CHP’li vekillerden YÖK Kanunu’na muhalefet şerhi!

CHP’li vekillerden YÖK Kanunu’na muhalefet şerhi!
15 Nisan 2020 15:49

CHP Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, Hatay Milletvekili Serkan Topal, Muğla Milletvekili Suat Özcan, Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel, Yalova Milletvekili Özcan Özel ve Yozgat Milletvekili Ali Keven Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair, Kanun Teklifinin bazı maddelerine ilişkin TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonununa “Muhalefet Şerhi”  düştü. 

 

CHP’li vekillerin muhalefet şerhi şöyle:

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
CUMHURİYET HALK PARTİSİ MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU MUHALEFET ŞERHİ

 
(13 Nisan 2020)
Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair, 08.04.2020 tarih, 105 sıra no’lu Kanun Teklifinin bazı maddelerine ilişkin muhalefet şerhi düşülmüştür.
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi 8 Nisan’da 2020 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulmuştur. Komisyon üyeleri tarafından incelenmesine fırsat verilmeden, 10 Nisan’da 2020 tarihinde ise Milli Eğitim, Kültür, Gençlik Ve Spor Komisyonda görüşülmesine başlanmıştır.

 
Teklif maddelerine geçmeden yükseköğretim sorunları hakkında birkaç genel gözlemde bulunmak uygun düşer:

 
1) 2547 sayılı Kanun, Anayasa’ya ve bilimsel özerklik ilkelerine aykırı hükümler içerdiği halde, bunların düzeltilmesi yerine, 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal yönetimi sırasında çıkarılan Kanun Hükmünde kararnameler ile yasanın birçok hükmü askıya alınmıştır.

 
2) OHAL KHK ek listelerinde adlarına yer verilen öğretim üyeleri, Türkiye’de ve yurt dışında bütün mesleki faaliyetlerinden alıkonulmuştur. Yargısız infaza tabi tutulan yaklaşık 6000 öğretim üyesi, sadece kendileri ve ailelerini mağdur etmekle sınırlı sonuçlar doğurmadı; on binlerce öğrenciyi nitelikli eğitim ve öğretimden yoksun kıldı. Yaptırımlar zinciri, daha genel olarak, Türkiye’de “bilim kıyımı”na yol açtı.

 
3) OHAL KHK’zede öğretim üyelerinin yargısal başvuru yolları kapatıldı.

 
4) 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 10. Maddesiyle göreve iade edilecek akademisyenlerin kendi kurumlarına dönmesi de engellenmiştir. Akademisyenler ancak “Yükseköğretim kurumlarında kamu görevinden çıkarılan öğretim elemanlarına ilişkin kamu görevine iade kararı alınması halinde karar, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilir. Bunların atama teklifleri; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş gün içinde yapılır.” bu düzenleme çerçevesinde görevlerine dönebilecektir.

 
5) Yargısız infaz mağduru öğretim üyelerinin başvurabildiği tek merci, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHALİİK) oldu. Ne var ki, Komisyon, etkin bir başvuru yolu olmak bir yana, tam tersine, yargısal başvuruların önünü tıkama mekanizmasına dönüşmüştür. Barış akademisyenleri dosyaları bunun tipik örneğini oluşturur. Barış Akademisyenleri hakkında, Anayasa Mahkemesi kararından sonra Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından beraat kararları verildiği halde OHALİİK, Barış Akademisyenleri dosyalarını bloke etmeye devam etmektedir. Öte yandan; Anayasa Mahkemesi 24/12/2019 tarihli 2018/74 Esas 2019/92 Karar tarihli kararında 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlerini İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanuna ilişkin açılan iptal davasında OHAL KHK’leri kapsamında yaptırıma tabi tutulan kişilere ilişkin uygulanan ek tedbirlere yönelik komisyona başvuru hakkı tanınmamış olmasını Anayasa’nın 40. Maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkına aykırılık teşkil etmesi sebebiyle ilgili düzenlemeyi iptal etmiştir.

 
6) OHAL KHK’zede öğretim üyeleri hakkında bu Anayasa ve hukuk dışı uygulama sürdürülürken, üniversiteler, görevden alınan öğretim üyeleri kadrolarını doldurmak için uzmanlık dışı alanlardan öğretim üyeleri devşirmeye devam etmektedir. Örneğin, hukuk felsefesi kadrosuna islam hukuku uzmanı bir akademisyen atanabilmektedir.

 
7) 676 sayılı KHK’nin 85. Maddesiyle de rektörlük seçilmleri kaldırıldı. Üniversitelerin rektörünü bile seçememesi, üniversitelerin anayasal statüsü ile çelişmektedir. Dahası, 703 nolu KHK’yla Cumhurbaşkanı tarafından atanacak rektörlerin profesör olması şartı kaldırıldı.

 
8) Kanun teklifi çerçevesinde YÖK, bütün bu sorunları doğrudan veya dolaylı bir şekilde çözmek amacıyla girişimde bulunmak yerine, dar kapsamlı ve genellikle teknik sorunlara ilişkin düzenlemeler için inisyatif kullanmış olmakla, karşı karşıya bulunulan sorunları meşrulaştırma riskini de beraberinde getirmektedir.

 
9) Üniversitelerin sınırlı da sahip olduğu özerk statüsünü kaldırma sorumluluğu AKP hükümetlerine ve monokratik yönetime ait olmakla birlikte, bundan YÖK de sorumludur.

 
10) Bütün bu nedenlerle, 2547 sayılı YÖK yasasını, Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda ve üniversite özerkliği ereğinde yeni baştan düzenlemek, bu çerçevede yaratılan kitlesel mağduriyetlerin elden geldiğince onarımı Yüce Meclis’in görev ve sorumluluğu olup, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda her türlü göreve hazırdır.

 
Teklif maddeleri;

 
Teklifin ikinci maddesinde; 2547 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde yapılan değişiklik ile Üniversitelerarası Kurulca belirlenen takvime göre yılda iki kez yapılabilen doçentlik başvuru sayısının arttırılabilmesine yönelik düzenleme yapılarak bekleme süresi azaltılmaktadır. Ayrıca doçentlik sınavında değerlendirmeye esas alınan raporlar ile yayın ve çalışmaların inceleme sonuçlarının adaya gönderilmesi yöntemi zaman kaybının önlenmesi amacıyla terkedilerek doçentlik sınavında değerlendirmeye esas alınan raporlar başta olmak üzere jüri üyelikleri, jüri ve başvuru sonucunun elektronik ortamda ilgililerin erişimine açılması öngörülmektedir.

Yılda iki kez yapılan doçentlik başvuru sayısının arttırılması, akademik gelişme açısından olumlu bir değişikliktir. Ayrıca, jüri üyelikleri, jüri, değerlendirmeye esas alınan raporlar ve başvuru sonucu ilgililere elektronik ortamda erişime açılması; erişime açıldığı tarihi izleyen beşinci gün ilgililere tebliğ edilmiş sayılması, hem zaman hem de bilgiye erişimin kolaylaşması açısından önemlidir. Ancak veri güvenliğinin çok iyi sağlanması gerekmektedir.

Teklifin üçüncü maddesinde; 2547 sayılı Kanunun 31 inci maddesi ile Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen uzmanlık alanlarına başvuracak olanlar hariç, öğretim görevlisi kadrosuna başvuracak adaylarda en az tezli yüksek lisans derecesine sahip olma şartının aranması öngörülmektedir.

2547 sayılı Kanunun 31 inci maddesi ile akademik yetkinliğin kısmen de olsa bir şarta bağlanmış olması önemlidir. Belirlenen şartın asgari olması, başka şartların da önünün açık tutulması, üniversitelerimizde liyakatın ve kalitenin yakalanmasına katkı sunacağı için yerinde bir karardır. Ancak diğer asgari şartların belirtilmemesi bir eksiklik olarak değerlendirilmektedir.

Teklifin dördüncü maddesinde; 2547 sayılı Kanunun 33 üncü maddesi ile araştırma görevlisi kadrosuna başvurabilmek için sınavın yapıldığı yılın ocak ayının birinci günü itibarıyla otuz beş yaşım doldurmamış olma şartı getiriliyor.

Araştırma görevlisi kadrosuna başvurabilmek için otuz beş yaşı doldurmamış olma şartı, fırsat eşitliğine aykırı bir durumu da beraberinde getirecektir. Üniversite ortamında bilimsel çalışmalarını yürütmek isteyen başarılı bilim insanlarının da önünü kesecektir. Akademik çalışmalarda yaşa değil; liyakata, bilimsel çalışmalara, uzmanlık alanındaki yeterliliğe bakmak gerekir. Bu karar insanları en verimli çağlarında üniversitelerimizden uzaklaştıracaktır.

Teklifin altıncı maddesine göre; 2547 Sayılı Kanunun 44. maddesindeki açık öğretim öğrencilerinin katkı payı veya öğenim ücretini ödemesi ve her dönem başında kaydım yenilemesi şartıyla öğrencilik haklarından yararlanmaları ile üst üste dört dönem bu şartları sağlamayanların ilgili programdan ilişiğinin kesilmesi öngörülmektedir.

Açık öğretime çeşitli nedenlerle örgün eğitime devam edemeyen kişilerin tercih ettiğini göz önünde bulundurarak, şartların biraz daha esnekleştirilmesi gerekmektedir. Öğrencilerin eğitim hakkı, katkı payı veya öğenim ücretini ödememesi gibi ekonomik nedenlerle kesilmemelidir. Aksi halde kişinin eğitim hakkının devlet tarafından gasp edilmesi sonucunu doğurur. Anayasanın 130. Maddesinin 9. paragrafına ve insan haklarına aykırıdır. Yükseköğretim harca tabi olan bir kamu hizmetidir. Katkı payı ya da öğrenim ücretine bağlı kılınması mümkün değildir.

 

 

Düzenleme, “kayıt yenilememe” ile sınırlandırılmalıdır.

Teklifin yedinci maddesine göre; Anayasa Mahkemesi tarafından 2547 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin bazı hükümleri 10/04/2019 tarihinde iptal edilmişti. Getirilen madde ile öğretim elemanlarının disiplin hükümleri yeniden düzenleniyor. Ayrıca yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim elemanı dışında iş sözleşmesi ile çalışan personel hakkında 4857 sayılı İş Kanunu, memurlar hakkında ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun uygulanmasına yönelik düzenlemeler yapılmaktadır.

2547 sayılı Kanunda var olan disiplin hükümleri muhafaza edilmiş, 657 sayılı Kanunda yer alan disiplin cezasını gerektiren fiiller öğretim elemanları için maddeye eklenmiştir.

Disiplin hükümleri akademik özgürlükleri kısıtlayacak şekilde genişletilmiş; cezalar ve sebepleri ağırlaştırılmıştır.

“Görevi sırasında amirine sözle saygısızlık etmek.”, “…genel ahlak ve edep dışı tutum ve davranışlarda bulunmak.”, “Yasaklanmış her türlü yayım basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya teşhir etmek.”, Görev yeri sınırlan içerisinde herhangi bir yerin toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz olarak kullanılmasına yardımcı olmak, bu yeri kullanmak veya kullandırmak.” vb. yoruma açık, muğlak ifadelere yer verilmiştir.

Akademik kadro için en az 25 çeşit suç sıralanmaktadır. Bu duruma göre hemen her akademik hakkın kullanımı, “usulsüz müracaat veya şikayette bulunmak” olarak uyarma cezasına konu olabilecektir. Üniversite çatısı altında “yasak yayın ayıbından” ve bunun disiplin cezası kılınmasından kurtulmamız gerekmektedir.

 
Disiplin suç ve cezaları ile ceza soruşturmasını gerektiren ve ceza yasasında yer alan, doğrudan Cumhuriyet Savcılıkları tarafından izlenmesi, incelenmesi ve soruşturması, yargı kararına dayandırılma konusu olan suçların birbirinden ayrılması gerekir.

 
Örneğin, üniversite öğretim mesleğinden ya da kamu görevinden çıkarma cezasına konu kılınan “terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım etmek, kamu imkan ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak” suçunun, buradan çıkarılması uygun olur. Çünkü masumiyet ilkesi, kesinleşmiş yargı kararına bağlıdır.

 
Öte yandan, bu düzenleme tarzı, Anayasa Mahkemesini söz konusu kararını dolanma niteliği taşıdığı için Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa madde 153/sona göre; Anayasa Mahkemesi Kararları, Yasama, Yürütme ve Yargı Organlarını, İdare Makamlarını, Gerçek ve Tüzel Kişileri Bağlar.

 
Anayasa Mahkemesi 14 Ocak 2015 tarihli kararıyla, yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim elemanları ve idari personele uygulanacak cezaların yönetmelikle düzenlenmesinin anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının ikinci cümlesinin iptaline ve iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından (07/04/2015 tarihinden yayımlandı) başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermişti.

 
İptal kararından sonra; 09 Aralık 2016 tarihinde yayımlanan 6764 sayılı Kanunla 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun disiplin hükümleri bütünüyle yenilenerek, akademik ve idari personelin alacağı disiplin cezaları, disiplin soruşturmasında temel ilkeler ve itiraz uygulamaları gibi birçok diğer başlık düzenlendi.

 
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53 üncü maddesine göre; Uyarma, Kınama, Aylıktan veya Ücretten Kesme, Kademe İlerlemesinin Durdurulması veya Birden Fazla Ücretten Kesme ve Kamu Görevinden Çıkarma Cezalarına karşılık gelen eylemlere 2547 sayılı Kanunda sıralanan fiillere ilave olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yer alan fiiller de dahil edilerek bir bakıma genel kanun olan 657 sayılı Kanundaki hükümlerin üniversitelerde görevli personele uygulanabilmesine olanak sağlanmıştır.

 
Bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan başvurunun iptal gerekçesinde özetle; “2547 sayılı Kanunda yapılan düzenleme ile devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarında görev yapan öğretim elemanı, memur ve diğer personeline uygulanacak disiplin cezalarını gerektiren fiillere 657 sayılı Kanundaki disiplin cezası gerektiren fiil ve hallerin ilave edildiği, üniversite öğretim elemanlarının memur statüsünde olmadığı halde bu statüye ilişkin disiplin hükümlerine tabi tutulmalarının amacı aşan bir düzenleme olduğu, 2547 sayılı Kanun kapsamındaki personelin her iki kanunu dikkate almak zorunda bırakıldığı” ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu hakkında yapılan değerlendirmede özetle şu tespitler yer almıştır:

 
1- Hukuk devletinin temel unsurlarından birisinin BELİRLİLİK ilkesi olduğu, bu ilkeye göre incelendiğinde 657 sayılı Kanunun 125 inci maddesinde sayılan fiillerin tamamının 2547 sayılı Kanun kapsamına alındığı, başka bir ifadeyle yükseköğretim kurumlarında görev yapan tüm kamu görevlileri ve dolayısıyla bunlar arasında yer alan öğretim elemanlarının 657 sayılı Kanunda yer alan fiiller nedeniyle disiplin sorumluluğuna gidilebileceği, ancak söz konusu fiillerin bir kısmının öğretim elemanlarına uygulanmasının anayasal bakımdan sorunlara yol açabileceği,

 
2- Örneğin, 657 sayılı Kanunun 125 inci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (m) alt bendinde yer alan; “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek” eyleminin KINAMA cezasını gerektiren fiiller arasında sayıldığı, bu bentte herhangi bir ayrım ya da sınırlamaya yer verilmemesi nedeniyle bilimsel nitelik arz etmeyen konular ya da üniversite tüzel kişiliği adına yapılan açıklamalar dışında kalan bilimsel alana ilişkin açıklamaların da yaptırıma tabi kılındığı, dolayısıyla bir öğretim elemanının bilimsel faaliyet alanına ilişkin herhangi bir konuda basın veya medya aracılığıyla kamuoyuna açıklamada bulunmasının disiplin yaptırımına bağlanmasının Anayasa’da güvence altına alınan bilim hürriyeti ile bağdaşmadığı,

 
3- Bir başka önemli husus ise, Anayasanın 68 inci maddesinin 6 ncı fıkrasında yer alan; “Yükseköğretim elemanlarının siyasi partilere üye olmaları ancak kanunla düzenlenebilir. Kanun bu elemanların, siyasi partilerin merkez organları dışında kalan parti görevi almalarına cevaz veremez ve parti üyesi yükseköğretim elemanlarının yükseköğretim kurumlarında uyacakları esasları belirler.” hükmüne göre düzenlenen 2547 sayılı Kanunun 59 uncu maddesinde parti faaliyetinde bulunmamak, parti propagandası yapmamak ve birtakım idari görevlerde bulunmamak kaydıyla öğretim elemanlarının siyasi partilere üye olabileceklerinin düzenlendiği, ancak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125 inci maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (c) alt bendine göre siyasi partiye girme eyleminin devlet memurluğundan çıkarmayı gerektiren eylemler arasında sayıldığı, diğer taraftan ise 2547 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının (4) numaralı bendinin (ı) alt bendinde geçen “Kanunların izin verdiği haller dışında siyasi partilere üye olma” eyleminin kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme ile cezalandırıldığı, bu yönüyle Anayasa’nın öğretim elemanlarına yasaklamadığı siyasi partilere üye olma fiilinin dava konusu ibareler yoluyla 2547 sayılı Kanun kapsamında kamu görevinden çıkarma cezasının dayanağı sayıldığı, aynı fiilin kanunların izin verdiği haller dışında işlenmesinin kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme cezasının sebeplerinden birini oluşturması durumunun hem Anayasa ile çeliştiği hem de Kanun’da aynı fiili yaptırıma bağlayan farklı hükümlerin varlığından dolayı öğretim elemanlarına hangi yaptırımın uygulanacağı hususunda belirsizliklere neden olduğu,

 
4- 657 sayılı Kanunda disiplin cezası verilmesi gereken eylemler arasında yer alan “Özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terk etmek” ve “Belirlenen kılık ve kıyafet hükümlerine aykırı davranmak” gibi fiillerin hiyerarşiye dayalı ve sınırları daha net çizilebilen çalışma koşulları içinde görev yapan memurlar ile yürüttükleri hizmetin niteliği gereği Anayasa’da ayrıca düzenlenen ve bilimsel özerlik temelinde farklı bir konumda değerlendirilen öğretim elemanlarına kılık ve kıyafet ile çalışma saatlerinin belirlenmesi konusunda aynı ölçütlerin uygulanamayacağının açık olduğu, bu nedenle öğretim elemanları hakkında kılık kıyafet ve çalışma saatleri ve biçiminin belirlenmesi konusunda memurlar için öngörülen düzenlemelerin aynen uygulanmasının Anayasa’ya aykırı olduğu, İfade edilmiştir.

 
Bu açıklamalar çerçevesinde; Anayasa Mahkemesi tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının (1), (2), (3), (4) ve (6) numaralı bentlerinde yer alan “657 SAYILI KANUNDAKİ FİİLLERE İLAVE OLARAK” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle İPTALİNE karar verilmiş olup, bu karar Resmi Gazete’de yayımlandığı 17 Temmuz 2019 tarihinden itibaren dokuz ay sonra yürürlüğe girecektir.

 
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, 657 sayılı yasada öngörülen disiplin kurallarının 2547 sayılı yasaya aktarılmasına olanak tanımaz; tam tersine, üniversite öğretim üyelerinin (disiplin kuralları dahil) statüsünün ve meslek ilkelerinin bilimsel özerklik ilkeleri ışığında düzenlenmesini gerekli kılmasını öngörmektedir. Bu itibarla, öğretim üyeleri için öngörülen disipline ilişkin yaptırımlar ve özellikle meslekten çıkarma yaptırımı, bilimsel araştırma özgürlüğüne ve Anayasa’ya, ayrıca İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne çok yönü olarak aykırı bulunmaktadır. Anayasal düzlemde, başta madde 2 (hukuk devleti) ve madde 27 (bilim ve sanat hürriyeti), madde 38 /4(“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”), madde 130 (yüksek öğretim kurumları) ve madde 153 (Anayasa Mahkemesi kararları) birçok Anayasa hükmüne aykırılık taşımaktadır.

