DEVLET ADAMLARI VE DEVLETTE ADAMLAR

DEVLET ADAMLARI VE DEVLETTE ADAMLAR
3 Eylül 2011 15:10

Biz Türkler bugün pek fark etmesek de ortadoğudaki dengeyi ve kısmi de olsa “barışı” sadece varlığımızla bile sağlıyoruz. Bu, tek laik ve müslüman halktan oluşan toplum, Huntington gibi BOP stratejistlerinin ve hazırlayıcılarının tüm “medeniyetler çatışması” tezlerini varlığıyla çürüterek, bu bölgede dinsel-etnik savaşların yaşanmasını ve dış müdahelelerin olmasını engelliyor…

Türkiye – İsrail ilişkileri, İsrail kurulduğundan bu yana hiç bu kadar sarsılmamıştı. İsrail’in büyükelçisi Çarşamba gününe kadar Türkiye’yi terk etmek zorunda. Bizim ise geçen sene Mayıs ayından itibaren büyükelçimiz yok İsrail’de. Mavi marmara baskınından bu yana sürdürülen bu “özür” meselesi, Birleşmiş Milletler’in İsrail lehine taraf olması nedeniyle iki ülke arasındaki uçurumu daha da derinleştirdi. Türkiye elbette “büyük devlet” olmanın gereği olarak geri adım atmayacak. Hükümet de hem bu nedenden dolayı hem de tabanının İsrail’den duyduğu rahatsızlıktan ötürü geri adım atmayacaktır. İsrail hükümeti de oydaşlarının memnuniyetini elinde tutmak için bu tutumunu sürdürmeye devam edeceğe benziyor. Tel aviv sokaklarında insanlar başta B.M. raporu olmak üzere hükümetlerinin tutumundan gayet memnun.

< ?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /> 

Türkiye başta Ermeni meselesi olmak üzere , terör örgütüne karşı yürüttüğü  operasyonlarda İsrail’den büyük destek alıyor. Her sene 24 Nisan’da ABD Senatosuna gelen Ermeni diasporasını , Yahudi lobisi engellemekte , hatta ABD başkanlarının ermeni vatandaşlarına yönelik konuşmasında “soykırım” dememesi de Yahudi lobisinin kuvvetli etkisi sayesinde oluyordu!Elbette İsrail bunu dış politikasının gereği olarak yapıyor. Başta Türkiye’nin savunma sistemleri olmak üzere “kilit” ihalelerini İsrailli şirketler alıyor. Türkiye-İsrail arasında yaklaşık 2,5 milyar dolarlık bir ticaret hacmi bulunuyor. Elbette Türkiye – İsrail ilişkileriyle dünyanın bu kadar ilgilenmesi bu ticari hacimden değil, Ortadoğuda’ki askeri-siyasal işbirliği.

 

Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İsrail’e yönelik yaptırımları açıklamasının ardından önce Fransa, ardından da İngiltere hemen açıklama yaparak “ilişkilerin normalleşmesi gerektiğini” vurguladılar. Muhtemelen kısa süre içerisinde ABD ve Almanya da buna benzer açıklamalar yaparak ,Türkiye ve İsrail’in dışişleri bakanlarını beyaz sarayda biraraya getirmeye uğraşacaklardır. Buradaki okunması gereken taraf bu devletlerin dünyadaki askeri ve ticari “işbirlikleridir.”

 

Bu işbirliği de son 50 yıldır şu şekilde çalışmaktadır ; İngiltere stratejileri kurar, ABD bunu uygular, Almanya-Fransa Avrupa başta olmak üzere siyasi kamuyounu bu “işbirliğine” göre dizayn eder, İsrail de Ortadoğu da bu ticari-askeri işbirliğinin ortaklığını ve jandarmalığını yapar…

 

Zaten dış ilişkilerdeki yaptırımınız ve gücünüz bu ticari-askeri kapasitenizle doğru orantılıdır. Dış ilişkilerde  haklı olmanız yetmez, tüm alanlarda güçlü olmanız sonucu belirler. Türkiye-İsrail meselesinde Türkiye vicdanlarda haklı , İsrail ise yasada haklı oldu. Elbette vicdanlarda haklı olmak sonucu değiştirmedi. Türkiye de haklı olarak elindeki siyasi-askeri güçle doğru orantıda yaptırım uygulamaya başladı. Amerika B.M. güvenlik konseyinde bugüne kadar İsrail aleyhine olan hiçbir kararı onaylamadı ve “onaylatmadı.” Amerika her daim seçimini israil leyhine kullanmaya devam edecektir. Çünkü İsrail kendi “oyuncusudur.”

 

Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk müslüman ülke olmuştu. Tanıdığı günden bu yana işbirliğini kendi güvenliklerini göz önüne alarak geliştirdiler. İsrail’in bu bölgede en önem verdiği konuların başında “ güvenlik” geldiği için Türkiye gibi bir “dost” olmazsa olmazlarını oluşturuyor. Bana göre bu “arap baharı” meselesinin ardından İsrailin Türkiye’ye olan ihtiyacı daha fazla artmıştır. Çünkü Mısır gibi güçlü müslüman ülkelerle ilişkilerini ilerletmiş olan İsrail’in , bu yönetimlerin devrilmesinin ardından kendisine yeni  ilişkiler ve de buna uygun müttefikler belirlemek zorunda. Hem askeri hem de ticari faliyetlerini sadece akdenize bağlaması, İsrail’i bölgede “sıradan” ve “savunmacı “ bir devlet haline getirir. Ayrıca dünya kamuoyu , “antisemitizm” imajından sıyırdığı kendi kamuoyunda, İsrail’in müslümanlara karşı önyargılı bir devlet olduğu imajını çizebilir. Bence arap bölgesinde “Geç  gelen milliyetçilik “ yaşanacaktır. Bizde bazı kürtlerde olduğu gibi. ( Bu” geç gelen milliyetçiliğe” de başka bir yazıda değineceğiz. )

