İyi Parti bir seçenek mi?

İyi Parti bir seçenek mi?
30 Ekim 2017 10:40

İYİ Parti bu hafta kuruldu. Üzerine çok şey yazılıp çizildi, çizilecektir. Milliyetçi sağ bir partinin kuruluş referanslarında Mustafa Suphi’ye ya da Lenin’e yer verilmemesi nedeniyle sosyal medyada büyük hayal kırıklığı yaşayanların apolitizmi hariç tutulursa (zira her apolitizm gibi bu da geçicidir) konu daha çok gündemde kalacak.

 

 

Deniz YILDIRIM / ABC Gazetesi

 

Nasıl ele almalı? Bugün buna bakalım.

 

 

Bu partinin kuruluş sürecine nasıl gelindi? Önce bunu hatırlatmak gerek. Partiyi kuran ana kadronun ortak özelliği, MHP içinde liderlik yarışına girmek isteyip engellenmiş olmalarıdır. Bu engellemede iktidarın özel bir rolünün olduğu da bellidir. Bir süredir izlenen Milliyetçi Cephe siyasetinden Bahçeli’nin/MHP’nin eksilmesiyle yaşanabilecek kaybın korkusu, iktidar partisini bir muhalefet liderini görevde tutmak için canhıraş çabalar içine itti. Basit bir akıl yürütme bile yeterlidir: Bir iktidar partisi, kendisine rakip olması gereken bir muhalefet partisinin liderinin neden görevde kalmasını ister? Yanıt bellidir: çünkü rakip değildir.

 

 

Öyleyse Saray açısından mesele sadece niceliksel, yani oyla ilgili değildir. İktidar bloğunun milliyetçi ittifaklar siyasetine rakip çıkması, bu ittifaklar siyasetinden MHP’nin düşmesiyle yaşanabilecek sembolik kaybın korkusudur. MHP burada temsil gücü bakımından semboliktir. Ve AKP’nin 15 yıllık siyaseti, kendisine karşı oluşabilecek her rakibi ya soğurmak ya da boynunu vurmak üzerine kuruludur.

 

 

Yenilikler

 

 

Bu noktada İYİ Parti’nin yeniliklerini ve eskiliklerini tartışmakta yarar var. Önce yenilikler ve görece iyilikler. AKP iktidar olduğundan bu yana Türkiye sağı bu partinin iktidarına rakip çıkarmadı ya da çıkaramadı. Ya girişimler engellendi ve boynu vuruldu ya da potansiyel rakipler AKP içine soğuruldu.

 
2007 seçimleri öncesi Erkan Mumcu ile Mehmet Ağar’ın Demokrat Parti-ANAP birleşmesinin son anda nasıl bozulduğunu hatırlayalım. Hala sırdır. 2002’de merkez sağ partilerin temsil krizinden doğan boşluğa doğru kendini genişleterek Siyasal İslamcı bir partinin ulaşabileceği tabanın çok daha genişine ulaşan AKP, bu tabanı korumak için sağda tekelleşme siyasetini daima izledi. Hem sağda olası rakip girişimlerin engellenmesi hem de transferi yoluyla. Uzun süre MHP ve Saadet Partisi bir rakip niteliği de kazanmadı. Öte yandan bir zamanlar en ağır sözleri eden Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu ve HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş bugün kabine üyesi. Yani en ufak bir alternatif sağ girişim potansiyeli bir yandan da böyle eritildi.

 

 

Öyleyse İYİ Parti 15 yıllık süreç açısından AKP’ye sağdan muhalefet eden bir siyasal hareketin doğması anlamında bir yeni döneme işaret ediyor. Milliyetçi siyasetle merkez sağ siyasal kadroları harmanlamaya çalışan, AKP tarafından merkezin giderek daha da sağa çekildiği ana saptamasına dayanarak milliyetçi-muhafazakar referanslarla çıkış yapan bir parti olması anlamında yenilik olduğunu söyleyebiliriz.

 

 

Diğer yandan ikinci kritik nokta; iktidarın özellikle Şubat 2015 sonrasında kurduğu Milliyetçi Cephe siyasetiyle ilgili kırılma potansiyeliyle bağlantılı. Saray bu tarihten ve özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra milliyetçi stratejiyle yeni bir ittifaklar siyaseti geliştirdi ve otoriter rejim dönüşümünün meşruluğunu bu ittifaka dayandırdı. Bu noktada, millilik iddiası taşıyan tüm siyasetleri ya zorla ya da gönüllü olarak kendi minderine çekti. Bu şekilde “millilik” tarifi üstünde ek kaynaklarla hegemonya kurdu.

 

 

Türkiye’de Üç Millilik İddiası

 

 

Türkiye’de bugün “millilik” iddiasını ana bayrak yapan sağdan sola üç temel siyasal hareketten söz edebiliriz: Milliyetçi Hareket Partisi tarafından temsil edilen Ülkücülük, Saadet Partisi tarafından temsil edilen Milli Görüşçülük ve daha ziyade Vatan Partisi tarafından temsil edilen ve Milli Devrimcilik olarak da adlandırılan Ulusalcılık.

 
Saray öyle ya da böyle bu üç akımın millilik konusundaki tüm iddia ve söylemlerini 7 Haziran sonrasında kendi hegemonya projesine dahil etti ve bu hareketlerin mensuplarının iktidara baktıklarında kendilerinden bir şeyler görmesinin de yolunu açtı. Hem MHP hem de Vatan Partisi temsilcilerinin zaman zaman “AKP bizim çizgimize geldi” açıklaması ve hatta “bizim çizgimize daha çok geldi” tartışması yapmaları bundan.

 

 

Doğru; AKP bu siyasetlerin çizgisine geldi; bunu yaparken bu siyasetlerin meşrulaştırıcı potansiyelini ve kadrolarını da kendi İslamcı gündeminin hizmetine kattı. Saadet Partisi’ni bu bloğa dahil edemedi; fakat Milli Görüşçü çizgiyi asıl kendisinin temsil ettiği iddiasına dayanak olacak tüm ideolojik referansları Saadet’in elinden alma yolunu seçti, Saadet’i sayısal olarak daralttı. Öyleyse son 2 yıldır Saray, Türkiye’de millilik iddiasındaki tüm olası rakip siyasetlerin ya söylemlerini ya kadrolarını ya da açıktan desteklerini kendi projesi için seferber etti; Milli Cephe stratejisinin hizmetine sundu.

 

 

Bu noktada İYİ Parti, AKP’ye ilk kez sağdan bir rakip çıkması anlamında değil sadece, iktidarın Milliyetçi Cephe ittifaklar siyasetine karşı, bu bloğun dışında kalmayı tercih eden ve yine millilik iddiasında bir başka rakibin çıkması bağlamında da bir yeniliktir. Ve iktidarın kurduğu milliyetçilik tekeline rakip çıkması, her siyaset gibi milliyetçilerin de Saray-Cumhuriyet ekseninde ayrışması iyidir.

 

 

İYİ Parti’nin Yolu

 

 

Gelelim bu partinin imkan ve kabiliyetlerine.

 

 

Birincisi, Türkiye’de özellikle CHP’ye uzun süredir egemen olan ve “AKP ile ancak milliyetçi-muhafazakar, sağ stratejiyle mücadele edilebilir” tezinin artık bir siyasal temsilcisi var: İYİ Parti. Saray Rejimi ile mücadele için ve İYİ Parti tarafından temsil edilecek bu muhalefet stratejisine karşı da güçlü bir alternatif-rekabet stratejisi gerekmektedir. Artık CHP açısından sağa açılarak, AKP ile AKP gibi yaparak mücadele taktiğinin hiçbir mazereti kalmamıştır. Bu iyidir. Şimdi Saray Rejimi ile mücadelede iki farklı ana strateji halkın önüne konulabilir: Birincisi milliyetçi-muhafazakar strateji ve diğeri, ki güçlendirmemiz gereken, halkçı-demokratik strateji.

