Sistemin kölesi olmak ya da olmamak

Sistemin kölesi olmak ya da olmamak
16 Ocak 2012 12:21

Sistemin kölesi olmak ya da olmamak…

Son zamanlarda “başarının sırrı” şeklinde başlıklara/içeriklere sahip kitaplarla karşılıyor, bu konu hakkında yazılmış çeşitli yazılara denk geliyorum. Aslında “başarı” hiç de yeni bir konu değil ama özellikle ülkemizde şu sıralar çok cazip bir konu olmaya başladı nedense! Başarının biçim değiştirmiş anlamı “kolaydan köşe dönmeyi” ifade ediyor ve kapitalizmin herkese sunduğunu iddia ettiği şaşalı dünyanın cazibesine ulaşmada kilit kavram olarak karşımıza çıkıyor. “Kitap endüstrisi” içerisinde başarının cazibesini anlatan kitaplara karşılık zaman zaman da başarının dayanılmaz ağırlığından, kapitalist rekabetin insanın ruhunu tükettiği iş dünyasından bahseden kitaplar da yer almıyor değil. Alıyor almasına da seslerini duyan çok olmuyor!

Konu her ne kadar “saf başarı” gibi görünse de bu kitapların temelinde çok daha derin bir felsefe yer alıyor ve bu felsefe zihinlere işleniyor: kapitalizm ve onun kazanma hırsı! Herhangi bir soru/konu karşısında “kapitalizm” cevabını vermek çok tanıdık, çok bildik ve çok kolaycı bir yöntem elbette. “Başarı” odaklı kitaplardan kapitalizme ulaşmak ise çok da analitik bir düşünme sürecini gerektirmiyor. Kapitalizm kar ve dolayısıyla başarı ister, başarının kapitalizme göre bu biçim değiştirmiş anlamı ile onun arkasındaki hırsı ister. Bu yeni anlamı ile başarının temelinde rekabet felsefesi vardır. Bu rekabet felsefesinin arkasında ise Machiavelli’ye biraz haksızlık olsa da “amaca giden her yol mubahtır” söylemi yer alır. İşte bu kitaplarda anlatılanlar da özetle budur ve bu noktada sizden bir seçim yapmanız beklenir: Ya kapitalist sistemin tanımıyla sıradan bir hayat süreceksin, ya da kapitalizmin büyülü dünyasının kapısını açmak için mücadele edeceksin! Seçim size aittir!

Kapitalizm her gün yaşadığımız, her gün anlamlandırmaya çalıştığımız insan ilişkilerinin birebir içerisinde ve bu ilişkilerin tanımlayıcısı niteliğindedir. Şöyle bir etrafınıza baktığınızda sistemin kölesi olmak ya da olmamak ya da köle olurken aslında olmuyormuş numarası yapmak adına verilen üç türlü mücadele ile karşı karşıya gelirsiniz. Birileri sisteme boyun eğmeden yaşama ve sistemi bu anlamda bir nebzede olsa dönüştürebilmek adına kavgalarını dürüstçe sürdürürler. Birileri sistemin hiçbir zaman değişmeyeceğini düşünerek en azından sitem yanlısı olmayı bence dürüstlükle tercih ederler. Birileri de sistemin kölesi olanların arkasından konuşup “içten pazarlıklarla” ve “mış” gibi yaparak sistemin ekmeğine yağ sürerler. Ben daha çok üçüncü ve ara kategoridekilerle ilgileniyor ve asıl sıkıntının bu “mış gibi” yapanlarda olduğuna inanıyorum. Gelin bu “mış gibi” yapanlara yakından bir bakalım…

Bahsettiğimiz bu kitapların anlattığı başarıya ulaşmak isteyen, bu kitaplardaki yöntemleri okuyan ve gündelik hayatta bunları uygulayan “sol-umsular” biraz önce bahsettiğimiz üçüncü kategorinin ta kendisi. Bunlar kendini solda tanımlamak isteyen ve solun “ahlaklı duruşundan” nemalanmak isteyenler aslında. Gerçekte “sol felsefe” ile yakından, uzaktan alakaları yok. Sol düşünceyi sadece okumuş ve her ortamda kendine solcu diyen bu insanlarla sohbetlerinizde kapitalizmin bir gün son bulacağını konuşur, solun neler yapması gerektiğini tartışır ve kendilerini gizlemek için kullandıkları büyülü ve ahlaklı cümlelerine inanırsınız. Ancak arkanızı döndüğünüzde bunlar hemen oracıkta kuyunuzu kazar, kapitalizmin can simidi haksız rekabet kurallarını size karşı hiç tereddütsüz işletir ve amaca giden yolda her tür taklayı atarlar. .

Kapitalizmin çok sorgulanmadığı ülkemizde ve yine çok sorgulanmamış bir solculuk tarafından kapitalizm kolaylıkla yaftalanabilir. Ülkemizde de çoğunlukta olduğuna inandığım “sol-umsular” işte bu yöntemle kapitalizmi eleştirerek solculuk yaptıklarına inanmakta ve yazık ki aslında kapitalizmin hayat felsefesi ile derinden ilişkilenerek yaşamaktadırlar. İşte bu nedenle başarının, başarı için hırsın ve sistem içerisinde şekillenen birey psikolojisinin sol-umsular yüzünden gerçek sol siyaset için ne derin yaralar açtığını ve aslında ülkemizde gerçekten sol siyasetin neden yapılamadığını bu bakış açısı ile konuşmak durumundayız.

Bir felsefe o felsefeye göre yaşamadığınızda, erdemlerinizi o felsefe ile yoğurmadığınızda göstermelik olmaktan öteye gitmez, gidemez. Bir felsefeye sadece lafta inanmak, o felsefenin savunuculuğuna soyunmanızı haklı kılmaz. Sol-umsular için bir daha hatırlatalım, ne diyor Marx; “Filozoflar çeşitli biçimlerde dünyayı yalnızca yorumladılar, [oysa] önemli olan onu dönüştürmektir.”(K. Marx, Tez ? 11) Demek ki Marx’a göre de lafla peynir gemisi yürümüyormuş. Sadece konuşarak olmuyormuş demek ki! Elbette bu tezi bu kadar basit bir şekilde analiz etmek mümkün değil ama en genel anlamı ile ve en azından Marx’ın bizden tartışmamızı istediği konu bu olsa gerek. Her durumda sistemi eleştirerek solcu olmaya çalışanlara “dönün bir de kendi hayatlarınıza bakın” diye haykırmamak elde değil…

Bugün Türkiye’deki solun ve bu solun içinde yer alanların en derin açmazlarının “sol-umsu” olmak olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde sol siyaset aslında buradan yara almaktadır. Aydın olduğunu iddia eden (ki onlar için aydın olmak sadece kitap okumak demektir) ülkemizdeki bu “sol-umsu” felsefe/siyaset gerçek solu çürütmekte ve onun bu topraklarda yaşamasına olanak vermemektedir. İşte bu nedenle bu ülkede çok renkli ve çok çeşitli düşünceler yoktur, eleştirel düşünce gücü zayıftır. Farklı bir taraf olduğunu iddia edenlerin çoğu hep aynı taraftandır. Eşitlik edebiyatı yapanlar sistemin gerçek kölesi, emek lafını dillerinden düşürmeyenler gerçek emek sömürücüleridir…
Gelin şu sözün bize ne demek istediğini, kimlerin sadece “post”ları ile ilgilendiği yeniden düşünelim…Düşünelim ve kendimize gelelim…
“Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi POSTUNA özen göstermen yeterlidir.”
Umutla ve sevgiyle kalın…

Sol-umsular

 

Son zamanlarda “başarının sırrı” şeklinde başlıklara/içeriklere sahip kitaplarla karşılıyor, bu konu hakkında yazılmış çeşitli yazılara denk geliyorum. Aslında “başarı” hiç de yeni bir konu değil ama özellikle ülkemizde şu sıralar çok cazip bir konu olmaya başladı nedense! Başarının biçim değiştirmiş anlamı “kolaydan köşe dönmeyi” ifade ediyor ve kapitalizmin herkese sunduğunu iddia ettiği şaşalı dünyanın cazibesine ulaşmada kilit kavram olarak karşımıza çıkıyor. “Kitap endüstrisi” içerisinde başarının cazibesini anlatan kitaplara karşılık zaman zaman da başarının dayanılmaz ağırlığından, kapitalist rekabetin insanın ruhunu tükettiği iş dünyasından bahseden kitaplar da yer almıyor değil. Alıyor almasına da seslerini duyan çok olmuyor!

 
Konu her ne kadar “saf başarı” gibi görünse de bu kitapların temelinde çok daha derin bir felsefe yer alıyor ve bu felsefe zihinlere işleniyor: kapitalizm ve onun kazanma hırsı! Herhangi bir soru/konu karşısında “kapitalizm” cevabını vermek çok tanıdık, çok bildik ve çok kolaycı bir yöntem elbette. “Başarı” odaklı kitaplardan kapitalizme ulaşmak ise çok da analitik bir düşünme sürecini gerektirmiyor. Kapitalizm kar ve dolayısıyla başarı ister, başarının kapitalizme göre bu biçim değiştirmiş anlamı ile onun arkasındaki hırsı ister. Bu yeni anlamı ile başarının temelinde rekabet felsefesi vardır. Bu rekabet felsefesinin arkasında ise Machiavelli’ye biraz haksızlık olsa da “amaca giden her yol mubahtır” söylemi yer alır. İşte bu kitaplarda anlatılanlar da özetle budur ve bu noktada sizden bir seçim yapmanız beklenir:  Ya kapitalist sistemin tanımıyla sıradan bir hayat süreceksin, ya da kapitalizmin büyülü dünyasının kapısını açmak için mücadele edeceksin! Seçim size aittir!