 
Teklifin sekizinci maddesine göre; 2547 sayılı Kanunun 53/E maddesinin ikinci fıkrası, “Üniversite disiplin kurulu üniversite yönetim kuruludur. Üniversiteye bağlı birimlerin yönetim kurulları disiplin kurulu olarak görev yapar. Rektörlüğe bağlı birimlerdeki disiplin kurulu; akademik personel ve daire başkam kadrosunun dengi ve üstü kadrolarda bulunanlar için Rektör yardımcısı başkanlığında üniversite yönetim kurulunca her takvim yılı başında belirlenen profesör unvanlı dört öğretim üyesinden, memurlar için ise Genel Sekreterin başkanlığında, Hukuk Müşaviri ile Personel Dairesi Başkanından oluşur.” şekilde değiştirilmiştir.

2547 Sayılı Kanunun 53-E Maddesindeki değişiklik ile üniversite disiplin kurulunun etkisinin azalacağı, rektörlerin cezaların neticelendirilmesi ve kaldırılması konusunda tek yetkili haline geleceği endişesi doğmaktadır.
Önceki düzenlemede disiplin kurullarında rektör, dekan, okul müdürünün bulunmaması adaletli karar verilmesinde özgürlük sağlamaktaydı. Değişikliğin nedenini anlamak ve onaylamak zor…

 
YÖK – Yüksek Disiplin Kurulu Başkanlığı, 22.02.2018 tarihinden başlayarak sendika temsilcilerini, dosyası görüşülen üyelerini temsil etmekte oldukları toplantılara çağırmamıştır. Bu işlemini, 29.11.2018 gün ve 2018/125 sayılı karara dönüştürmüştür. Bu karar sendikalar tarafından idari yargıya taşınmış ve en son olarak da Ankara 12. İdare Mahkemesi, bu kararı iptal etmiştir (bkz. 2019/602 e. ve 2019/2490 k.) Her iki yılda bir imzalanan kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarına ilişkin toplu sözleşmede de “Hakkında yürütülen kamu görevlisinin üyesi olduğu sendikanın temsilcisi, yüksek öğretim kurumları disiplin ve yüksek disiplin kurullarında yer alır” hükmü yer almaktadır. Bu konuyu düzenleyen başkanlıkça yayımlanan 30.01.2010 gün ve 2010/2 genelgesi ile. 04.07.2005 gün ve 2005/9138 sayılı bakanlar kurulu kararı da vardır.

 
2547 sayılı Kanunun 53/E maddesinin ikinci fıkrasının, “Üniversite disiplin kurulu üniversite yönetim kuruludur. Üniversiteye bağlı birimlerin yönetim kurulları disiplin kurulu olarak görev yapar. Rektörlüğe bağlı birimlerdeki disiplin kurulu; akademik personel ve daire başkanı kadrosunun dengi ve üstü kadrolarda bulunanlar için rektör yardımcısı başkanlığında üniversite yönetim kurulunca her takvim yılı başında belirlenen profesör unvanlı dört öğretim üyesi ve sendika temsilcisinden, memurlar için ise Genel Sekreterin başkanlığında, Hukuk Müşaviri, Personel Daire Başkanı ve sendika temsilcisinden oluşur.” şekilde değiştirilmesi için verdiğimiz önerge AKP ve MHP’li Komisyon üyelerince reddedilmiştir.

 
Bu açıklamalar doğrultusunda, 53/e maddesine, son fıkra olarak, “Hakkında soruşturma yürütülen kamu görevlisinin üyesi olduğu sendikanın temsilcisi, Yüksek Öğretim Kurumları Disiplin ve Yüksek Disiplin Kurullarında yer alır” hükmü yer almalıdır.
Teklifin dokuzuncu maddesinin; 2547 Sayılı Kanunun 53-F maddesindeki değişiklik ile rektör tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itirazın üniversite disiplin kuruluna yapılması öngörülmekte; uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı itiraz başvurusunun yapılacağı disiplin kurullarının oluşumu ve yönetimi düzenlenmektedir.

 

 

Uyarma ve kınamada itiraz mercii olarak birim disiplin kurulunun tanımlanması, itirazın adil değerlendirilme olasılığını zayıflatmakta, rektör veya dekan gibi yöneticilerin istemediği öğretim elemanının kolayca disiplin suçu almasının önünü açacaktır.
Soruşturmayı yürüten veya soruşturma komisyonunda yer alanlarla, soruşturmanın tarafı olan kimselerin 1. derece akrabalarının da ilgili konular görüşülürken kurullarda yer almaması gerektiği hükmü bulunmalıdır. Bu konuda çok sayıda yargı kararı vardır. Soruşturma komisyonu üyeleri kurullarda yer almakta ve yargıda iptal olan cezaların tekrar verilmesiyle iş barışı bozulmaktadır.

Teklifin on ikinci maddesine göre; 2547 Sayılı Kanunun Ek 9. Maddesindeki değişiklik Vakıf yükseköğretim kurumlarında her bir diploma programındaki öğrencilerin en az yüzde 15’inin ücretsiz eğitim görmesi şartı getiriliyor. Merkezi sınav ile öğrenci alan diploma programları için yerleştirme puanlarının, merkezi yerleştirme puanı dışındaki sınavlarla öğrenci kabulünde ise en yüksek yerleştirme puanının sıralamasının dikkate alınması öngörülüyor.
Kanun Teklifinin 12 nci maddesindeki “onbeşi” ibaresinin “yirmibeşi” şeklinde değiştirilerek vakıf yükseköğretim kurumlarında ücretsiz eğitim-öğretim alacak öğrencilerin oranının yükseltilmesi yerinde olacaktır. Bu konuda verdiğimiz önerge AKP ve MHP’li Komisyon üyelerince reddedilmiştir.

 

 

Teklifin on üçüncü maddesine göre; 2547 sayılı Kanunun Ek 11 nci maddeye fıkralar eklemektedir.

 
• Faaliyet izni kaldırılan vakıf yükseköğretim kurumlarının kurucu vakfının tüzel kişiliğinin etkilenmemesi,
• Faaliyet izni kaldırılan vakıf üniversitelerindeki öğrencilerin bursluluk durumlarının gözetilerek eğitim ücretlerini garantör üniversiteye ödemeleri,
• Faaliyet izni kaldırılan vakıf üniversitelerine verilmiş olan mülkiyeti hazineye ait taşınmazlara ilişkin tesisi edilen irtifak hakları ile kullanma izinlerinin iptal edilmesi ve aynı amaç için kullanılmak şartı ile garantör üniversiteye verilmesi,
• Muaccel ve kısa vadeli borçlarını, toplam yıllık eğitim öğretim gelirleri veya mevcut mal varlığı ile ödeme imkanı olmadığı, Hazne ve Maliye Bakanlığının görüşü ve Yükseköğretim Kurulunun kararı ile tespit edilen üniversitelerin faaliyet izninin geçici olarak durdurulması,

 
• Kayyım atanan vakıf üniversitelerinin faaliyet izni kaldırıldığında, atanan kayyımın görevinin sona ermesi,
• Faaliyet izni geçici olarak durdurulan vakıf yükseköğretim kurumunun, eğitim öğretim faaliyetleri için mülkiyetinde yeterli taşınmazı bulunmadığı veya mevcut malvarlığı ile eğitim öğretim faaliyetlerini sürdüremeyeceği garantör üniversite tarafından tespit edilmesi ve Yükseköğretim Kurulunca onaylanması halinde faaliyet izninin kaldırılması,
Eklenen fıkralardan ilki, vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin kaldırılması, öğretim ücretinin devredilen garantör devlet üniversiteye ödenmesini düzenlemektedir. Bu ise, aynı kurum çatısı altında, “parasız-normal örgün öğretim, ücretli örgün ikinci öğretim ve vakıftan aktarılan ücretli öğretim öğrencileri benzeri bir duruma neden olacaktır. Bu farklılık, anayasanın 130 ve 10. maddesine aykırıdır. Devlet yüksek öğretim kurumlarında parasız ya da harç karşılığı bir yüksek öğretimi sağlamamız gerekmektedir.

 
Teklifin on altıncı maddesine göre; 2547 Sayılı Kanunun Ek 38. maddesindeki değişiklik ile 50/d kadrosu kapsamında araştırma görevlisi kadrolarına atanıp tezli yüksek lisans eğitimini tamamlamış olanların alanıyla ilgili doktora veya sanatta yeterlilik eğitimlerine başlamaları için kadrolarıyla ilişiklerinin en fazla altı ay daha devam etmesi öngörülüyor.

 
Bu sürenin en az bir yıl olarak düzenlenmesi yerinde olacaktır. Araştırma görevlilerinin bir yıl daha görevlerine devam etmelerine olanak sağlanması için verdiğimiz değişiklik önergesi AKP ve MHP’li Komisyon üyelerince reddedilmiştir.
Teklifin on yedinci maddesine göre; 2547 sayılı Kanuna eklenen ek maddeyle, vakıf yükseköğretim kurumlarının her yıl öğrenci gelirleri toplamının %2’sini, kendi adlarına bir kamu bankasında açılacak bir hesaba aktarmaları öngörülmektedir. Bu hesapta biriken para sadece vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması halinde ve öğrencilerin mezun olabilmeleri amacıyla kullanılacaktır. Yapılacak bu aktarım, hesapta biriken paranın ilgili vakıf yükseköğretim kurumunda kayıtlı tüm öğrencilerin mezun olabilmeleri için gerekli eğitim ücretine ulaştığında durdurulacaktır.

 
Vakıf üniversitelerinin ekonomik sıkıntı içinde olduğunu ve eğitimde kalite sorunu yaşandığını biliyoruz. Her an faaliyet izinleri, durdurulabilir ya da kaldırılabilir.
Vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin geçici olarak durdurulması ya da kaldırılması halinde öğrencilerin eğitimlerini tamamlamaları için %2’lik tasarrufun yüzde %5’e çıkartılması için verdiğimiz değişiklik önergesi AKP ve MHP’li Komisyon üyelerince reddedilmiştir.

 
Öğrenci affı önergemiz reddedilmiştir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 20 nci maddesinden sonra eklenmesi için öğrenci affına ilişkin bir önerge verilmiştir. Ancak önergemiz AKP ve MHP’li Komisyon üyelerin tarafından reddedilmiştir.

 
Eğitim hakkı; her insanın temelde sahip olduğu haklardan biridir. Kız, erkek ayrılmadan herkesin eğitim hakkı bulunmaktadır. Uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve diğer mevzuatta da bu husus açık bir şekilde düzenlenmiştir.
Eğitim, temel bir insan hakkı olarak evrensel ölçekte kabul görmektedir. Bunun altında yatan en önemli etken eğitimin; insan kişiliğinin tüm yönleriyle gelişmesinde çok önemli bir faktör ve insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ve özgürleşmeleri ile doğrudan ilişkili bir süreç olmasıdır.
2018-2019 eğitim öğretim yılında, yükseköğretim kurumlarımızda, örgün eğitim kapsamında 3 milyon 180 bin, toplamda ise 7 milyon 740 bin 502 öğrenci eğitim görmüştür.
Son yıllarda ülkemizde yaşanan ekonomik sorunlar çocuklarımızın eğitim öğretim hayatına da yansımıştır. Ekonomik güçlükler, disiplin sorunları gibi nedenlerle binlerce çocuğumuz eğitimöğretim hayatını yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.

 
Kanun teklifi ile yükseköğretim düzeyinde eğitim-öğretim ortamından kopan çocuklarımızın yeniden okullarına dönmeleri hedeflenmiştir.

Teklifin yirmi ikinci maddesine göre; 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı milli eğitim temel kanununa 50 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 50/a maddesi eklenmiştir.
• Öğretmenlerin yaz tatilleri dışındaki tatillerinde mesleki çalışmalara katılmaları,

• Rehber öğretmenlerin tercih danışmanlığı, alan ve ders seçimi, öğrenci tanılama sürecine bağlı olarak izin ve tatil dönemlerinde de görevlendirilmeleri,

• İlçe, il veya ülke genelinde genel hayatı etkileyen salgın hastalık, doğal afet, elverişsiz hava koşulları gibi nedenlerle eğitim öğretim faaliyetlerinin iki haftadan fazla süreyle yapılamaması halinde öğretmenlerin yaz tatillerinin kısaltılabilmesi ve bu durumda olan öğretmenlerin izinlerinin bir aydan az olmaması,

 
• Okul/kurum yöneticileri, yüz yüze eğitim yapılamayan eğitim kurumlarındaki öğretmenler ile Bakanlık merkez ve il/ilçe milli eğitim müdürlüklerinde görevlendirilen öğretmen ve yöneticilerin yıllık izinlerinin 657 sayılı Kanunun 102 ve 103 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında (10 yıla kadar hizmeti olanlar 20, 10 yıl ve üzeri hizmeti olanlar 30 gün) kullanmaları.
Öğretmenlerin çalışma düzeninin ülke genelinde genel hayatı etkileyen salgın hastalık, doğal afet, elverişsiz hava koşulları vb. durumlara göre geçici olarak esnek hale getirilmesi eğitimin devam etmesi için bir ihtiyaçtır.
Ancak bu düzenlemelerin kalıcı madde ile yapılmasının uygun değildir. Teklifinin 22 inci maddesi ile 1739 sayılı Kanuna eklenen 50/A maddesinin birinci fıkrasının ikici cümlesinin, ve maddenin ikinci fıkrasının madde metninden çıkarılması için verdiğimiz değişiklik önergemiz AKP ve MHP’li üyeler tarafından reddedilmiştir.
Öğretmenlerin çalışma düzenine ilişkin değişiklikler eğitimin bileşenlerinin fikri alınarak düzenlenmelidir.
Teklifin yirmi üçüncü maddesine göre; Ankara’da Türkiye Verimlilik Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Ankara Bilim Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulması öngörülmektedir.
Sayıları her geçen gün artan vakıf üniversitelerinin yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve verdikleri eğitimdeki kalitesizlik (bazıları vakıf üniversiteleri hariç) bilinen bir gerçektir. Yeni vakıf üniversitelerine neden ihtiyaç duyulduğuna ilişkin gerçekçi verilerin ortaya koyulması gerekmektedir.
Teklifin yirmi üçüncü maddesine göre; Kocaeli’de Avrupa Eğitim Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulması öngörülmektedir.
Sayıları her geçen gün artan vakıf üniversitelerinin yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve verdikleri eğitimdeki kalitesizlik (bazıları vakıf üniversiteleri hariç) bilinen bir gerçektir. Yeni vakıf üniversitelerine neden ihtiyaç duyulduğuna ilişkin gerçekçi verilerin ortaya koyulması gerekmektedir.

 
Özel okul çalışanlarının ücretlerinin iyileştirilmesine ilişkin verdiğimiz önerge reddedildi. 2547 Yükseköğretim Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 26 ncı maddesinden sonra , “08/02/2007 tarih ve 5580 sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanunu’nun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasından sonra aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

 
“Özel öğretim kurumlarında eğitim hizmetlerinde çalışan yönetici ve öğretmenlere kıdemlerine göre resmi okullarda ödenen ücret tutarından az ücret verilemez. Bu fıkra kapsamında resmi okullarda ödenen emsal ücretin hesaplanmasında ilgili mevzuat uyarınca aylıklara ilişkin hükümlerin uygulanacağı kadroya bağlı edemeler dikkate alınır. Bu fıkra hükümleri emekliler için uygulanmaz.” hükmünün eklenmesini için önerge verilmiştir.
2014 yılına kadar özel öğretim kurumlarında eğitim iş kolunda çalışanlara, resmi okullardakinden az ücret ödenemiyor. 2014 yılında yapılan kanun değişikliği ile özel öğretim kurumlarının asgari ücretle öğretmen çalıştırmasının önü açıldı. Teklif ile özel öğretim kurumlarında eğitim iş kolunda çalışan yönetici ve öğretmenlere resmi okullarda çalışan yönetici ve öğretmenlerden daha az ücret ödenmemesi amaçlanmaktadır.
Ancak verdiğimiz önerge AKP ve MHP’li Komisyon üyeleri tarafından reddedilmiştir.

 
2557 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifine aşağıdaki geçici maddenin eklenmesi için verdiğimiz önerge AKP ve MHP’li Komisyon üyelerince reddedilmiştir.

 
GEÇİCİ MADDE

 
(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, 2547 sayılı Kanunun geçici 53 üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen durumda olup, aynı Kanunun 35 inci maddesi uyarınca yurtiçinde görevlendirilenlerden geçici 53 üncü maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen sürede borçlarını ödemek için başvurmayanlar ile söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar geçen süre içerisinde 2547 sayılı Kanunun geçici 53 üncü maddesinin birinci fıkrası (c) ve (d) bentlerinde belirtilen nedenlerle haklarında borç takibi yapılanların veya yapılması gerekenlerin, kendilerine Türk Lirası olarak yapılmış olan her türlü masrafa ilişkin borç tutarları, bu Kanunun yayımlandığı tarihi izleyen üç ay içerisinde borçlu oldukları idarelere başvurmaları halinde, imzaladıkları yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi hükümleri dikkate alınmaksızın ve ilgililere ödeme yapma sonucunu doğurmaksızın yeniden hesaplanır ve başvuru süresi içerisinde tahsilat işlemi durdurulur. Yapılacak hesaplamada, bu kişilerin hizmetleri karşılığında aldıkları yurt içi maaşları ve buna yönelik cezai şart talep edilmez, bunlar haricinde Türk Lirası olarak yapılmış olan her türlü masraf tutarına, sarf tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süre için 1/1/2006 tarihinden geçerli olmak üzere tespit ve ilan edilen kanuni faiz işletilerek hesaplama yapılır. Bu kişiler hakkında bu maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır.
(2) Bunların daha önce ödemiş oldukları tutar ile mecburi hizmetlerinde değerlendirilen sürelere isabet eden tutar, yukarıdaki şekilde belirlenecek tutardan düşülür. Bu madde uyarınca vazgeçilen borç tutarına isabet eden vekâlet ücreti de dâhil yargılama giderleri tahsil edilmez. Hesaplanan borç tutarı, ilgilinin durumu ve ödenmesi gereken meblağ dikkate alınarak azamî beş yıla kadar taksitlendirilebilir.

 

 
(3) Bu madde kapsamında bulunanlardan, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce borcunun tamamını ödemeden veya mecburi hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin borç yükümlülükleri ortadan kalkar. Buna bağlı olarak, borçlunun kendisi, mirasçıları ve kefilleri hakkında her türlü borç yükümlülükleri ortadan kaldırılır ve her türlü borç takibi işlemlerine son verilir.
Amaçlanan önergeyle, 5535 Sayılı Kanunun Geçici 53. maddesi, 6552 Sayılı Kanun’un Geçici 1. Maddesi ve 6111 Sayılı Kanunun Geçici 4. Maddesi’ne benzer bir geçici madde eklenmesi ile mağduriyetlerin giderilmesidir. Bu geçici madde, maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarı ile üniversitedeki görevinden ayrılmış olan araştırma görevlileri ya da akademisyenleri kapsayacak olup, yurt içi görevlendirilen araştırma görevlilerinin hizmetleri karşılığı almış oldukları maaşların iadesi değil sadece yapılan masrafların faizi ile ödenmesini içermektedir. Anılan düzenlemelerde öngörülen zaman diliminde müracaat edememeleri nedeniyle bu hükümlerden yararlanamayanlar ile söz konusu tarihten bugüne kadar aynı durumda kalanlar için de benzer kolaylıkların sağlanması uygun görülmektedir.