Kadının yine adı yok

Kadının yine adı yok
5 Haziran 2015 13:27

Fransa’da yaşayan bir müvekkilim, bana Türkiye’de kadın haklarından yana, feminist olduğunu, çünkü ülkemizde kadınların çok ezildiklerini, Fransa’ya gidince de erkek haklarından yana olduğunu söylemişti. Fransa’da kadınların haklarının çok fazla olduğunu, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden erkeklerle eşit, bazen daha fazla hakka sahip olduklarını, bunun yanında erkeklerin ezildiklerini uzun uzun anlatmıştı. Bu da insan haklarının, ülkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişlikleriyle çok yakından bağlantılı olduğunu göstermektedir.

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

Bugünkü uluslararası ve yerel insan hakları mevzuatımızın kaynağını oluşturan, Birleşmiş Milletlerce 1948 yılında kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ne göre, insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımak, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temelidir. İnsan haklarını göz ardı etmek ve hor görmek, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açmaktadır. İnsanların korku ve yoksulluktan kurtulması, düşünme ve ifade özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasının sıradan insanların en yüksek özlemi olarak ilan edilmiştir. İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliği ile korunması gerekir. Bunun için de temel insan haklarına, kişinin onuruna ve değerine, erkekler ile kadınların hak eşitliğine olan inançlar teyit edilerek, daha geniş özgürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam düzeyini sağlama kararlılığı vurgulamıştır. Benzer hükümler uluslararası diğer sözleşme ve anayasalarda da yer almıştır.

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylayan devletler, cinsiyet de dahil olmak üzere, hiçbir ayrımcılık yapılmadan herkesin hak ve özgürlüklerden yararlanmasının sağlanmasını taahhüt etmişlerdir. Ayrımcılık oluşturan mevzuatın değiştirilmesi ve bu arada aile adının eşitlik içinde seçilmesi de taahhüt edilmiştir. Esasen bu sözleşmeye ve mevcut Anayasamıza göre bile, kadının temel haklarını erkeklerle eşit olarak kullanması önünde hiçbir engel yoktur.

 

Mevcut Anayasamızın 90.maddesine göre, temel haklara ilişkin sözleşmelerle yasaların çatışması halinde, öncelik sözleşmelere verilir. Anayasanın bu hükmünü, hakimlerimiz yıllardır görmezden geliyorlardı. Şimdi Anayasa Mahkemesi de Anayasayı ve uluslararası sözleşmeleri ihlal ediyor.

 

Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa değişikliğinden sonra, temel hak ve özgürlükler konusunda daha da muhafazakârlaştı. Öyle ki, mevcut Anayasayı, uluslararası sözleşmeleri ve AİHM içtihatlarını bile görmezden gelecek noktaya geldi. Kararlarda, eski üyelerin hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yönünde, yeni üyelerin ise, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması yönünde oy kullanmaları kimseyi şaşırtmıyor. Hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını savunan üyelerin gerekçelerini okuduğumuzda, bu gerekçelerin mevcut anayasa ve uluslararası sözleşmelerle bağdaşmadığını görüyoruz.

 

Devrim Yasaları arasında yer alan Medeni Yasamıza göre, önce resmi nikah kıyılır, ardından çiftler isterse imam nikahı da kıyılır. Resmi nikah kıyılmadan imam nikahı kıyılması, Ceza Yasası’na göre suçtur. Bu düzenlemelerle kadının evlenme ile temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmak istenmiştir. Aynı zamanda sadece imam nikahı yoluyla erkeğin birden fazla kadınla evlenmesinin önüne de geçilmek istenmiştir. Yine ülkemizin kanayan yarası “çocuk gelin” faciasının engellenmesi amaçlanmıştır. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz günlerde resmi nikahtan önce imam nikahı kıyılmasına ilişkin Ceza Yasası’ndaki düzenlemeyi ve yaptırımı iptal etmiştir. Böylece Anayasa Mahkememiz, birden çok evliliğin, hileli evlenmelerin ve çocuk yaştaki evliliklerin önünü açmıştır. Bu kararla Anayasa Mahkemesi, kadınlara resmi nikahla getirilen tüm güvenceleri yok etmiştir. Aynı Anayasa Mahkemesi, 1999 yılında aynı konuda oy birliği ile red kararı vermiştir. Mahkemenin üye yapısı değiştirilip, dizayn edildikten sonra, Anayasa’ya ve Uluslararası Sözleşmelere tamamen zıt bu çağ dışı kararları vermesiyle, insan hakları savunucularının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin eleştirilerinin ne kadar haklı olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi, Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olma özelliğini de ne yazık ki yitirmiştir.

 

Türkiye, genelde insan hakları, özelde kadın hakları konusunda uygar ülkeler düzeyine gelmek için her türlü potansiyele sahipken, bu potansiyelini kullanamıyor. Demokrasi, kalkınma ve dünyanın büyük ekonomileri arasında yer alma hedefleri, insan haklarının bu karnesiyle yakalanamaz. Kadınlarımız, yaşamın her alanında eşit yurttaşlar olarak yer bulmadıkça, bu hedeflere ulaşılamaz.

 

“Kadının Adı Yok” kitabının yazarı, genelde insan hakları, özelde kadın hakları savunucusu rahmetli Duygu Asena, kadının birey olarak “adı”nın olmasını istiyordu. Uluslararası sözleşmeler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, cesur ve aydın hakimlerimiz sayesinde, kadının birey olması ve erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olması sağlanacaktır.

 

Önümüzdeki seçimler, bu nedenle de yaşamsal öneme sahiptir…

 

[email protected]

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü