın Balyoz davasında hiçbir delil yok. CD ve flash disklerden bahsediliyor. Bu davada 1670 sahtecilik ortaya çıktı. On binlerce sayfalık bir iddianame var. Toplamda 6 bin civarında sahtecilik olduğunu sanıyoruz. Dün mesela Hasdal cezaevinden bir mektup aldım. 43 yeni sahtecilik belgelenmiş. Bu dijital bir terördür aslında. Biz de kitapta bunu ele aldık.

 

Tabi tümünü almak mümkün değil ama güzel örnekler verdik.

 

 

-Bir iki örnek verebilir misiniz…

 

Kurmay Albay Mustafa Önsel var mesela. Bursa’da Kurmay Başkanıyken güya öğrencileri fişliyor. Uludağ Üniversitesi’nde bir çocuğun irticacı olduğunu söylemiş. Oysa o tarihte o öğrenci Adıyaman’da ilkokul öğrencisi. Yani Önsel böyle bir öngörüye mi sahip. O tarihte 11 yaşında olan çocuğun yıllar sonra Uludağ Üniversitesi İşletme bölümünü kazanacağını ve irticacı olduğunu yıllar önceden biliyor. Zaten çıkıp kendisi de mahkemede söyledi, benim adım Nosrtadamus Mustafa dedi.

 

-Yani sahte delillerle üretilmiş bir davadan bahsediyoruz aslında…

 

Evet aynen öyle. Bakın Balyoz denilen olayda 250 tutuklu, 367 sanık var. Fakat gerçek anlamda seminere katılan 46 kişi. Diğerlerinin alakası yok. Katılmadıkları gibi o tarihlerde uzun süredir yurt dışında ikamet edenler de var.

 

-Sadece bu dava bazında düşünmeyelim, genel olarak süregelen davaları ele alırsak arkasındaki amaç ne?

 

Amaç Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki Kemalist, milliyetçi, devrimci, idealist unsurları tasfiye etmek. Bakın bu daha önce de yapıldı. 1960 darbesinden sonra oldu. 12 Eylül’de oldu. Genç harbiyeliler, subaylar işkencelerden geçirilerek atıldı. 70 muhtırasında da oldu. Hatta 28 Şubat’ta da oldu.

 

-Kamuoyunda 28 Şubat hep farklı anılır oysa…

 

Sadece namaz kılanlar atıldı gibi iddialar var ama tam tersi. İçlerinde elbette bu yüzden atılanlar da vradır ama asıl antiemperyalist kadrolar tasfiyeye uğradı.

 

Benim tanıdığım onlarca milliyetçi subay soruşturma geçirdi. Bir kısmı emekliliğe zorlandı bir kısmı YAŞ  kararıyla çıkarıldı. Maksat TSK içinde Atatürkçü, kuvacı ruhu yok ederek, kendi emirlerinde bir ‘Şaban’ oluşturmak. Kitapta bunları dile getirmeye çalıştım.