Üçüncü yol

Üçüncü yol
19 Mart 2016 08:57

Şiddet, ülkemizde giderek kanayan toplumsal bir yaraya dönüşmektedir. Günlük yaşamımızda, karşılıklı sevgi, saygı ve empatiyle çözülebilecek basit sorunların çözümü için bile, kolaylıkla şiddete başvuran bir toplum olduk. Özellikle öfke kontrolü konusunda, toplumsal bir seferberliğe ihtiyacımız var. Ailede, okulda, işyerinde, askerde, kısacası toplumun her katmanında bu eğitim verilmeli. Psikolojik, ekonomik veya fiziksel, türü ne olursa olsun şiddet, insanın maddi ve manevi dünyasında yaralayıcı ve onur kırıcı bir etki bırakmaktadır.

 

 

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

Bir yerde şiddet varsa, kan ve gözyaşı kaçınılmaz olur. Ölüm kusar namlular. Annelerin dilleri tutulur, toprak kanla sulanırken kurur. Kuruyan sadece toprak değildir, insan ruhu da çoraklaşır ve düşünce ürütemez olur akıl.

 

Sivil Toplum Örgütleri ve aydınlar, her türlü şiddete karşı daha kararlı bir tavır sergilemelidir. Şiddet karşıtlığı, toplumsal sorunların çözümünde şiddetin bir yönetim tekniği ve bir siyasal mücadele yöntemi olarak kullanılmasını reddeden ilkesel tutumla mümkündür. Bu tutumun doğal sonucu da her türlü şiddete karşı durmaktır. Şiddet karşıtlığı, toplumsal sorunların barışçıl, siyasal usuller içinde ve demokratik düzlemde çözülmesini savunmakla mümkündür.

 

Kör düğüm olmuş sorunlarımızı, uzun vadede ancak eğitimli, “fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirerek aşabiliriz. İnsanlarımızı korumak istiyorsak, onlara silah dağıtmak yerine, kitap, okul, öğretmen götürmek en çağdaş yoldur. Devlet, öncelikle bunu yapmalı, yapan gönüllü kişi ve kuruluşları da terörize etmeden desteklemelidir.

 

Marcus Aurelius’un dediği gibi; “Öfkenin sonuçları, sebeplerinden daha üzücüdür”.

 

Mevcut iktidar ve kayıtsız şartsız destekçilerine göre, Türkiye’nin içine düştüğü/düşürüldüğü şiddet sarmalına alışmalıymışız. Başkentin göbeğinde 5 ayda 3 katliamın yaşanmasına, 200’ye yakın masum insanın ölmesine, yüzlercesinin yaralanmasına toplum sesini çıkarmamalıymış, fıtrata ve tevekküle sığınmalıymış…

 

Ankara Barosu yönetimi ve insan haklarına duyarlı avukatlar olarak, son Ankara katliamından iki gün sonra, bombaların patladığı yerde saygı duruşunda bulunup karanfiller bırakmıştık. Ankara’nın kalbi Kızılay’da, duraklarda bekleyen insanların yüzlerindeki karamsarlık ve duyarsızlık ifadeleri de teröre alışma ve kanıksamayı ifade ediyordu. İstenen, tam da bu olmalı.

 

Uygar ülkelerde bu katliamların onda biri olsa, ilgililer istifa eder, yönetimde bir kan değişimi olur. Nerelerde hata yapıldığı sorgulanır. İdarî ve cezai yaptırımlar devreye girer. Bizde ise, birkaç saatlik bir “güvenlik zirvesi” sonucu yetkililer bir basın açıklaması yapar, önleyemedikleri katliamlardan da mağduriyet çıkarır, oylarının ne kadar arttığının hesabını yaparlar. Toplumun bu komediye de “alışması” istenir. Toplum artık şiddete, teröre, hukuksuzluklara, yolsuzluklara alışmak istemiyor. Sorunların evrensel hukuk kuralları içinde çözülmesini istiyor.

 

Yeni Terör Tanımı ve Mevzuat :

 

Terörle Mücadele Kanunu, terörün tanımını yapmış zaten. “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet’in niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek… amacıyla her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” (Madde 1). Türk Ceza Kanunu’nda ise, terör ve şiddet eylemlerini cezalandıran çok ağır hükümler var.

 

Mevzuatta bir eksiklik yok. Mevcut mevzuatımız, terör ve katliamlara cevaz vermiyor. Tam tersine, güvenlik güçlerine gereğinden fazla yetkiler veriyor. Buna rağmen yaşanan katliamların nedeni, mevzuattaki eksiklikler değil, uygulamadaki yetersizlikler ve basiretsizliklerdir. Örneğin, basına yansıyan haberlere göre, bizdeki istihbarat birimlerinden aldıkları bilgilerle Batılı ülkeler vatandaşlarını uyarıp koruyorlar. Aynı istihbarat birimlerinin kendi vatandaşlarını uyarmaması, bir muamma olarak duruyor karşımızda. Bu ihmaller zincirinin mevzuatla ve yeni tanımlarla ilgisi yok. Tamamı uygulama ve iyi yönetilmemeyle ilgilidir.

 

İktidar partisinin “yeni terör tanımı” ile ilgili çalışmalarına bakıldığında, Türkiye’de iktidar partisine mensup olmayan, farklı ve muhalif düşünen akademisyenler, aydınlar, yazarlar, gazeteciler ve herkes potansiyel terörist sayılıyor. İktidarın havuz medyası da sürekli bu durumu pompalamakla meşgul. Örneğin, son Ankara katliamının yaşandığı akşam, havuz medyasının hiçbir şey olmamış gibi eğlence programlarına devam etmesi, tam bir akıl tutulması olmuştur.

11 Eylül 2001 terör saldırısından sonra, dönemin ABD Başkanı Bush da benzer ifadeyle “Bundan sonra ya bizden yanasınız, ya da teröristlerden” demişti. Oysa üçüncü bir yol da var: Demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devletinden, eşitlikten, kardeşlikten ve insan haklarından yana olmak. Bugün Türkiye’deki akademisyenler, aydınlar ve insan hakları savunucuları, bu üçüncü yolu izliyorlar.

 

Almanya’yı ve Dünya’yı kana bulayan Adolf Hitler ne demişti kendisine yöneltilen eleştirilere karşı: “Alman halkı bize yürütme yetkisi verdi. Şimdi de sonuçlarına katlanmak zorundalar”. Türkiye halkı, seçilenlere, daha fazla demokrasi, barış, huzur, güvenlik ve hukukun tesisi için yetki verdiğini her fırsatta hatırlatmalıdır…

 

(*) Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı

[email protected]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü