Siyah-Beyaz Türk Solu…

Siyah-Beyaz Türk Solu…
17 Aralık 2020 18:00

Bireylerin olduğu gibi toplulukların da geçmiş yaşantılarıyla ilgili bir hafızası vardır. Bu hafıza ilk insandan itibaren filogenetik olarak geleceğe taşındığı gibi; destanlar, yazılı ve sözlü edebiyat, müzik, örf ve adetlerle de gelecek nesillere taşınır. Yani, bireylerin olduğu gibi kitlelerin de bir ruhu ve ruhsal bir geçmişi vardır. Sağlıklı bireyler, hastalıklı bireyler, kişilik problemleri olan bireyler, ahlaksız bireyler olduğu gibi aynı nitelikleri taşıyan türlü topluluklar da vardır.

 

 

Dr. Semih DİKKATLİ H&H YORUM

 

 
Bu patolojik yapılara sahip olan bireyler arasında hayata ve çevresindekilere siyah-beyaz bakan ve gri tonu olmayan, karşısındakini tek bir olumlu eylemle ilahlaştıran, tek bir olumsuz eylemle yerin dibine sokan bazı insanlar var olduğu gibi, bu şekilde davranan kitlelerde mevcuttur. Bazı kitleler de bazı kişi ve olayları mutlak siyah ve mutlak beyaz olarak görme eğiliminde olabilir. İşte Türkiye’de sol kitlenin kendi içinden yetiştirdiği tüm değerlere bakışı aynen böyledir: Siyah-beyaz…

 
Sol ideolojilerin özünde insan vardır ve insanı dışlayan her yönetim biçimine itirazı vardır. Solcu sorgular, düşünür, yaratır, yanlış olana muhaliftir ama her şeyden önce akılcıdır, devrimcidir.

 

 
Anadolu toprakları insanı merkeze alan büyük düşünür ve mücadele insanlarıyla dolu bir geçmişe sahip olsa da; bu insanlar katledilmiş, sürgün edilmiş, idam edilmiş ya da hapsedilmiştir. Sorgulayan, düşünen, muhalefet eden, insanlık için mücadele eden bu insanların başına gelenlere şahit olan diğerleri ise bu yaşananların ardından travmatize olmuş, aynısının kendi başına da gelmesiyle ilgili korkar hale gelmiştir.

 
Pir Sultan, Köroğlu, Sabahattin Ali, Tevfik Fikret, Namık Kemal, Nazım Hikmet, Atatürk, Deniz Gezmiş, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu, Bahriye Üçok, Ali İsmail Korkmaz gibi güzel insanlar diğerleri adına bir mücadele ortaya koymuş, onların hakları, geleceği için ya cepheden cepheye savrulmuş, ya öldürülmüş, idam edilmiş ya da acılar içinde sürgünlerde ölmüştür.

 
Yukarıdaki isimler gibi daha onlarca örneği olan bu insani gelenek, yaşadığı her travmatik olaydan sonra bütünselliğini yitirmiş ve yaşanan bu travmatik olaylara dayanamayanların arasından kapitalist sisteme hizmet eden, içe dönen, sorgulamaktan korkan, mücadele gücü azalmış, bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesinde dönekler ortaya çıkmaya başlamıştır.

 
Böylece kendine zarar veren, kavgaya açık, doğrulardan daha çok egoların ön planda olduğu bir kitle oluşmuş ve sol giderek zeminsiz kalmıştır. Öyle ki; zamanın sol söylemli insanlarından liboşlar ortaya çıkmıştır. Bu insanlar için artık toplumsal doğruların yerini umutsuzluk, zarar verici dürtüler ve yok olma-yok etme isteği almıştır.

 
Tüm bunlar olurken diğerleri ne yapmıştır peki? Korkmaya devam etmiş ve bir kurtarıcının, bir mucizenin onları aydınlığa kavuşturmasını beklerken faşist iktidarlara biat etmiştir. Sorsan hepsi vatansever, solcu, Atatürkçü, devrimcidir. Konuşmaya gelince hiçbiri mangalda kül bırakmaz.

 
Liberal ekonominin gereği küfelerini dolduranlar, iktidarlarla kötü olmadan gemisini yürütenler bir taraftan da en hızlı muhalefet, solcu ve devrimci olmayı kimseye bırakmamışlardır. Konuşmuşlar, konuşmuşlar ve konuşmuşlardır.
Bu arada bazı Atatürkçü, Komünist, Sosyalist vatansever insanlar bedel ödemeye devam etmiş, siyasete girmiş, siyasette yıllarca mücadele etmiş, hapse girmeyi, sahip olduklarını kaybetmeyi göze almıştır. 1980 sonrası kapatıldıktan sonra yeniden açılan CHP sol söylemin ana partisi olmuş, Ecevit ve DSP fırtınasının ardından da merkez sola oturmuştur. Ancak giderek uzaklaştığı Atatürkçü düşünce ve bu düşünceyi taşıyan insanların tasfiyesiyle CHP kurucu parti olma özelliğini kaybetmiştir.

