‘Cumhuriyetin kurucu partisi,  laiklik ilkesini bile ağzına almıyor!’

‘Cumhuriyetin kurucu partisi, laiklik ilkesini bile ağzına almıyor!’
29 Temmuz 2018 13:22

Sonucu baştan söyleyelim: Sosyalist sola alan açmadan Türkiye siyasetini seçeneksizlikten kurtarmak mümkün değildir. Bu belki tüm zamanların gerçekliğidir, ama hiçbir zaman bugünkü kadar yakıcı bir öncelik taşımamıştır. Çünkü Türkiye’de rejim değişiyor, siyasal İslamcı hareket sınırsız kollu bir ahtapot gibi devletin ve yaşamın her alanını ele geçirmeye/denetlemeye yöneliyor.

 

 

Oğuz Oyan / Birgün

 

Buna karşılık Meclis içi/ sistem içi muhalefet bu kuşatmayı yaracak bir siyasi/ideolojik karşı-kutup oluşturmaktan son derece uzak görünüyor. O kadar ki, Cumhuriyetin kurucu partisi kendi ilkelerini olduğu kadar Anayasa’nın ikinci maddesinde sayılan Cumhuriyetin kurucu ilkelerini bile savunmaktan ürken bir geri mevziiye çekilmiş durumda. İktidarın ayak izlerine basarak onunla yarışmak, ondan seçmen kazanmak gibi nafile bir çabaya girdiğinden, laiklik ilkesini bile ağzına almıyor.

 

CHP yönetimi bu politikasının iflas ettiğini bile göremiyor; Parti başkan ve yönetiminin yenilenebileceği bir olağanüstü kurultay toplanmasına dahi şiddetle direniyor. Tüm enerjisini Kurultay için atılan imzaları geri çektirmeye, milletvekillerine, il başkanlarına, diğer parti organlarına yönetim lehine destek açıklamaları yaptırmaya harcıyor. Zamanında çekilmesini bilemeyince hazin bir manzara oluşuyor. Artık ok yaydan çıkmışken ve bir olağanüstü kurultay ihtiyacı tabanın beklentisine dönüşmüşken, artık kaçınılmaz olan kapıyı çalmışken, bundan kaçışın planları yapılıyor, Parti içi bölünmeler tırmandırılıyor. (Olabilecek en kötü bölünme de Alevi eksenli bir ayrışma olabilir. Umarız hırslar ve sorumsuzluklar o noktaya kadar ilerletilmez). Parti yönetimi, yerel seçimler sürecini yönetmeden iktidarını bırakmak niyetinde gözükmüyor.

 

Peki, CHP yönetimi yenilense ne olur? Eğer her iki tarafın da parlamenter sisteme geri dönmekten, cumhurbaşkanının yetkilerini sınırlamaktan, yargıyı ve özerk kurumları daha bağımsız hale getirmekten, “piyasalarla inatlaşmayarak” neoliberal düzenle daha uyumlu iş görmekten, “daha iyi bir eski” yaratmaktan başka sözü ve vizyonu yoksa değişen pek bir şey olamayacaktır. Türkiye için de buradan gerçek bir alternatif çıkmayacaktır.

 

Elbette yenilenen bir yönetim kitlelere yeni bir umut aşılayabilir, önümüzdeki yerel seçimlere kadar idare edecek bir coşku oluşturabilir. Ama kalıcı bir umut için bundan fazlası gerekiyor. Solda umut olmak artık devrimci bir programın benimsenmesi ve bunun topluma benimsetilmesiyle mümkün olabilecek. Bağımlı bir çevre ekonomisinde bunun basit tercümesi, İngiliz İşçi Partisi’nde Corbyn hareketinin yapmaya çalıştığı dönüşümün çok ötesinde bir radikalizm demek. Özellikle anti-emperyalist ve anti-özelleştirmeci/kamulaştırıcı vurgusu ve istihdam yaratıcı yeni kamu girişimciliği ağı bakımlarından. Oysa şu anki CHP yönetiminin politik konumlanması Corbyn’in bile çok gerisinde.

 

CHP’nin önemi ve tabanının talepleri

 

Neden solda olsun sağda olsun herkes CHP ile bu kadar ilgili? Çünkü hem cumhuriyetçilerin hem solun kitle tabanı CHP’de bulunuyor. Bu kitlenin Mayıs-Haziran sürecinde kendiliğinden seferber olarak milyonlarla ifade edilen sayılarla meydanlara aktığı görüldü. Rejimini pekiştirmek isteyen iktidara korkulu anlar yaşatabildi. Bu hareketlenme basit bir umudun peşinde gerçekleşti: Toplumun üstünden bir silindir gibi geçmeye hazırlanan baskıcı siyasal İslam rejiminin yerleşmesini engellemek. Bu, mitingleri düzenleyenlerin bile tam öngöremedikleri bir politik bilinç yoğunlaşmasıydı.