 

 

 

 
Kapitalizm her gün yaşadığımız, her gün anlamlandırmaya çalıştığımız insan ilişkilerinin birebir içerisinde ve bu ilişkilerin tanımlayıcısı niteliğindedir. Şöyle bir etrafınıza baktığınızda sistemin kölesi olmak ya da olmamak ya da köle olurken aslında olmuyormuş numarası yapmak adına verilen üç türlü mücadele ile karşı karşıya gelirsiniz. Birileri sisteme boyun eğmeden yaşama ve sistemi bu anlamda bir nebzede olsa dönüştürebilmek adına kavgalarını dürüstçe sürdürürler. Birileri sistemin hiçbir zaman değişmeyeceğini düşünerek en azından sitem yanlısı olmayı bence dürüstlükle tercih ederler. Birileri de sistemin kölesi olanların arkasından konuşup “içten pazarlıklarla” ve “mış” gibi yaparak sistemin ekmeğine yağ sürerler. Ben daha çok üçüncü ve ara kategoridekilerle ilgileniyor ve asıl sıkıntının bu “mış gibi” yapanlarda olduğuna inanıyorum. Gelin bu “mış gibi” yapanlara yakından bir bakalım…

 
Bahsettiğimiz bu kitapların anlattığı başarıya ulaşmak isteyen, bu kitaplardaki yöntemleri okuyan ve gündelik hayatta bunları uygulayan “sol-umsular” biraz önce bahsettiğimiz üçüncü kategorinin ta kendisi. Bunlar kendini solda tanımlamak isteyen ve solun “ahlaklı duruşundan” nemalanmak isteyenler aslında. Gerçekte “sol felsefe” ile yakından, uzaktan alakaları yok. Sol düşünceyi sadece okumuş ve her ortamda kendine solcu diyen bu insanlarla sohbetlerinizde kapitalizmin bir gün son bulacağını konuşur, solun neler yapması gerektiğini tartışır ve kendilerini gizlemek için kullandıkları büyülü ve ahlaklı cümlelerine inanırsınız. Ancak arkanızı döndüğünüzde bunlar hemen oracıkta kuyunuzu kazar,  kapitalizmin can simidi haksız rekabet kurallarını size karşı hiç tereddütsüz işletir ve amaca giden yolda her tür taklayı atarlar. .

 
Kapitalizmin çok sorgulanmadığı ülkemizde ve yine çok sorgulanmamış bir solculuk tarafından kapitalizm kolaylıkla yaftalanabilir. Ülkemizde de çoğunlukta olduğuna inandığım “sol-umsular” işte bu yöntemle kapitalizmi eleştirerek solculuk yaptıklarına inanmakta ve yazık ki aslında kapitalizmin hayat felsefesi ile derinden ilişkilenerek yaşamaktadırlar. İşte bu nedenle başarının, başarı için hırsın ve sistem içerisinde şekillenen birey psikolojisinin sol-umsular yüzünden gerçek sol siyaset için ne derin yaralar açtığını ve aslında ülkemizde gerçekten sol siyasetin neden yapılamadığını bu bakış açısı ile konuşmak durumundayız.

 
Bir felsefe o felsefeye göre yaşamadığınızda, erdemlerinizi o felsefe ile yoğurmadığınızda göstermelik olmaktan öteye gitmez, gidemez. Bir felsefeye sadece lafta inanmak, o felsefenin savunuculuğuna soyunmanızı haklı kılmaz. Sol-umsular için bir daha hatırlatalım, ne diyor Marx; “Filozoflar çeşitli biçimlerde dünyayı yalnızca yorumladılar, [oysa] önemli olan onu dönüştürmektir.”(K. Marx, Tez ? 11) Demek ki Marx’a göre de lafla peynir gemisi yürümüyormuş. Sadece konuşarak olmuyormuş demek ki! Elbette bu tezi bu kadar basit bir şekilde analiz etmek mümkün değil ama en genel anlamı ile ve en azından Marx’ın bizden tartışmamızı istediği konu bu olsa gerek. Her durumda sistemi eleştirerek solcu olmaya çalışanlara “dönün bir de kendi hayatlarınıza bakın” diye haykırmamak elde değil…

 
Bugün Türkiye’deki solun ve bu solun içinde yer alanların en derin açmazlarının “sol-umsu” olmak olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde sol siyaset aslında buradan yara almaktadır. Aydın olduğunu iddia eden (ki onlar için aydın olmak sadece kitap okumak demektir) ülkemizdeki bu “sol-umsu” felsefe/siyaset gerçek solu çürütmekte ve onun bu topraklarda yaşamasına olanak vermemektedir. İşte bu nedenle bu ülkede çok renkli ve çok çeşitli düşünceler yoktur, eleştirel düşünce gücü zayıftır. Farklı bir taraf olduğunu iddia edenlerin çoğu hep aynı taraftandır. Eşitlik edebiyatı yapanlar sistemin gerçek kölesi, emek lafını dillerinden düşürmeyenler gerçek emek sömürücüleridir…

Gelin şu sözün bize ne demek istediğini, kimlerin sadece “post”ları ile ilgilendiği yeniden düşünelim…Düşünelim ve kendimize gelelim…

“Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnız kendi POSTUNA özen göstermen yeterlidir.”

Umutla ve sevgiyle kalın…

 

HH – Nurgül Özdemir