Çanakkale’de efsaneler ve gerçekler

Çanakkale’de efsaneler ve gerçekler
25 Nisan 2015 10:20

Yakın tarihimizin en parlak zaferini modern masallara neden ve nasıl kurban ettik?

 

Yakın tarihimizin acı hadiseleriyle yüzleşemediğimiz gibi, parlak sayfalarını da efsanelere, ucuz duygusallıklara terk ediyoruz. Üstelik Çanakkale gibi bilginin, belgenin, fotoğrafın âlâsının bulunduğu, hepi topu 100 yıllık bir konuda. Peki, neden? Cevabı yine tarihte. Bizim Çanakkale’nin önemini idrak eder gibi yapışımız 70’lerin ortalarıdır. O zamana dek Milliyet gazetesinin inisiyatifiyle inşa edilen Şehitler Abidesi’nden başkaca birşey yoktur. Şehitlerimiz açık arazide çürür. Savaştan kalan malzemeler devlet eliyle satılır. 18 Mart’lar küçük anmalarla geçiştirilir. Bölgeyi milli park ilan edip korumaya alışımız 1974; yalan-yanlış sembolik mezar, levha, heykelleri konduruşumuz 80 Darbesi’nden sonradır. 2000’lerden itibaren kitle turizmine, müteahhitlere ve “serbest şehit ekonomisi”ne teslim edilen, tarihi dokusunu önemli ölçüde kaybeden Çanakkale muharebe alanları, yakın tarihte tekrar değiştirilen statüsüyle (Kıyı Koruma ve Devlet İhale Kanunu’ndan muaf) imara açılma tehdidi yaşıyor. Tarihi olaylar üzerine saha çalışması yapmaz, orijinal eser üretmezseniz ne yaparsınız? Kötü edebiyat, kötü sinema, gösteriş, nutuk, siyasete malzeme, beton/sembolik şehitlik, asfalt, maskot, biblo, abartma, yalan- dolan, vs. Gerçek işler yapmayanlar, kendilerini sembollerle, klişelerle, kof kahramanlık hikâyeleriyle ifade eder. İşte kimi çok yeni, kimisi epey eski en meşhur Çanakkale masalları:

 

 

Mehmetçiğe ‘derin saygısızlık’ anıtı

 

Conbayırı’na çıkarken sağ kolda Albayrak Sırtı’ndaki heykel, kucağındaki yaralı Avustralyalı subayı kendi siperlerine geri taşıyan kahraman Türk askerini betimliyor. Altında, sonradan vali olmuş Avustralyalı Üsteğmen Casey’in bu olayı anlatan tanıklığı var. Kendisi (ya da başka birisi) savaştan sonra herhalde Türkiye’ye geldi ve Türklerin pek hoşuna gideceğini düşünerek bu hikâyeyi uydurdu. Yok tabii böyle bir şey (Ne arşivlerde, ne hatıratlarda, ne de bu savaşın bilimsel başyapıtını yazan Charles Bean’in kitabında). Ama bizim çok hoşumuza gidiyor bu “kahraman düşman” edebiyatı. Son yıllarda Avustralyalı resmi ağızlar bile bu hadiseyi ANZAC mitolojisine dahil ettiler. 250 bin şehit rakamı toplam zayiat, yani savaş dışı kalmış askerlerin sayısıdır ki gerçekte 300 binler civarındadır. Şehit sayımız 101.279’dur (Dr. General Kemal Özbay’ın, Türk Asker Hekimliği ve Asker Hastaneleri Tarihi) kitabında açıklanan gerçek rakam budur. Bu sayıya sıcak muharebe sırasında ölenler, cephede kaybolanlar, hastanelerde yaralı veya hasta iken ölenler, hastalanan, hava değişimine çıkan, esir düşenler de dahildir. 1. Dünya Savaşı’nda tüm cephelerdeki toplam şehit sayımız 501 bindir. Osmanlı Devleti’nin savaşa sürdüğü asker sayısı 2 milyon 850 bindir. Toplam zayiatımız ise 1.5 milyon askere yaklaşmaktadır.