 

 

Türkiye’de sol neden hiç kazanamadı?

 
Geçmişinde bu kadar ağır travmatik olaylar olan bir kitlenin nesne ilişkilerinde başarılı olması neredeyse imkânsızdır. Nesnenin –diğer kitleler, kitle içindeki diğer bireyler- iyi ve kötülerle ilgili bütünlüğü sağlanamadığı için sol kitlenin bireyleri, kendisine lider belirlemekte ciddi sorunlar yaşamıştır. Tam “evet işte bu benim liderim” dediği zamanların ardından bir anda ilahlaştırdığı bu liderin kendince olumsuz bir davranışını gören kitle, hemen o lider adayını karalamış, kendince tüm olumsuzluklarını ortaya dökmüş ve olumlu yanlarını konuşmayı bırakmıştır.

 

 

Bu sebeplerle; sürekli lider arayışı içinde olan bu insanlar, dışarıdan manipülasyona açık hale gelmiş ve rakip ideoloji ve partilerin kolaylıkla böldüğü gruplara dönüşmüştür.

 

 
Türkiye’de sol ve Atatürkçü söylem birçok lider adayının başını kendi elleriyle kesmiştir. Bu insanları tek tek saymaya kalksak sayfaları bulur. Şimdi de benzer bir linç Muharrem İnce’ye yapılmaktadır. Seçim gecesi uğradığı ince ayak oyunuyla anında sevilmeyen bir nefret nesnesine dönüşmüştür. Sol ve Atatürkçü bazı kimselerin kendisine yönelttiği ağır saldırılara rağmen mücadeleden vazgeçmemiş, Memleket Hareketi ile Anadolu’ya yelken açmıştır. İnatçı, vazgeçmeyen tavrı kimilerine ihtiras gibi gelse de o bir mücadele adamı olduğunu göstermiştir.

 

 
Şimdi iktidarın antidemokratik uygulamalarından bıkmış, ülke için çıkış arayan ve laik-demokratik bir cumhuriyetin tekrar inşası için umut taşıyan ama Muharrem İnce’ye sürekli saydıranlara soruyorum. Sadece konuşarak, eleştirerek, hakaretler ederek varmak istediğiniz yer gerçekten neresidir?

 

 
Son yıllarda iktidar karşıtı ve çoğunluğu kendini sol olarak tanımlayan kitlenin bazı davranışlarını ele aldığımızda kitlenin “siyah-beyaz” tavrı daha da çok dikkat çekecektir.

 

 
Zamanında birçok lideri ve lider adayını bir gün önce kurtarıcı kahraman, kral-kraliçe görenler, bir gün sonra onu cadı-şeytan yapmışlar ve engizisyon mahkemesinde ölüme mahkûm etmişlerdir. Şimdi de aynı kitle Muharrem İnce’ye saldırmaktadır. Seçimden bir gün önce kahraman, hemen sonraki gün hain… Sol ve Atatürkçü kitle, kendisinin umut haline getirdiği bir insana saldırırken, “iyi de herkesi en ufak hatasında yok sayarsam, kimin liderliğinde gelecek güzel günlerin oluşumunu sağlayabilirim” diye sormuyor. Şimdi tek amaçları var, İnce’yi doğrayalım, yol üstünden çekelim ve yeni bir lider arayalım. Sol ve Atatürkçüler konunun İnce ya da bir başkası olmadığını, konunun bu siyah-beyaz bakış açısı olduğunu anlayamadan “atı alan Üsküdar’ı bir kez daha geçecek” ve ondan sonra insanüstü özellikli bir mükemmel lider bile bulunsa –ki bu mümkün değildir- işe yaramayacak…

 
Acımasızca, anlama ihtiyacı bile duymadan kendi yarattığı umudun rüzgârını fırtınaya çevirenler, “sıradaki lider adayı gelsin” diye tepiniyor. “Yücelteceğimiz, sonra yeniden yerin dibine sokacağımız yeni bir lider adayı çıksın ortaya ve onu da en ufak hatasında un ufak edelim.”

 
Yalnız bir şeyi unutuyorlar, onlar oturdukları yerden eleştirmeye devam etseler de bir gün birisini çıkaracaktır bu Anadolu toprakları, o zaman anlaşılacak inatçı ve iddialı bir mücadele gücünün kıymeti…

 
Not: Her şeye rağmen ülke ve ideolojisi için yılmadan mücadele eden, bazı mücadele insanlarını bu yazının dışında tutmak isterim. Onları da tek tek saymanın âlemi yok ama asıl olan kimin lider olduğu değil, kimin vatanı ve ideolojisi için –benim adıma Atatürkçü ideoloji- sonuna kadar mücadele ediyor olduğudur.

 
Dr. Semih DİKKATLİ Twitter

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
İçimdeki çocuğun bayramı
Herkes birine zorba…
Kara Kutu… Hadi yüzleşelim…