AKP halkla alay ediyor

AKP halkla alay ediyor
3 Eylül 2012 15:10

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, Beytüşşebap’ta teröre kurban verilen 10 şehidimizin ardından bir basın açıklaması yaptı.PKK terörü dün gece 10 evladımızı daha katletti. Allah’tan şehitlerimize rahmet, ailelerine ve bağrına taş basmaya devam edecek sabrı gösteren milletimize baş sağlığı diliyorum.

Her terör eylemi sonrası yapılan saçma sapan, bıkkınlık yaratan yetkili ağızların açıklamalarını duymak bile istemiyorum.

Başbakan, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı, Hükümet ve AKP sözcülerinin çaresizlik kokan, hamaset cümlelerini artık kullanmamalarını diliyorum.

Siyasette sorumluluğu olan herkesin karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu basit siyasi suçlamaların dışında gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Tırmanan terör eylemleri, ulaştığı boyutları itibarı ile Türkiye’nin bölgedeki egemenliğini toprak bütünlüğünü ve varlığını sorgulatacak seviyededir. Medyanın tehditle karartılması, TBMM’nin sürecin dışında tutulması, yapıcı önerilere karşı hükümetten gelen demagojik ve ucuz suçlamalar, Türkiye’nin kendi iradesi dışında çekilmek istendiği şiddet sürecine çıkarılmış bir davetiye görünümündedir.

2002 yılında terörle mücadelede 6’sı asker 10 şehidin verildiği Türkiye’yi teslim alan AKP iktidarında terör, marjinal seviyeden bir gecede 10, sadece 2012’de 150 şehit sayısına yükselmiştir.

Bu gün itibariyle dünyada bir başka ülke yoktur ki, terörü bizim kadar uzun süre topraklarında yaşasın, terörle mücadelede kendi vatandaşını bizim kadar çok sayıda kaybetmiş olsun. Hükümet üyeleri her terör olayından sonra ezberledikleri konuşmaları yapmakla yetinmektedirler.

Milli Savunma Bakanı İsmet YILMAZ’ın “Terörle mücadele çok iyi gidiyor” sözleri hükümetin PKK terörüne bakış açısını ortaya koymaktadır. Sanki halkla alay ediyorlar.

BU NOKTADA ARTIK BAŞARISIZLIĞIN SORUMLUSUNUN ARANMASI ANLAMSIZDIR VE İNANDIRICI DA DEĞİLDİR.

Hükümet yetkililerinin ve Başbakanın 10 yıllık iktidarı sonrasında artık kamuoyu ile alay etmemeli, milletin dayanma sınırını zorlamamalıdır. “Terörle mücadele dünden çok daha ileri bir noktaya geldik.” “Her şey kontrolümüz altında “ “Medya olayları büyütmemeli” ifadeleri, gerçekten uzak değerlendirmeler olup, bir şekilde becerisizliğin, iradesizliğin, sürüklenişin itiraflarıdır.  Türkiye’yi yönetememesinin yansımasıdır.

Terörle mücadele açısından en büyük ve stratejik hata bölücü terör örgütü ve temsilcilerinin muhatap alınmasıdır.

Terörle mücadelede tek başarı kıstası; terör örgütünün terörden vazgeçmesi ve silahlarını koşulsuz bırakmasıdır.

Terör örgütü temsilcilerinin açık veya örtülü şekilde muhatap alınması ise; terör örgütünün başarısının tescil edilmesi ve iradesinin kabul edilmesidir.

Zaman kan üzerinden siyaset yerine, her kimliğin ULUSAL BİRLİK VE BÜTÜNLÜK ANLAYIŞI İÇİNDE kendini bulduğu ve ifade edebildiği çözüm seçeneklerini ortak aklın ışığında el birliği ile meşru zeminde TBMM’de ortaya koyma zamanıdır.

BAŞBAKAN ÖZELEŞTİRİ YAPMALIDIR

Başbakan her fırsatta ortak mücadele, ortak akıl ve irade ortaya koyalım çağrısını yapan CHP’ye ağır  suçlamalar yönelteceğine, öz eleştiri yapmalıdır. Gelinen noktada, terörle mücadelenin çok yönlü ve bütüncül bir anlayışla yürütülmesi ve siyasi sorumluluğunun iktidarlarca üstlenilmesi gereği açıktır. Biz olayların izlenen dış politika yanlışları ile tırmandığının altını çizmiştik. Şam, Bağdat, Tahran için Türkiye’nin artık  stratejik bir tehdit hatta açık bir düşman konumuna itildiği gerçektir. PKK’nın eylemlerini kitlesel saldırı ve çok merkezli saldırılar şekline dönüştürülmesinin altında bu gelişmelerin  ağırlığı da unutulmamalıdır.

Dış politikanın iç politikadaki gibi günü birlik kabadayılıkları kaldırmayacağı çok açıktır. Geri dönülmez bir noktaya gelmeden; çağrımızı yineliyoruz.

UYARIYORUZ:
-    Türkiye örtülü bir kuşatma altındadır.
-    Terörle mücadelede sağlıklı, güvenilir, bağımsız bir istihbarat yapılanmasına sahip değildir.
-    Bölge ülkelerinde uygulamaya konulan etnik ve mezhepsel ayrıştırma projesi PKK eliyle Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışılıyor,
-    TSK’nın itibarsızlaştırma girişimleri, harekat alanında personelin hem kendine hem de üstlerine karşı güven erozyonu yaratmaya devam ediyor.
-    Genel Kurmay, MİT ve Emniyet arasındaki güven bunalımı ortadan kaldırılmalıdır.
-    Önce Şemdinli, şimdi Beytüşşebap saldırıları yerinden istihbarat ve lojistik destek olmadan gerçekleştirilemeyeceği açıktır.
-    Terörle mücadele PKK’nın sırtı sıvazlanarak, şımartılarak sürdürülemez. Çekingenlik sergilenemez.
-    Bugün hakimiyet alanlarının nasıl kaybedildiği ortada.
-    Kürt yurttaşlarımızın da terör örgütünün rehineliğinden kurtarılması gerekiyor.
-    Terörle mücadele güvenlik boyutuyla hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır.
-    Bu arada hem toplumsal, hem siyasal uzlaşma zemini aramak zorundayız. Gerçekçi ve akılcı olmak zorundayız.

BAŞTA HÜKÜMET OLMAK ÜZERE, TERÖRÜN VE SİLAHIN REHİNESİ OLMAYAN TÜM SİYASİ YAPILARI, SORUNUN ÇÖZÜMÜ NOKTASINDA ULUSAL BİR SORUMLULUK VE DURUŞ SERGİLEMEYE ÇAĞIRIYORUZ.

Sorun günlük klasik telin mesajları ile, medya sansürü ile gündemde hafifletilecek bir sorun değildir. Yaşamsaldır, önemlidir, ciddidir.

ADLİ YIL AÇILIŞI
Devletin varlık sebebi adaleti tesistir.
Adalet, devletin en başta gelen meşruiyet kaynağıdır. Çünkü bireyde, bir topluma ve millete aidiyet duygusunu var eden temel dinamik, o toplumda kendisine adaletle davranılacağına olan inancıdır.
Kolektif vicdan denilen şey aslında kolektif bir adalet anlayışını yansıtır. Dolayısıyla, adalete öncelikle ihtiyacı olan bireyden çok devletin kendisidir.
Bu bağlamda, adalet çok kuşatıcı bir kavramdır ve yargı erkinin sorumluluk alanıyla sınırlandırılamaz.
Yargı erkinden önce, yasama ve yürütme erkinin adalet prensipleri içinde hareket etmeleri yaşamsal bir zorunluluktur. Yasama ve yürütmenin adil olamadığı bir ülkede yargıdan da adalet beklenemez; yargının adil ve müstakil bir alan oluşturması söz konusu olamaz.
Tarih bize göstermiştir ki devletleri yıkan ve toplumları parçalayan, zannedilenin aksine yoksulluk ve savaşlar değil, adaletsizliktir.
Adaletin olmadığı bir toplum ve devlet düzeninde yükselen şey zulümdür.
Türkiye’de yasama ve yürütme organının içine düştüğü adalet krizi giderek yargı erkini de dönüştürmüş; kamuoyunun, yargıya güveni maalesef zaman içinde iyice azalmıştır.
Bu gün toplum vicdanı yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından kuşku duymaktadır.
Mahkemelerde adil kararlar verildiğinden kuşku duymaktadır.
Yürütmenin talimatlarıyla hüküm oluşturulduğundan kuşku duymaktadır.
Bu, toplum ve devlet hayatımız bakımından vahim bir durumdur.
Yürütmenin; bazı davaların sonucuna tesir etmek amacıyla yargı mensuplarının üzerinde kurduğu baskı, bu kuşkuyu daha da derinleştirmektedir.
Bütün mazlumların ve mağdurların güvencesi yargıdır.
Oysa bugün Türkiye’de yargı mensuplarını bile yıldıran bir uygulamayla karşı karşıyayız.
Örneğin, iktidar sahiplerinin hoşuna gitmeyen kararları alan yargı mensuplarının maruz kaldıkları hukuk dışı muameleler; bazı davaların savcılarının, birdenbire iddia makamından sanık konumuna düşürülmeleri; bazı davalarda da yargılamanın tam ortasında savcıların ve mahkeme heyetlerinin değiştirilmesi bütün yargı mensuplarının gözünü korkutmuştur.
Türkiye’nin bu çarpık yargı gerçeği, bütün dünyaca da bilinmektedir ve uluslararası belgelerle de tescil edilmiştir.
Bugün Türkiye’nin uluslararası camiada en çok eleştiri aldığı konu yargı uygulamalarıdır.
Hiç kimse Türkiye’de bağımsız ve adil yargılama yapıldığına inanmamaktadır.
Böyle bir ülkenin çağdaş dünyada itibar sahibi olması mümkün değildir.
Hükümet acil olarak yargıdan elini çekmelidir. Yargıya bağımsızlığını ve itibarını iade etmelidir.
Unutulmamalıdır ki, kronikleşmiş yargı krizi eninde sonunda bir rejim krizine dönüşür.