 

Arıburnu’na çıkan Anzac’ları57. Alay karşılamadı

 

Saat 04.30’dan itibaren çıkarma yapan ANZAC’ları kıyıda 04.30’da karşılayanlar, 27. Alay’a bağlı 2. Tabur’un 4. Bölük’ünün üç takımıyla, 3. Bölük’ün bir takımıydı. Yarbay Mehmet Şefik (Aker) komutasındaki 27. Alay’ın geri kalan taburları, Kemalyeri üzerinden geniş cephe taarruzuyla, yaklaşık sabah 08.00 sularında düşmanla temas sağladı ve ilerlemesini durdurdu. 57. Alay’ın tayin edici müdahalesine kadar geçen altı saatlik zaman zarfında, 27. Alay fedakârane bir savunma yaptı. 57. Alay’ın karşı saldırısı ise 10.24’de başladı (Şahin Aldoğan).

 

‘Alman komutası olmasaydı’

 

5. Ordu Komutanı Liman von Sanders, elindeki 6 tümenlik ana kuvvetin ikisini Anadolu yakasına, ikisini Bolayır mevkiine yerleştirmiş; yarımadayı kontrol eden Kilitbahir Platosu’nun önemini kavrayamamış, platonun yakın çıkarma bölgelerinde ateş gücü ve kuvvet çoğunluğu sağlanamamıştı. Çıkarmalar sırasında İtilaf kuvvetlerinin kıyıda tutunması engellenemedi. Bu yanlış savunma kurgusunun bedeli kanla, canla ödendi. Kıyılardaki olağanüstü direnişin kazandırdığı zaman ve İngilizlerin hataları sayesinde, gerideki birlikler yetişerek düşman ilerleyişini durdurabildi.

 

Seyit Onbaşı’nın kaldırdığı mermi

 

“Rumeli Mecidiye Tabyası’ndaki Seyit Onbaşı, 275kg’lık mermiyi sırtlayarak namluya yerleştirdi. Bu mermi, Ocean zırhlısını batırdı”. Bu efsane epeydir tuttu. Bu tabyadaki 24’lük Krupp kıyı topunun mermileri 140, 190 ve 215 kg’dır. Hangi mermiyi kaldırdığıyla ilgili net bir bilgi yok. Bu mermilerin tek başına bir zırhlıyı batırabilme kabiliyetleri de yok. Akla yakın olan 140 kg’lık mermiyi kaldırdığıdır ki, zaten yeterince ağırdır; abartmaya gerek yok.

 

Mustafa Kemal Kocaçimen’den 57. Alay Conkbayırı’ndan

 

100 yıl önce bugün, Mustafa Kemal, maiyeti ve bir piyade bölüğü, Matik Dere’den sonra Kocaçimen’e yönelirken, alay komutanı Binbaşı Hüseyin Avni ve alay Kurtgözü- Örenardı- Telefondere güzergâhlarından geçerek Kördere mansabında toplandı ve buradan Suyatağı (1. Tabur) ve Conkbayırı’na (2. Tabur) tırmanarak 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etti. Mustafa Kemal ise Abdal Geçidi üzerinden geçerek alaydan önce Conkbayırı’na ulaşmıştı (Şahin Aldoğan).

 

Mustafa Kemal’in saatine şarapnel

 

Hadise doğru. Tanıklar vardır. Conkbayırı’nın doğusunda Suyatağı mevkiinde, Mustafa Kemal siperdeyken meydana gelmiş ve eğer Allah varsa Mustafa Kemal’i korumuştur. Buna karşın Conkbayırı’nın tepesinde, hemen heykelinin yanında yıllardır duran levhada: “Atatürk’ün Saatinin Kırıldığı Yer” yazar. Yani Mustafa Kemal, tamamen düşman donanmasına açık arazide duruyormuş! Biraz kafası çalışan herkes, “bu olay uydurma herhalde” diyor. Halbuki değil, levhanın yeri uydurma. Turistik ya orası, güya Mustafa Kemal’e iyilik yapıyorlar…

 

 

Kaynak: Cumhuriyet