‘Yoksulluk kadınlar ve çocuklarda yaygınlaştı’

‘Yoksulluk kadınlar ve çocuklarda yaygınlaştı’
15 Ağustos 2021 09:57

Covid-19’un dünya genelinde yarattığı yoksulluğa değinen ODTÜ Öğretim Üyesi Helga Rittersberger Tılıç, “Yoksulluğun özellikle çocuk ve kadınlar arasında yaygınlaştığını vurgulayabiliriz” diyor.

 

 

Koronavirüs geçen yılın ocak ayından beri hayatımızın en önemli parçası. Salgın nedeniyle birçok insan eve kapanmak zorunda kalırken bu dönemde yurttaşını en az destekleyen ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti oldu.

Ücretsiz izin, kısa çalışma ödeneği gibi patron yanlısı uygulamaların yanı sıra ‘yardım’ adı altında yurttaşlar bankalara borçlandırıldı. Dünyada ise yoksulluk ciddi boyutlara ulaştı.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Helga Rittersberger Tılıç Covid-19 sonrası artan yoksulluk ve eşitsizliği Sözcü’ye anlattı.

 

 

►Covid sonrası toplumda yaşanan değişimleri, özellikle artan yoksulluk üzerine etkilerini nasıl yorumlayabiliriz?

Çok homojen bir toplumda yaşamadığımızı biliyoruz, özellikle sınıfsal açıdan, toplumsal cinsiyet açısından, etnik köken açısından, yaş açısından çok büyük farklılıklar var. Covid döneminde toplumun daha dezavantajlı kesimlerinin şüphesiz sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada çok daha zor bir süreçten geçtiğini biliyoruz. Bu durumda, sosyal bilimler literatüründe iktisatçıların da ağırlıklı olarak vurguladığı bir nokta var: Yoksullar daha da yoksullaştı. Hangi ülke olursa olsun. Tabii ki dereceleri, kademeleri ve yoksulluk ölçekleri farklı olabilir. Göreceli olarak farklılıklar vardır. Bunlara da değineceğiz.

 

 

►Covid gündelik hayatımızda ne gibi değişiklikler yarattı? Yakından izlediğiniz Almanya ve Türkiye arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

Bundan iki buçuk yıl önce kimse karantinaların yaşanacağı, dükkanların kapatılacağı, uçakların uçamayacağı, otobüslerin gidemeyeceği bir dünya hayal edemezdi, bu en fazla bilim kurgu filmlerinde olurdu. Şimdi bütün bunlara alıştık, ama tabiki burada bir şey gördük. Az önce de bahsettiğim gibi, bu süreçte var olan eşitsizlikler daha da derinleşti, daha da yoğunlaştı. Kabaca gündelik hayatımızı etkileyen dört alana odaklanalım: sağlık, eğitim, iş ve konut.

Sağlık konusunda uluslararası istatistiklere/analizlere de baktığımız zaman, Covid’den daha çok yoksulların öldüğünü görüyoruz. Bunun bin bir sebebi olabilir. Zaten var olan kronik hastalıklardan kaynaklanabilir; iyi yaşam koşulları, aşılanma ve hizmetlere erişim eksikliğinden olabilir. Örneğin bu dönemde tipik kampanyalardan biri, iyi korunmak için iyi beslenmek üzerineydi.

Eğitim konusunda da ciddi anlamda eşitsizlikler görüyoruz. Sadece Türkiye üzerine konuşmuyorum. Almanya da buna dahil. Orada da işçi sınıfının çocuklarının daha dezavantajlı durumda olduğunu görüyoruz. Çünkü herkesin evinde bilgisayarı ya da internete ulaşma imkanı yok. Almanya’daki model Türkiye’dekine kıyasla, ağırlıklı olarak bilgisayar sahipliği üzerinden ilerliyor. Ancak şu da var: Almanya’da okulları tümüyle kapatma politikası çok çok geç başladı ve çok sınırlı tutuldu. Türkiye’deki gibi okullar 2 yıl hiç yokmuşçasına kapanmadı. Üniversiteler kapandı ama özellikle ortaokul ve lise düzeyindeki okullar kolayca kapanmadı. Bir yandan eğitim bireysel sermayeye (bilgisayar sahipliğine) dayanıyor, ancak diğer yandan kamu hizmetini de olabildiğince sürdürmeye çalışıyorlar ve zannediyorum uzun vadede bakınca daha başarılı çıkıyorlar.

Özellikle iş güvenliği az olan ülkelerde (Türkiye gibi) ve sektörlerde çalışanlar en dezavantajlı konumdaydılar. Çünkü çok büyük risklerle hayatlarını sürdürmek zorundaydılar. Yani işçi bu süreçte fabrikasına gitti, inşaatta da çalıştı. Orta sınıfın üstü için de ciddi kısıtlamalar vardı, yok demiyorum. Onlar da zorluklar yaşadılar ama en azından home-office koşullarını sağlayabildiler. Almanya’da ise bu dönemde, kısa dönemli iş (Kurzarbeit) olanaklarının azalmasıyla öğrencilerin daha fazla yoksullaştığını görüyoruz.

Konut konusunda ilginç bir nokta var. Almanya’dan örnek vermek gerekirse; Almanya’da ev sahipliği önemli ama kiracılığı çok çok önemli. En son bununla ilgili bir rapor gördüm: Yoksullaşan Almanların Covid akut dönem içerisinde ev kirasını ödeyemedikleri için kira erteletmeleri uzun süre yapıldı ancak şimdi bunun sonu geldi. Ve şu anda birçok kişinin evinden olmasından korkuluyor. Bu bağlamda, özellikle konut konusunda, devletin sosyal desteğinin gerekli olacağı konuşuluyor.

 

 

►Devletler bu dönemde ekonomik olarak nasıl etkilendiler ve Covid’le baş etmek için ne gibi stratejiler uyguladılar? Yapılan devlet yardımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pandemi sürecinde tüm dünyada ekonomilerin aşağıya gittiğini gördük ama Türkiye gibi ülkelerin pandemi öncesinde de durumu çok parlak değildi. Pandemiyle birlikte bu sorunlar yoğunlaştı. Covid sürecinde yapılan devlet desteklerinden söz etmek gerekirse; biliyoruz ki bütün kapitalist dünyada desteğin çoğu sermayeye gitti. Bankalara, şirketlere çok büyük destekler verildi. Orta büyüklükte ve küçük esnaf ikinci-üçüncü sırada kaldı. Ama tabii ki bir yandan tekrar bakınca önemli bir payın nüfusa da dağıtıldığını görüyoruz. Örneğin Amerika’da yüzde 25 direkt aynı nakit para yardımı yapıldı, Almanya’da da yapılan yardım o civarlardaydı. Yunanistan’da ise bu rakam yüzde 21’di. Bunlar önemli yatırımlar. Ama tabii ağırlıklı olarak daha dolaylı mekanizmalar; vergilerin azaltılması ya da taksitlendirilmesi gibi stratejiler kullanıldı.

 

 

►Covid döneminde bireysel yaşamımızda ne gibi değişiklikler oldu? Yapılan kısıtlamalar hayatımızı nasıl şekillendirdi?

Pandemi döneminde şöyle ilginç bir değişiklik gördük: Hepimiz bir şekilde izolasyonu kabul ettik. Otoriter kararlara uyum sağladık ve sağlıyoruz. Özellikle Türkiye’de yapılan uygulamaları ben oldukça şaşırtıcı buldum ve bu süreçte gençlere ve yaşlılara çok büyük bir ayrımcılık yapıldığını düşünüyorum. Haftalarca, aylarca 20 yaş altı ve 65 yaş üstü olanlar eve kapatıldı. Bir denetleme gerekli değil mi? Tabii ki gerekli ama denetimin nasıl uygulandığı ve nasıl kabul gördüğü de aynı derecede önemli.

Bu süreçte yalnızca yasaklamalar olmadı. Aynı zamanda bir tahakküm, kontrol, gözetim ve denetim mekanizması da devreye girdi. Artık nerde, ne zaman olduğun, ne yaptığın çok daha kolay takip edilebiliyor.

Bütün bunları sadece Türkiye için söylemiyorum. Ama örneğin Almanya ile tekrar kıyaslarsak, mekanizmaların farklı işlediğini görebiliriz. Orada da yasaklar vardı ama hızlı test yapma olanakları da mevcuttu. Ayrıca belli koşullar içerisinde toplumun her kesimi birer ikişer kişiyle temas halinde olabildi. Yani daha katmanlı bir sistem vardı ve bu hiç kimsenin (65 yaş üzeri dahil) 7-8 hafta boyunca akrabalarını fiziksel olarak göremediği bir sistem değildi.

 

 

►Ayrıca Almanya’da Covid’in yoksulluk üzerindeki etkileri hakkında neler söyleyebiliriz?

Covid sürecinde, Almanya’da da yüzde 17-18 civarında yoksullaşan bir kesimden söz ediyoruz. Ancak bu kesim Türkiye’deki yoksullardan farklı. Çünkü destekleme mekanizmaları iki ülkede farklı; tüm liberalleşmeye rağmen Almanya’da bu sosyal destek mekanizmaları hala güçlü işliyor.

Ona rağmen geçen gün UNICEF’in bir raporunu gördüm. Pandemi öncesinde dünyada, çocuk yoksulluğu yüzde 47’ydi. Pandemiden sonra yüzde 56’dan bahsediliyor. Burada yüzde 9’luk bir çocuk yoksulluğu artışından söz ediyoruz. Yoksulluğun ölçülmesi sadece gıda, besin ile sınırlı değil; okul, konut da dahil. Ancak yine de bu, uluslararası ölçek içerisinde çok korkunç bir tablo. Bu bağlamda, yoksulluğun özellikle çocuk ve kadınlar arasında yaygınlaştığını vurgulayabiliriz. Bir de çok dramatik bir nokta daha var: Almanya’da en yoksul insanların sosyal yardım yasası Hartz phere a göre, gündelik Euro hakkı 4,70 Euro. Bununla en fazla iki tane sağlam FFP2 maskelerden alınabiliyor. Görülebildiği gibi, kendini korumak için en güvenilir maskeye erişim yoksullar için çok mümkün olmuyor. Onun dışında, önemli bir nokta daha var. Bu yoksullaşan yüzde 17-18’lik nüfus içinde kadınların oranı erkeklerden daha yüksek ve özellikle göçmen kökenli olanların yüzde 27, Alman pasaportu olmayanların ise yüzde 35 daha yüksek. Yani toplumda kademeli olarak Alman, kadın, çocuk, göçmen kökenli kişiler ve Alman pasaportu olmayan kişiler şeklinde bir sıralama görüyoruz. Böyle baktığımız zaman, aslında bizim her zaman vurguladığımız, var olan sınıfsal, etniksel, toplumsal cinsiyet, yaş farklılıklarının yarattığı eşitsizliklerin derinleştiğini açıkça anlıyoruz. Bütün bunların, ilginç bir şekilde, küresel bir boyutu var. Biz hep küresellikten bahsettik, onun ne kadar muhteşem olabileceğini söyleyenler de oldu. Ama en sonunda bu tam tersine döndü; pandemi döneminde ülkeler, bölgeler, kentler, şehirler geçişkenlikler sağlanamayınca daha kapalı olmaya başladı. Bu da mikro ve makro milliyetçiliklerin yükselişine zemin hazırladı.

