Yeni Osmanlıcılığın dışa vurumu

Yeni Osmanlıcılığın dışa vurumu
14 Ekim 2014 08:53

Öfke dili hiç durmadı 10 yıldır.

 

Çağların IŞIK H&H YORUM

 
Kime neden öfkelenmişti, kim öfkelendirmişti bilinmiyor.

 
Bu da bir hitabet tarzıdır demişti.

 
Ancak bu öfke dilinin insan ruhunu bu kadar başarılı, bu kadar kararlı ve bu kadar uzun süreli bir şekilde esir alabileceği, öngörülmüş bir durum olmasa gerek.

 
Bu öfke ki, kullanım ömrünü dolduran her hain/düşmandan sonra yine bir kez daha hain/düşman yaratmasını da bildi.

 
Şimdiki hain; Arabistanlı Lawrance, şimdiki düşman ise Sykes-Picot uygulayıcıları.

 
“Yüzyıl önce Arap çöllerinde Osmanlı’yı yıkmak için ajanlar vardı bugün de var. Lawrance Arap görünümlü bir İngilizdi” diyor Sayın Cumhurbaşkanı.

 
Tarihe Arabistanlı Lawrance olarak geçen kişilik, 1916-1918 yılları arasında Osmanlıya karşı Arap ayaklanmasını yürüten bir İngiliz casusuydu.

 
Osmanlıya karşı yükselen Arap milliyetçiliğini vatan hainliği olarak değerlendiren Sayın Cumhurbaşkanı sanki, Arap Yarımadasını ve halklarını –şimdi bile- Osmanlının bir bütünü, asli bir parçası olarak kabul ediyor, imparatorluğu tek bir devletmiş gibi, bütünleşik bir ülke olarak düşünüyor.

 
“Gerek yakın coğrafyada, gerek Türkiye’de ‘hizmet’ diyerek, ‘basın özgürlüğü’ diyerek, ‘bağımsızlık savaşı’ ya da ‘cihat’ diyerek Sykes-Picot anlaşmalarının gereğini yapanlar maalesef var” söylemini ise; Osmanlıyı parçalamak üzere gizli ittifaklarla hareket eden iç ve dış güçlerin, bugün de aynı saiklerle iktidara karşı mücadele ettiğine inandığı şeklinde yorumlamak mümkündür.

 
Zira Sykes-Picot Anlaşması Osmanlının bölüşülmesini içeren 1916 tarihli Fransız-İngiliz gizli anlaşmasıdır.

 
Toprak paylaşımında doğudaki sınırlarımızdan pay verilen Rusya’nın da onayı alınarak yapılan bu anlaşmaya sonradan İtalya’da dahil edilmiştir.

 
Birinci Dünya Savaşının ardından yenilen Osmanlı İmparatorluğu galiplerce bu gizli anlaşmaya göre bölüşülmek istenmiş ve Ortadoğu’nun sınırları çoğunlukla bu anlaşmaya göre çizilmiştir.

 
“Yaklaşık 100 yıl öncesine kadar Bosna’dan Yemen’e, Gürcistan’dan Libya’ya kadar geniş bir bölge İstanbul’dan idare ediliyordu. Savaş sona erdiğinde ise idare ettiğimiz topraklar, bugün bile sahip olduğumuz topraklardan daha dar bir sınır içine hapsedilmek istendi.”

 
Yukarıdaki satırlar aynı zamanda yeni çizilen vatan sınırlarının dışında kalmış toprakların ayrılmasını kabullenemeyen bir hüzünlü tavır içermektedir ve kim bilir belki de yıllarca devam eden öfkenin de ilham kaynağıdır.

 
“100 yıl önce Osmanlı devleti bütün coğrafyayı birlik içinde tutabiliyordu. Şunu kabul etmeliyiz 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti doğru soruları sorarak bu coğrafyanın huzur ve istikrarını sağlayacak yegane ülkedir. Bölgenin umudu yine Türkiye’dir. Siz bölgedeki idarecilere bakmayın, bölge halkının umudu Türkiye’dir.”

 
Bu satırlar ise nihayet şimdiye kadarki Yeni Osmanlıcılık anlayışının dışa vurumu olarak yorumlanmaya en müsait ve somut söylem olarak kabul edilebilir.

 
Fakat şimdiye dek daha çok siyasi retorikle süslenmiş olan bu dış politika anlayışı gerçekçilikten uzaklaştığı ölçüde tarihsel bir başarısızlığa mahkum oldu.

 
Esad, Esed’e çevrilerek dalınan Ortadoğu’da, Müslüman Kardeşler endeksli politik çıkarımlar öylesine beklenmedik şekillerde gelişti ki, her yönden yarattığı dramatik sonuçlarla, hiç arzu edilmeyen değerli yalnızlık durumuna gelindi.

 
Zaten Ortadoğu; insanlık tarihinin şimdiye kadarki en büyük dramlarının, ihanetlerinin yaşandığı politika sahnesi oldu.

 
Ve bu tarihsel deneyimler sebebiyledir ki bataklık olarak anılıyor.

 

 

Çağların IŞIK Twitter

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Seni başkan yaptıracağız
Yarının gülüşleri bugünün gözyaşlarında boğuldu
Dağlıca saldırısının Cizre’yle ilgisi var mı?