 

Biz Türkler bugün pek fark etmesek de ortadoğudaki dengeyi ve kısmi de olsa “barışı” sadece varlığımızla bile sağlıyoruz. Bu, tek laik ve müslüman halktan oluşan toplum, Huntington gibi BOP stratejistlerinin ve hazırlayıcılarının tüm “medeniyetler çatışması” tezlerini varlığıyla çürüterek, bu bölgede dinsel-etnik savaşların yaşanmasını ve dış müdahelelerin olmasını engelliyor.( Türkiye’nin varlığının dünya barışı için  anlamını-önemini ve yeni osmanlıcılık meselesinin bunu yıkmaya yönelik bir girişim olarak yine “Huntington” ve gibilerinin projesi olduğunu bir sonraki yazımda değineceğim. )

 

Yukarıda bahsettiğimiz bu “oyuncular” meselesi önemlidir. Buradan siyaset yapan-yapacak olan tüm genç arkadaşlarımıza şunu belirtmekte yarar vardır. Devletler uluslar arası alanda ticari paylaşımlarda bulunurlar. ( Bu 10000 yıl önce kurulan-bulunan devlet anlayışından beri böyledir. ) Ekonomiyi hangi üretim araçları belirlerse, buna yönelik “örtülü” bir işbölümü yapılır. Elbette büyük devletler bu iş bölümünde en karlı alanları alırlar. “Çevre ülkeler” diye tabir ettiğimiz az gelişmiş ülkeler ise bu iş bölümünde “onlara verileni” uygulamakla yükümlü kalırlar. Tekstilde dünya devi olduğumuzu ileri sürenler, iş bölümünde büyük devletlerin bunu bize bıraktığına değinmezler.Çünkü büyük devletlerin ve büyük devlet adaylarının arasındaki çatışma, iş bölümünden daha fazla alma isteğidir. ABD-AB-Tayland Beşlisi-Afrika ekonomik birliği vb. birliktelikler bunun için kurulmuşlardır.Diplomasi de ağırlıklı olarak bu mesele için vardır zaten.Örneğin direkt olan sermaye yatırımları artık karlı olmadığı için “çevre ülkelere” yani ucuz iş gücünün olduğu yerlere üretim kaydırıldı.Sermaye birikimi ise karı elde eden şirketlerin ülkelerinde toplandı. Şimdi “Bilgi toplumuna” geçildiği ve gücün bilgi olduğu çağda, bilgiyi elinde bulunduranlar iş bölümünde belirleyici olabiliyor. Rahmetli Başbakanlarımızdan Bülent ECEVİT’in son başbakanlığı döneminde durmadan “Bilgi toplumu olmalıyız.” demesi  ve buna uygun yatırımlar yapması da işte bu geniş yelpazeden baktığı, öngörülü bir devlet adamı olduğu içindir. İşte bu noktada ; Eğer bu boyuttan bakıp,ona yönelik politikalar ve siyasal hareketler geliştirirseniz “devlet adamı” olursunuz, bunu yapamazsanız “devlette adam” olursunuz…( “Bu notumdan sıkılmadıysanız” bu ekonomik paylaşım ve devlet adamlığı meselesini de ayrı bir yazıda kaleme alacağım. )

 

Ortadoğu dan yükselen kokular iyinin habercisi değildir.Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir,Saddam’ın düştüğü tuzağa girmemelidir(düşmemelidir).Sırtı sıvazlanan Saddam’ın Kuveyt’e yaptığı işgalci saldırıyı çağrıştıran;silahsız,işgalsiz fakat benzer bir eylemde bulunmamalıdır.Hükümet ve sorumluları sloganlarını şövence söylemlerle dile getirip Ortadoğu’da ipleri kopma noktasına getirmemelidir.Bu arada geçmişte yapılan uygulamaları tekrarlayarak Türk Halkının da gözünü boyamamalıdır.”Atı alan Üsküdar’ı geçti” tümcesini hatırlatırcasına “Özür dilemeyeceğim” diyen İsrail Hükümetine karşı büyük devlet kimliği ile itidalli ve sonuç alıcı diplomasi uygulanmalıdır.

 

Bu noktada Türkiye-İsrail ilişkisi de bu yelpazede değerlendirilirse eğer doğru çözümlere ulaşılabilir. Siyaset yapanların işi ülkenin karşısına çıkan durumlara refleks göstermekten daha çok, olabilecek sıkıntıları öngörüp, millet zarar görmeden önlem almaktır. İsrail’in fevri davrandığını düşünmek kolay olabilir. Ancak “arap baharından” sonra orta doğuda ki “şekillenmeyle” ilgili hem İsrail’e hem de Türkiye’ye düşen rollerin dışına çıkması bu krizi ve krizleri yaratıyor.Elbette Türkiye’nin izlemesi gereken dış politika  onurlu ve gerçekçi olmalıdır. Dış politikamızın dizaynı başka devletlerin parçasını oluşturursa bu milletimiz ve bölge barışı için olumsuz olur. Milli çıkarlara yönelik oluşturulan dış politika ise hem barışın hem de çıkarlarımızın “sigortası” olacaktır.

                                                                                                                                                                                                         Sürecek….