Halkların doğal hakları ve devlet olma gerçeği

Halkların doğal hakları ve devlet olma gerçeği
3 Temmuz 2013 17:24

İnsanların doğuştan getirdiği ve yaşam tarzını ilgilendiren doğal hakları bambaşka bir olgudur ama devlet olma gerçeği de çok daha başka bir olgudur.

İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

En eskilere kadar uzanabildiğimiz tarihsel kayıtlar insan hakları ihlalleri, zulümler ve hatta sıkça başvurulan katliamlarla doludur, azalmış olsa da ta günümüze kadar.

Milyonlarca yıllık insanlık tarihi boyunca sosyal, siyasal, kültürel,coğrafya koşulları, dinsel inanışlar vs nedenleriyle ırkların oluşumundan sonra da savaşlar, kanlı mücadeleler sürüp gitmiş, bir kısım topluluklar diğer toplulukları çeşitli güçleri nedeniyle hegemonyası altına almıştır.

Ki bu güç daha çok uygarlıktaki ilerleyiş şeklindedir.

Hegemonya altına alan topluluklar işgal edilen toprakların asli unsurları olurken, bunlara boyun eğen topluluklar ise azınlık durumuna düşmüşleredir.

Bu nedenle asli unsurların sosyal, siyasal, kültürel yaşamları toplumun tümüne yayılırken konuştukları dil de ülkenin kullandıkları ortak dili haline gelmiştir.

Yani Biyoloji biliminden bildiğimiz selektivite yasası Tarih biliminin de bir yasası olarak işlemiştir.

İşte bu nedenle bir kısım ırklar atalarının çeşitli yönlerden zayıflıkları yüzünden baskın olma özelliklerini kaybettiklerinden dolayı kurulan devletler de kültürlerini tarihin bir hükmü olarak hakim kılamamışlardır.

Ama bu demek değildir ki, yüzyıllarca birlikte yaşadıkları asli unsurları sosyal, kültürel, düşünsel, lisan, paradigmik yönelimler konusunda etkilememişlerdir.

Örneğin, Anadolu topraklarında Türklerle Kürtler Alparslan’ın 1071 yılında kazandığı Malazgirt zaferini esas alırsak 950 senedir birlikte yaşıyorlar ve bu süre içerisinde sadece biyolojik olarak karışma dışında kültürel ve sosyolojik olarak da karışmışlardır.

Bu öyle bir karışım ki, bu iki topluluk birbirlerinin yaşam tarzlarını etkilemenin de dışında ortak bir kültür paydası oluşturmuşlardır.

Her şeyden önce bu iki büyük topluluğun da Müslüman oluşu kültürel genlerin daha hızlı ve verimli kaynaşmasını sağlamıştır.

Öncelikle sosyolojik bir veri ve devlet felsefesi olarak şu realitenin altını çok kalın bir çizgi ile çizmemiz gerekiyor ki, bir ülkede yaşayan bütün ırklar nüfus oranları ne olursa olsun o ülkenin, birlikte yaşanan uzun tarih süreci içerisinde sadece sosyal, kültürel, dil, örfler, adetler, gelenekler ve dinsel inançlarını etkilememiş, aynı zamanda devlet yapısını, organlarını ve işleyiş şeklini de yoğun biçimde etkilemişlerdir.

Bunu inkar etmek bilimsellikten uzak kör bir cahilliktir.

Şu anda yönetildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumsallaşmış yapısında 950 senedir Türklerle birlikte yaşayan Kürtlerin sosyal ve kültürel olarak ezici bir etkisinin olduğunu bilmemek ne büyük bir gaflettir.

Bırakın Kürtler’i, yine yüz yıllardır Türkler’le birlikte yaşayan tüm ırkların, yani, Çerkezler, Abazalar, Gürcüler, Lazlar, Boşnaklar, Araplar, Rumlar, Bulgarlar, Yahudiler, Zazalar, Pomaklar, Ermeniler, Süryaniler, Arnavutlar vs, aklınıza hangisi gelirse yani Anadolu’da yaşayan bütün ırkların hem kültürel, sosyal ve inançsal yaşama dair büyük etkileri vardır hem de “Türk Devleti” yapısını tarih boyunca derinden etkilemişlerdir.

Yani bir sentez halinde oluşan bu gerçek karşısında “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nde yaşayan herkes etnik kökeni ne olursa olsun zaten atalarından ve kültürlerinden gelen katkıları nedeniyle eşit topluluklardır.

Bu sosyolojik ve kültür antropolojisini ilgilendiren konuyu neden belirtiyorum?

Dış ülkelerin tahrikiyle ayrı bir devlet veya onun başlangıcı olacak özerk yönetimler kurmak isteyen bir kısım ayrılıkçı Kürtler hem kendilerine hem de bu ülkede yaşayan herkese yazık ediyorlar.

Neden?

Biyolojik selektivite gibi tarihsel selektivite de hükmünü vermiştir ve yüzyıllar boyunca süren kültürel ve sosyal sentez sonucu diğer devletler gibi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” çok doğal olarak oluşmuştur.

Doğal olmayan ne olabilirdi?

Kürtler’in ve yaşayan diğer ırkların dillerini, kültürlerini, geleneklerini, örf, adet ve inançlarını günlük yaşamda yasaklamak olurdu.

Bilhassa son on bir senede oluşan AKP hükümeti dönemindeki baskılara rağmen geldiğimiz demokratik boyut önemli ölçüde bu yasakları kaldırmıştır.

Bunlar yeter mi?

Kesinlikle yetmez.

Bilakis Devlet ve Millet yaşantımıza katkıda bulunacak şekilde Türkiye’de yaşayan her etnik ve inanç grubunun, dillerini, kültürlerini, sosyal yaşamlarını, inançlarını, adet ve geleneklerini araştırıp geliştirerek Türk Milleti olarak kültürümüzü zenginleştirecek enstitülerin kurulması gerekir.

Yani Türkiye’de ne kadar etnik grup varsa mutlaka bunlara ait enstitülerin kurulması kültürel zenginliğimiz için gereklidir.

Kürt Enstitüsü, Boşnak Enstitüsü, Arnavut Enstitüsü, Süryani Enstitüsü, Arap Enstitüsü, Alevi Türkmen Enstitüsü, Yahudi Enstitüsü, Ermeni Enstitüsü, Rum Enstitüsü vs, tüm etnik ve inanç grupları için bunu çoğaltabilirsiniz.

Şu bilinen bir gerçektir ki, her dilin sözcüklerinin belleklerde oluşturdukları kavram ve paradigmalar çok farklıdır ve bunları öğrenen herkese hangi lisana ait olursa olsun yeni fikirler ve ufuklar kazandırarak kültürel ve bilimsel yaşantımıza paha biçilmez katkılar sağlarlar.

Çünkü bütün dillerdeki her bir sözcük, deyim, atasözleri ve her çeşit kavram capcanlı birer varlık gibi öğrendiğimizde bizi dipdiri yaparlar.

Sadece bunlarla kalınmamalı bu etnik grupların yaşantılarının ve dillerini günlük konuşmalarda kullanmaları için Devlet teşvik bile yapmalıdır.

Neden?

Bir ülkede kültür çeşitlenirse, düşünen insan sayısı çoğalır, düşünen insan sayısı çoğalırsa felsefe gelişir, felsefe bilimi geliştirir, bilim teknolojik gelişmeleri sağlar, teknoloji ise gönenci (refah) çoğaltır.

Gönenç artışı demokrasinin ve özgürlüklerin daha çok gelişmesi demektir.

Demokrasi ve özgürlük ise insanoğlunun varmak istediği gaye olan mutluluğu yakalamak demektir.

Tüm bu özgürlüklere rağmen tarihin verdiği hükmü etnik gruplardan herhangi birinin veya birkaçının konuştuğu lisanın resmi dil olarak anayasaya girmesini isteyemezsiniz.