 

 

►Devletlerin bu süreçte uygulamış olduğu stratejiler arasındaki farklılıklar neydi? Hangi ülkeler daha başarılı oldu?

Anladık ki herkes teknik olarak Covid olabilir, ancak tabii ki uygulamalar veya kendini koruma mekanizmaları arasında sınıfsal ve bölgesel olarak büyük farklar var. Bu süreçte dünyada da kuzey ve güney arasındaki ayrımın daha da çatallaştığını söyleyebiliriz. Ülkeler bu dönemde çok farklı politikalar uyguladı. Örneğin, Brezilya’da, adeta “İnsanlar bırakın ölsün” şeklinde bir yaklaşım vardı. Ancak Yeni Zelanda ve Kanada gibi ülkelerde uygulamalar çok farklıydı.

Pandemi küresel oldu; günümüzdeki sel, yangın, kuraklık gibi iklim felaketleri de aynı şekilde, aynı dönemde, dünyanın farklı yerlerinde yaşanıyor. Ancak bunlarla baş etme stratejileri, yardımlar ve destekler ülkelere göre farklılık gösteriyor. Bu felaketlerin yaşanmasını önlemek tabii ki en iyisi olacaktır, ancak baş etme stratejileri geliştirmek de oldukça önemli. Örneğin Covid’in ilk dönemlerinde sürekli vaka sayısının Almanya’da daha hızlı arttığı söyleniyordu. Bu doğru olabilir, ancak bir yandan da orta ve uzun vadeli stratejide Almanya oldukça başarılı bir aşılama örneği gerçekleştirdi. Türkiye başarısız mı oldu? Onu bu şekilde ifade etmek istemiyorum, ilk dönemde çok hızlıydı. Ancak şu anda darboğazda ve fiilen nüfusun önemli bir kesimi aşıya ulaşamıyor. Bunları da görmemiz lazım.

 

 

►Bütün bunlara bakıp hayal kırıklığı yaşayan, “Biz ne yapabiliriz ki?” diye düşünen kişiler var. Sonuç olarak, sizce Covid’den geleceğe yönelik olumlu ne gibi dersler çıkarabiliriz?

Umutsuz bir yaklaşımı doğru görmüyorum. Biraz da diyalektik baktığım için, her zaman bu tür krizlerin potansiyelleri olduğunu düşünüyorum. Evet, bu süreçte herkes evcilleştirildi, kadınlar “ev kadınlaştırıldı” ama şu da var: Dayanışma ölmedi, devam ediyor, sadece farklı şekiller alıyor. Yalnızca sosyal medyada değil, direk alanda, fiilen de yardımlar gerçekleştiriliyor. Örneğin şu an kriz anında, yangın bölgelerinde, fiilen birçok insan nakdi yardım yapıyor. Ben bu tarz örnekleri Almanya, Portekiz, Yunanistan gibi farklı ülkelerden de biliyorum. Örneğin mahalleler, yaşlı nüfusu çok da asosyalleştirmemek için kendi aralarında ortak mutfak, yemek dağıtımı, alışveriş hizmetleri gerçekleştiriyor. Yani bu örnekler var, her yerde olmasa da var. Ben bu kolektif hareketin potansiyellerini Türkiye’de de görüyorum. Bunu fark etmemiz ve bunun üzerine maddi-manevi yatırım yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü anlıyoruz ki bu salgınlar devam edecek. Kolektif bir bilinç ve dayanışma olmadan, bireysel olarak, bu sorunu kolayca çözemeyiz. Bu bilinç mahalleden, sokaktan, apartmandan, temas ettiğin gündelik yaşam pratiklerinden başlıyor. Ben fiilen, aylarca, ortaklaşa yemek transferi yapan apartmanlar biliyorum. Bu ortak deneyimlemeler çok önemli. Kolay değil, ama Türkiye’de bu imece kültürü var. Kentte ve kırsal alanda.Bunun üzerine bir strateji geliştirilebilir.