ABD Erdoğan’dan şundan dolayı vazgeçti…

ABD Erdoğan’dan şundan dolayı vazgeçti…
7 Temmuz 2013 18:30

ABD’nin Mısır’daki darbeye ilişkin olarak, açıkça ortaya koymadığı gerçek bakışını Tony Blair’in sözlerinden anlayabiliriz.

Safile USUL H&H YORUM

Blair, The Observer’a verdiği röportajda şöyle demiş dün…

“Demokrasi tek başına etkin hükümet demek değil… Mısır ordusu, müdahale veya kaos arasında bir tercihle karşı karşıya kaldı.”

Bu sözlerden (de) hem Blair’in hem de zaten siyasi konularda temel olarak İngiltere ile ortak hareket eden ABD’nin Mısır ordusunun darbesini desteklediği görülüyor…

Peki, daha yakın zamanlarda Arap baharı denilen şeyi destekleyen, Erdoğan’ın Ortadoğu’daki Sünni mezhep temelinde birlik politikasına göz kırpan ve bundan siyasi fayda uman ABD bugün neden Mısır ordusunun darbesine destek verirken Mursi’yi ateş gibi güçlü hislerle destekleyen Erdoğan’a mesafeli ve ondan artık umudunu kesmiş halde?

Bu sorunun cevabı için önce biraz ABD politikasının temel taşlarına bakalım…

New York’da Manhattan’ın okyanusla birleştiği kıyıda bir meydan vardır…

Giderseniz oraya muhakkak gidin…

Orda Kore savaşında hayatını kaybetmiş askerlerin (ABD’den sona en çok Türk askeri hayatını kaybetmiş) isimleri ve sembolik mezarlarının olduğu bir bölge var.

Bu bölgede ayrıca duvarlara yazılmış çok sayıda cümle var. (hatırladığım kadarıyla levha şeklinde idi yazılmış cümleler)

Bu cümleler kadar ABD’nin kendine ve dünyaya bakışını simgeleyen başka birşey yoktur sanırım.

Söz konusu ifadelerde ABD’li çok sayıda tarihi figürün kendisinin dünyaya bir misyonla gönderilmiş olduğunu düşündüğünü görebilirsiniz.

Sanki yeryüzünü kurtarmak/şekilendirmek için yollanmışlar dünyaya, böyle hissediyorlar.

Ki, ABD kuruluşu itibari ile aslında çok geç bir tarihe sahip ve kendisini anlamlandırma çabasında bu kuruluşun izleri de var.

Böyle biraz yalnız, biraz bu yalnızlık içinde kendini anlamlandırma konusunda büyük bir istek ve çaba.

Nitekim, Bill Clinton’ın eski danışmanı Charles Kuppchan 2000’li yılların başında bana ABD’nin geleneksel olarak aslında izolasyonist politikalara sahip olmuş olduğunu, 2. Dünya Savaşı sonrasında bunun değiştiğini ancak ABD’nin bir müddet sonra tekrardan geriye çekilme, kendi içine kapanma gibi bir eğilime girebileceğini anlatmıştı. (Charles Kuppchan AB ülkelerinde de çok sayıda konferansa katılırdı)

Fakat esasında, ABD kendine biçtiği dünyayı şekillendirerek kurtarma misyonunda hep çok zorlanageldi.

Çünkü,bir defa, ABD temel devlet politikasında son derece savrulan bir yapıya sahip.

Ve de, siyasal kurumlaşması ve tecrübe hazinesi çok zayıf ve çok impulsif hareket ediyor.

Örneğin, 1970’lerde komünizme karşı İslam’ı destekledi ve siyasal İslam’la son derece ilkesiz ittifaklar kurdu.

Daha sonraki yıllarda bundan zarar görünce bu sefer ılımlı İslam diye bir laf çıkardı ortaya.

İşte bu döneminde Erdoğan ve AKP ile tanıştı.

Ve, zannetti ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin çelikten kalıpları içinde var olan ve AB rotasının getirdiği imkanlar döneminde iktidar olarak bunun nimetlerinden sonuna kadar istifade ederek uzun süreli bir iktidar yakalayan Erdoğan Ortadoğu’ya ve Arap alemine de model olabilir ve ABD’nin Ortadoğu’da önünü açabilir.

Ama geçen seneler bunun olmayacağını ABD’ye gösterdi.

Çünkü ılımsız veya ılımlı hiçbir dinsel temelli siyasallık herhangi bir ülkenin veya bölgenin önünü açamaz, tam tersine tıkar ve patlatır.

Nitekim Erdoğan ve Hükümeti bir yandan pragmatik bir biçimde AB ile giderken öte yandan kendi doğasına uygun olarak oluşturduğu klasik mezhepçilik ve pragmatik hakimiyet politikası ile Ortadoğu’da tepki çekmeye ve dışlanmaya başladı, ki, Erdoğan’ın ilk başlardaki Ortadoğu popülaritesinin temelinde de Türkiye Cumhuriyeti ve AB avantajları vardı.

Ancak Erdoğan bilhassa da bir zaman sonra dengelerini tamamen yitirdi ve bu etkisi de gitgide eridi.

Bütün bu zaman diliminde ABD yavaş yavaş şunu gördü…

Ben ılımlı İslamla hareket ettiğimde bunun sonu ılımlılık ve demokrasi değil, daha fazla din istismarı, güç ve mezhep savaşı ve neticede çatışma oluyor ve de Ortadoğu’da işlerim çatallaşmaya devam ediyor.

ABD’nin kendi politikası ile kendini taşıyamadığı dönem bariz ve somut olarak aslında 2005 civarında başladı ve Bush İran politikası konusunda ipleri Almanya’ya bırakmayı kabul etti (birgün müsait bir vakitte bu konuyu detaylı yazarım)

ABD, ama, bir yandan Almanya ve AB’ye yaslanırken bir yandan da yine Erdoğan’la deneme yapıyordu.

Bu Obama döneminde devam etti.

Ve, farkındaysanız Obama Erdoğan’ın egosunu bildiği için onu hep pohpohluyordu.

Benim küçük teyzemin bir lafı vardır, “Aferin eşeği” der.

Yani, bir insanı kullanmak istediğinizde ona hep, “Aferin” diyerek onu çalıştırma anlamında.

ABD aslında değer vermediği siyasi figürlere ve ülkelere bu muameleyi yapıyor.

Fakat ABD bu politikası ile de sonuç alamadı ve Ortadoğu’da siyasal din faktörünün ılımlı veya ılımsız tutmadığını gördü.

Ki, ABD siyasi konularda ciddiye aldığı istişareleri AB ile de yürütüyor ve AB de bu zaman içinde hem Erdoğan’a hem de Ortadoğu’da siyasal İslam’a iyice mesafe almıştı.

AB’den gelen sinyal de, “Siyasette din ile oyunun sonu iyi olmuyor” oldu, ki, ABD bunu kendisi de görmeye başlamıştı zaten.

Ve, bir zaman sonra ABD tekrar ordu yapılarına dönmeyi tercih etti; Mısır ordusunu da bu kapsamda destekliyor.


Yazarın Son Yazıları:
Köfteden de gitti birkaç puan
İstanbul’a alındı gözüyle bakabiliriz
Gökhan Zan ve ses kaydı