Zaten yukarıda açıkladığım şekilde tarihsel olarak devlet ve millet yaşamına istesenizde istemezsenizde kültürel katkılarınızı vermişsiniz.

Yani sosyal ve kültürel genlerle devlet yaşamına çok doğal olarak ortak olmuşsunuz.

Üst kimlik olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tek milleti vardır;o da Türk Milleti’dir.
Türk Milleti’nin tek resmi dili vardır; o da Türkçe’dir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tek bayrağı vardır; o da ay yıldızlı, kırmızı-beyaz renklerde oluşan “Türk Bayrağı”dır.

Devlet’in yapısı tek merkezden yönetilen, birliğimizin çimentosu olan üniter yapıdır.

Kısaca bu ülkede yaşayan her etnik grubun Türk Devleti kurumsal yapısında, Türk dilinde, Türk kültür ve sosyal yaşamında, oluşmuş Türk geleneklerinde, inançlarında ortak katkıları vardır ve bunun adına “Türklük” denmektedir ki, buna da mecburuz; aksi taktirde çöken bir yapının altında hepimiz kalarak hep birlikte yok oluruz.

Ne zorumuz var ?

Rahat rahat, mutlu mutlu ister İstanbul’da ister Diyarbakır’da veya canımız nerede isterse orada doya doya yaşayalım, seyahat edelim.

Özerk bölgeler istemek bölücülüktür ve ayrı bir devlet kurmanın ilk aşamasıdır; bunu kimse yemez.

Bakın, ABD 50 eyaletten oluşuyor ama bunlar sonradan birleştikleri için zorunlu olarak böyle.
Şimdilik neden bu 50 eyalet bir arada yaşıyor?

Dünya sömürüsüne dayanan güçlerini birleştirmiş olarak ortak çıkarları nedeniyle bir arada duruyorlar.

ABD dünyayı sömürü gücünü kaybettiği an bu 50 eyalet kısa sürede babağımsızlıklarını ilan ederler.

Neden ABD’nin tek resmi dili İngilizce’dir?

Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki, birden çok resmi dil olduğu anda bölünme mukadderdir.

Resmi dairelerinde, okullarında, tüm etnik kökenlilerin günlük yaşamlarında birbirleriyle iletişim kurdukları dil İngilizce’dir.

Ama yukarıda anlattığım gibi eğitim ve resmiyet dışında isteyen her etnik ve inanç grupları sınırsız bir özgürlük şeklinde kültürlerini, dillerini, inançlarını hem doyasıya yaşıyorlar hem de geliştiriyorlar.

İşte biz de Türkiye’de böyle bir model olsun diyoruz ve bunun Devlet’in teşvikiyle geliştirilmesini istiyoruz.

“Tarih”
ve “Kültürel Antropoloji” bilimlerinin kaydettiği sosyal yasa şudur ki, dünya yüzünde yaşayan her etnik grubun bireysel olarak en geniş anlamda özgürlüğü sağlanabilir ve mutlu edilebilir ama konuştuğu farklı dil nedeniyle ayrı bir devlet kurmanın olasılıksızlığı ayan beyan ortadadır.

Eğer öyle olsaydı bugüne kadar dünyada tespit edilen üç bin küsür dil topluluklarının hepsinin ayrı bir devleti olurdu.

Çünkü bu dillerin çoğunluğu işlevselliğini kaybederek devlet ve millet yönetmekten uzak bir hale gelmiştir.

Hangi etnik gruba mensup olursa olsun her bireyimiz gerçekleri kabul etmek zorundadır.

Önemli olan ideoloji uğruna azap çekmek mi yoksa şu kısacık ömrümüzü geldiğimiz demokratik boyut itibariyle ve hep birlikte el ele verip geliştirerek mutlu bir yaşam mıdır?

Ve herkes şuna inansın ki, Türk Kürt’süz, Kürt Türk’süz yaşayamazlar; birbirlerine yüzyıllar boyunca öyle alışmışlardır ki, birbirlerinin kokularına bile gereksinim duyarlar.


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!