 
İkincisi, İYİ Parti sadece değerler değil, iddiaları ve siyasal hedefleri bakımından da muhafaza etme eğiliminde bir partidir. Daha doğrusu; parlamenter sistemin ve Cumhuriyet’in olduğu gibi restorasyonuna dönük bir geçmiş özlemine yaslanmaktadır. AKP’nin de 2007 öncesinde iyi bir iktidar olduğunu ifade etmektedir. Bu doğaldır. Bunun karşısına, halkın siyasal karar süreçlerine katılımının önünü açan, ülkenin temel meselelerine demokratik çözüm yolları öneren, yeni bir toplum sözleşmesine dayalı bir Cumhuriyet sözleşmesi koymamız; sadece eskinin ihyasına değil, yeninin inşasına odaklanan bir strateji çıkarmamız ve İYİ Parti ile uğraşmak yerine kendi çözümlerimizi güçlendirip görünürleştirmemiz gerekiyor.

 

 

Üçüncüsü, bütün programı okuyarak söylüyorum; ekonomik program bakımından İYİ Parti özünde neoliberal bir partidir. Özelleştirmelere esastan değil usulden itiraz etmekte; kamunun rolünü geri plana atmakta; eğitimde özelleştirmeyi programatik esas haline getirmektedir. Öyleyse İYİ Parti, Saray Rejimi’ne milliyetçi-muhafazakar ve piyasacı/özelci muhalefet çizgisini temsil etmektedir. Kişilerle, geçmişleriyle uğraşmak yerine ülkenin çıkışı için önerilen reçetenin çare olmadığını göstermek daha mantıklıdır, daha siyasaldır. Ülke Saray Rejimi’nde tel tel dökülürken bu çizginin karşısına Halkçı ve Kamucu bir program koymak gerekir ve şartlar uygundur.

 

 

Gayrimemnunları Temsil Eder mi?

 

 

Uzun süredir yazdığım üzere dünyada ve ülkemizde “gayrimemnunlar”, yani gidişten memnun olmayanlar sayıca artıyor ve siyasette temsil krizi de derinleşiyor. Tüm dünyada gayrimemnunlar, merkez siyasetlerin ya da eski siyasetçilerin yokluğuna değil, varlığına ve yarattıkları tahribata tepkililer. Bu anlamda İYİ Parti, siyasal alanda AKP’den ve MHP’den alabileceği oy oranında sahayı farklılaştırabilir elbette; ancak en geniş anlamıyla gayrimemnunların partisi ve hareketi olacak ya da Türkiye’deki temsil krizini giderebilecek potansiyele sahip değil. Gerek kadrolar, gerek siyasal söylem ve gerekse ulaşılmak istenen hedef ve program bakımından “yeni”yi değil, “eski”yi temsil ettiği söylenebilir hatta. Elbette bunun da seçmende mutlaka karşılığı olacaktır; fakat ülkedeki derin krizi bitirmeye ve gayrimemnunlar lehine bir sosyal, siyasal ortamın inşasına tek başına yetmez. Türkiye’de milliyetçilik, muhafazakarlık, piyasacılık denenmiş çözümlerdir. Ve AKP biraz da bu iddiadaki partilerin ülkeyi getirdikleri uçuruma duyulan tepki sayesinde iktidar olmuştur.

 

 

Öyleyse yapılacak olan bellidir: İYİ Parti’yle uğraşmak yerine, bu partiyle özellikle seçim güvenliği gibi konularda asgari işbirliğinde bulunmak; fakat önerdiği siyasal çıkış reçetesinin yetersiz/denenmiş olduğunu, çare olmayacağını gösterecek şekilde halkın karşısına gerçek çare ve alternatif olabilecek siyasetlerle çıkmak. Yani artık aslolan kendi durduğumuz yeri güçlendirmektir.

 

 

Artık Saray Rejimi’ne karşı milliyetçi-muhafazakar ve piyasacı bir alternatif var; bu siyaset AKP ve MHP bloğunu zayıflattığı, iktidar bloğunun ittifaklar krizini derinleştirdiği ve tabanda parçalılık yarattığı oranda yararlıdır; fakat yetmez. Bu parçalılıkta ve çok açık ki derinleşecek siyasal kriz ortamında başka bir seçenek de görünürleştirilmelidir. Öyleyse şimdi Halkçı-Demokratik ve Kamucu alternatifi güçlendirmenin ve “gerçek çıkış bu kurucu siyasette” mesajını strateji, siyaset ve kadrolar bakımından yaratmanın zamanıdır.