 

İşte şimdi bu enerji yoğunlaşmalarının heba olmasını önlemek gerekiyor. CHP’deki muhtemel bir yönetim dönüşümü buna hizmet edebilecek potansiyeli taşıdığı için değerli. Bu potansiyel sonradan harcanır mı harcanmaz mı ayrı konu; bu, sonraki iş. Buna karşılık parti içinde değişime direnmenin geniş kitlelerde hiçbir karşılığı yok.

 

24 Haziran seçimlerinde CHP’ye ve Cumhurbaşkanı adayına umut bağlayanlar, seçimdeki hayal kırıklığına rağmen bugün artık farklı bir CHP görmek istiyorlar. Sadece yönetimdekilerin değişmesi bakımından değil. Bir kere CHP’nin hiç olmazsa kendi programına sadık kalmasını talep ediyorlar. Bu programın ödünsüz savunulmasını bekliyorlar. Özetle, ilk dönüşüm olarak, sağcılaşma eğiliminin son bulmasını istiyorlar (bu talep şimdilik daha çok siyasi sağcılaşmayla sınırlı kalsa da).

 

İkincisi, rejimi olağanlaştırıcı/meşrulaştırıcı hamlelerden uzak durulmasını bekliyorlar. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinin, bu arada laikliğin, tehdit altında olmadığı yaklaşımının terkedilmesini ve rejim yıkıcı/rejim kurucu iktidarla cepheden bir mücadelenin göğüslenmesini bekliyorlar. AKP/RTE cenahı ile olağan ilişkiler sürdürülmesinden kaçınılmasını istiyorlar.

 

Üçüncüsü, Meclis merkezli bir siyaset anlayışının terkedilmesini görmek istiyorlar. 24 Haziran sonrasındaki TBMM’nin 12 Eylül 1980 askeri rejimi ürünü bir Danışma Meclisi kadar bile bir hükmünün kalmadığını CHP’nin topluma göstermesini bekliyorlar. Partinin, başka mecra bulamadığından veya böyle bir arayışın kendi meşruiyetinin sorgulanmasına götürebileceği endişesinden dolayı Meclis içine hapsolmasını kabul etmek istemiyorlar. Aynı şekilde, gerek Parti yönetiminin gerek grup yönetiminin gerekse herbir yeni milletvekilinin, kendilerini işlevli göstermek uğruna, Meclis’i “çalıştırmak”, iktidara rağmen Meclis’e “işlevselliğini yeniden kazandırmak” gibi gayretli ama nafile çabalar içine girmesinden sakınılmasını istiyorlar. Bu nafile çabaların yalnızca başkanlık sultası rejimini meşrulaştırıcı bir işlev göreceğinden kaygılanıyorlar. Soru veya araştırma önergeleri üzerinden seçmene selam yollama, kamuoyunu duyarlı kılma veya iktidarı güya sıkıştırma çabalarının, iktidarın tekelleşmiş yönetim oyununu bozmak yerine onu daha da güçlendireceği, meşrulaştıracağını seziyorlar.

 

Örneğin, bedelli askerlikte 28 günlük sürenin, MHP’nin “hiç askerlik yapılmasın” önerisi üzerine AKP’ce 21 güne indirilmesi teklif edilmişken, CHP’nin bir değişiklik önergesiyle MHP’nin başlangıç önerisini benimsemesi ve bunun –bekleneceği gibi- hemen reddedilmesi nasıl bir muhalefet anlayışıdır sorularına yol açmaktadır. Ucuz ve anlamsız bir popülizm olması bir yana, sanki Saray’ın verdiği kararı Meclis değiştirebilirmiş gibi bir illüzyonun yaratılmasına katkı verilmesi bir aymazlık olarak görülmektedir. CHP’nin bu türden sözde muhalefetleri terketme zamanının gelmiş olduğu konusunda geniş bir mutabakat oluşmuş durumdadır. Meclis merkezli muhalefet sadece anlamsız ve işlevsiz değil, aynı zamanda muhalefet yapmaktan kaçınmanın kolaycı bir yolu olarak görülmektedir. En azından her Meclis oturumunu bir yeni eylem biçimine çevirmeden Meclis’te varlık göstermenin bir anlamı kalmamış durumdadır.

 

https://www.birgun.net/haber-detay/siyaseti-seceneksizlikten-kurtarmak-225085.html