Operasyoncularla diyalogcuların savaşı

Operasyoncularla diyalogcuların savaşı
9 Şubat 2012 12:46

Kürt meselesi , Pkk sorunu ve Güney Doğu’da yaşanan sıkıntıları çözmek noktasında , devlet içinde keskin görüş ayrılığı olan iki grup var. Operasyoncular ve Diyalogcular…Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi , işte bu iki grubu ve görüşlerini yazdı…

Kürt meselesi , Pkk sorunu ve Güney Doğu’da yaşanan sıkıntıları çözmek noktasında , devlet içinde  keskin görüş ayrılığı olan iki grup var. Operasyoncular ve Diyalogcular…Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi , işte bu iki grubu ve görüşlerini yazdı…

 

Operasyoncularla diyalogcuların savaşı

 

MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılması, Kürt sorununun çözümü konusunda devletin içinde yaşanan savaşı gösteriyor.

 

Operasyoncular ve diyalogcular olarak tanımlayabiliriz bu iki grubu.

 

Bir süredir ayak seslerini duyduğumuz, iki farklı tezle ilgili biraz daha ayrıntıya girmek istiyorum.

 

Ayrıca sonda söyleyeceğimi başta ifade etmek istiyorum. Başbakan Erdoğan el koymadığı takdirde bu mücadele çok kötü noktalara gidebilir. Geçmişte bunun örnekleri var. Özal ve Eşref Bitlis devlet içindeki hesaplaşmanın sonucunu hayatlarıyla ödemediler mi?

 

Emniyet ve yargının içinde yer aldığı operasyoncular, açılım sürecinde PKK’nın devleti oyaladığını, bu süre zarfında şehir yapılanmasını tamamladığını, bilinmesine rağmen Hakkari, Şırnak ve Diyarbakır’ın hemen yanıbaşında örgütün, “Küçük Kandilcikler” oluşturduğunu belirtiyorlar.

 

Diyalog süreci devam ettiği için örgüte yönelik operasyonların engellendiği, bu durumun PKK’nın psikolojik üstünlük sağlamasına neden olduğunu savunuyorlar.

 

Oslo görüşmelerinde Afet Güneş’in, “Şehirleri bombalarla doldurdunuz” sözünü buna delil olarak gösteriyor ve “Biz şimdi bu bombaları imha ediyoruz” diyorlar.

 

Açılım sürecini fantezi olarak nitelendiriyorlar.

 

Diyalog sürecinin Türkiye’yi getirdiği noktayı, “Ateş bahçedeki otları yakmış, ağaçları tutuşturmuş ve evin içine sıçramıştı” diye tarif ediyorlar.

 

Aralarında Kürt sorununun varlığına inanmayanlar da var, diyalogla sonuç alınacağına pek inanmıyorlar. Ama bu işin, “öl- öldürle ” bitmeyeceğinin de farkındalar.

 

Kürt sorununun çözümü için nihayetinde masaya oturulacağına inanıyorlar. Ama psikolojik ve alan hakimiyeti elde edilsin, Habur’da ve Silvan’da olduğu gibi örgütün açılım sürecini sabote etme imkanı ortadan kaldırılsın görüşündeler.

 

Operasyoncular ve diyalogcular diye tarif etsem de iki teze yakın duranların ortak noktaları da var.

 

Diyalog yanlıları da örgütün psikolojik ve alan hakimiyeti elinden alınmadan masaya oturulmasının doğru olmadığı düşüncesindeler.

 

Ama bunun bir sınırı olması gerektiğini savunuyorlar. Çünkü öldürmekle, operasyonla Kürt sorununun çözümünün mümkün olmadığı tezini savunuyorlar. Son 30 yıl başta olmak üzere, Cumhuriyet tarihi boyunca bu yöntemin denendiğini, ancak sorunu kangren haline getirmekten öte bir işe yaramadığı görüşündeler.

 

Operasyonlarla PKK ve KCK’nın psikolojik ve alan hakimiyeti kaybettirildikten sonra, masaya oturulması gerektiğini savunuyorlar. “Diyalog ve müzakere olmadan Kürt sorunu çözülemez” düşüncesindeler.

 

Her iki tezin de pozitif ve negatif tarafları var.

 

Ancak gelinen noktada, iki tezi savunanlar arasında bir savaş patlak vermiş durumda.

 

Başbakan Erdoğan el koymazsa, bu iş çok tehlikeli noktalara ulaşabilir dememin altında bu yatıyor.

 

Çünkü sorguya çağrılan Hakan Fidan değil, onun şahsında Türkiye’nin Kürt sorununu diyalog yoluyla çözmek isteyen iradesi. Ve onun arkasındaki Recep Tayyip Erdoğan teminatı.

 

Hakan Fidan, Başbakan Erdoğan’ın en çok güvendiği bürokrat. Müsteşar yardımcısı olarak, sivil iradeyi temsilen oturdu, Oslo’daki masaya.

 

Burada sadece Hakan Fidan ya da Emre Taner ile Afet Güneş yargılanmıyor. Topyekün bir zihniyet hesaba çekiliyor.

 

MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’le konuştum. Tepkiliydi. Kurumun tarihinde ilk kez görev başındaki bir müsteşarın gece yarısı ifadeye çağrıldığını söyledi.

 

Elbette ki hukukun önünde herkes eşittir. Herkes yaptığının da hesabını vermeli. Zaten MİT Müsteşarı Fidan da yakın çevresine, “Hesabını veremeyeceğim bir şey yok” demiş.

 

Ama burada bir ön alma da söz konusu. Operasyonlar sonucunda örgütün marjinal bir hale geldiği, psikolojik ve alan hakimiyetini kaybettiği noktasında görüş birliği oluşursa, yeniden masaya oturulacak. Bu olay, diyalog masasının altına bomba konulup havaya uçurulmasından başka bir şey değil.

 

Öcalan el yazısı ile verdiği dilekçede kardeşleriyle görüşmeyeceğini bildirdi. Avukatlarıyla da görüşmüyor bir süredir. Ancak MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüşebileceğini iletmiş. Zaten istihbarat kuruluşları da bunun için vardır. CİA ya da Mossad ne yapıyor sanıyorsunuz. Hakan Fidan’ın yaptığı da bundan farklı değil. Ayrıca mutemet bir insan. MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasının altında KCK’nın önderlik komitesine yönelik operasyonlarda elde edilen dökümanlar ile ifadelerin etkili olduğu anlaşılıyor.

 

Her biri 2 sayfadan oluşan 3 adet mutabakat zaptından söz ediliyor. Öcalan’a ev hapsini içerdiği söylenen metinler bunlar. Ayrıca örgütle sadece Oslo’da görüşülmemiş. Erbil dahil farklı mekanlarda bir araya gelinen bir süreç yaşanmış. Orada karar altına alınan bazı metinlerin MİT aracılığıyla Kandil’e ulaştırıldığı da bir başka iddia.

 

Bunların ne kadarı MGK’da alınan karar üzerine başlatılan açılım sürecinin bir parçası bilinmez. Ortaya çıkarılmalı. Ama bir MİT müsteşarının üzerine böylesine hoyratça gidilerek değil.

 

Bu olayı sadece MİT yöneticilerinin sorguya çağrılması olarak görürsek, fotoğrafın en önemli karesi eksik kalır.

 

Çünkü son 30 yılda Kürt sorunu üzerinden rejim militaristleştirildi. Askeri vesayet varlığını bize, “Kürt sorunu” üzerinden dayattı. AK Parti’nin üçüncü döneminde Hrant Dink, Uludere ve Hakan Fidan olayı üzerinden yeni bir hamle yapıyor, “Şahin devlet”