‘Sözün bittiği yerdeyiz’ sözü, diktatörleri alaşağı eder

‘Sözün bittiği yerdeyiz’ sözü, diktatörleri alaşağı eder
4 Haziran 2013 21:53

Kitlelerin, yönetim ve hukuk karşısında haklarını alma, özgürlüklerini koruma, güvenliklerini sağlama konularında aciz ve çaresiz kaldıklarında ‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’ sözünü dillendirmeleriyle birlikte yönetime karşı hareketlenmelerinin bir ‘’Sosyolojik analiz’’ini yapmak istiyorum bu makalemle.

İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

İnsan toplulukları, grup
liderleri, hukuk ve adalet karşısında mağdur olmuş, zulme uğramış
bireyler, hapsedilen önemli bürokratlar, zindanlara tıkılan general ve
subaylar, siyasal iktidarların ülke kaynaklarını hortumlama ve ülkenin
bağımsızlığını yok etme adına düşman güçlerle yaptıkları işbirliğine
karşı direnen ve hukuksal yönlerden karşı koyan yurtseverleri, o siyasal
iktidarın başının hukuk tanımaz talimatlarıyla onları kodese
tıktıranlara ve vurdumduymaz bir aldırmazlıkla  demokrasiyi rafa
kaldırıp ülkeyi bir kral gibi keyfince yönetenlere karşı, bilinçli,
bilge çaresiz kalmış her yurttaş “Sözün bittiği yerdeyiz’’sözünü kullanır.

Kısaca, “Sözün bittiği yerdeyiz’’
sözü, öncelikle bir ülkenin yönetimini, hile ve desiselerle, yabancı
güçlerle işbirliği yaparak, seçim hileleriyle ele almış, vatandaşlarına
hukuk ve demokrasi tanımaz azgınlığıyla baskı uygulayan diktatörlere
karşı kullanılır.

“Sözün bittiği yerdeyiz’’ sözü, hukuku hiç de etraftan dolanmadan açıkça çiğneyenlere karşı kullanılır.

Hem
de o kadar açıktan çiğnenir ki hukuk adına, fabrikalarda seri mal
üretilir gibi sahte deliller üretilip; ülke kahramanlarının ve
yurtseverlerinin hapishane zindanlarına tıkıldığı, onların tepelendiği,
vatan haini teröristlerin ise onların aleyhlerinde tanık olarak uyduruk
mahkemelerde dinlenildiği bir ülke yönetimi.

“Sözün bittiği yerdeyiz’’ sözü, ’’Ülke
kaynaklarının o ülkeyi yöneten diktatör tarafından, iktidarını devam
ettirme uğruna dış süper güçlere peşkeş çekilmesi ve kendisi ile etrafı
tarafından doymak bilmez maymun iştahı ile hortumlanması karşısında
mahkemelerin bu işin üstüne hiçbir şekilde gitmemesi ile vatandaşların
bezgin ve yılgın bir duruma düşerek’’
söylenir.

Ülkede büyük
yolsuzluklar yapılır, yurtsever ve hukuku titizce uygulayan, adaleti
işleten savcılar, yargıçlar olaya el koyar ama işin ucu diktatör ve
çevresine dayanınca, o savcı ve yargıçlar hakkında uyduruk davalar
açılıp yolsuzluk soruşturması sümen altı edilince hukuk ve demokrasiye
inanan erdemli insanlar bile “Sözün bittiği yerdeyiz’’ der.

Güya
terörü bitirme adına aslında terör örgütüne ülkenin bağımsızlığından ve
bütünlüğünden ödün vererek, diktatörün emriyle terör örgütüyle
müzakereler yapan üst bürokratlar hakkında soruşturma başlatan savcı ve
yargıçların bu görevini durdurmak amacıyla bu üst bürokratlara
soruşturma açma işini önlemek için parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak,
soruşturma işini diktatörün iznine bağlayan doğal hukuk dışı uyduruk
yasanın bir gecede çıkarılması karşısında ülkenin tüm aydınları “Sözün bittiği yerdeyiz’’ derler.

Çünkü bu tür haince icraatların emir vericisi diktatörün ta kendisidir; işin ucunun kendisine kadar uzanacağını biliyor.

Tüm
ülkelerin, özellikle kalkınmış ve bilimde ilerlemiş Batı ülkelerinin
anayasalarında ülkenin adı, dili, başkenti vs ile birlikte o topraklarda
yaşayan ulusun adı çok net bir şekilde yazılıdır.
Örneğin, İngiltere anayasasında İngiliz, Fransa anayasasında Fransız, Almanya anayasasında Alman adları kayıtlıdır.

Ama
diktatör, dünya konjonkturel siyasetine göre iktidarını devam ettirmek
için anayasadan ülkede yaşayan ulusun adını sanını silmeye çalışarak
milli birliğin bozulması kesin olmasına rağmen terör örgütüne ödün
vermesi karşılığında yargının sus pus olması.
İşte bu durumda da yurtseverler ‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’ derler.

Çünkü başka çare yoktur.
Hukuk bitmiştir.
Demokrasi, diktatör tarafından mezara gömülmüştür.

‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’ sözü yurttaşlar tarafından başka hangi durumlarda söylenir?

Basının diktatör tarafından acımasız bir faşizmle baskı altına alındığı zaman söylenir.
Bu
öyle bir ölümcül baskıdır ki, yayın organlarının genel yayın
yönetmenleri diktatör veya onun görevlendirdiği elemanları tarafından
atanır, haberler diktatörün istekleri doğrultusunda yapılır, gazetelerin
köşe yazarlarını diktatör tayin eder; öyle ki o ülkenin medyasında
diktatörden habersiz bir kuş değil, bir tüy bile uçmaz.

Gazeteciler
bu diktatörden öyle korkarlar ki, televizyon programında karşısına
dizildiklerinde adeta hepsi birer balmumundan yontu(heykel) gibidirler,
korkudan sesleri titrer, kıpırdayamazlar, çanak sorular sorarlar; bunlar
sanki insan değiller, sıra sıra dizilmiş gaz tenekeleridirler.

Yani diktatör o kadar dehşetlidir.
Halbuki basın bir ulusun müşterek sesidir.
Diktatör o sesi boğan korkunç bir canavardır.
Diktatör gitmekte olan bir bisikletin üstünde hiç durmamacasına pedal çeviren ıslah ve iflah olmaz azgın bir zalimdir.
Çünkü diktatör azgın ve sapkın bir yola girmiştir.
Kitleleri ezmiş, bir ulusu aç ve sefil bırakmıştır.
Yurttaşları yıldıran bir takip ve dinleme altına almıştır.
Bu zulümden geri dönüşü eşyanın tabiatı gereği mümkün değildir.

Zulüm
pedallarını çevirmeyi durdurduğu anda bisiklet devrilir ve hukuka,
demokrasiye inananlar kendisini mahkemelerde yargılatır.

Diktatör bunu net bir şekilde bildiği için demokrasiyi ve hukuku tamamen rafa koymuştur.
Diktatörün yaptığı tüm icraatlar yasadışıdır.
Hiçbir icraatını kontrol ettirmez.
Yasalara boyun eğdiği takdirde mahvolacağını bilir diktatör.

Yasadışı faşizm ve zulümle hiç olmazsa bir kurtuluş ümidi olduğunu düşünür diktatör.

Bu nasıl bir ümittir?

Baskı
ve şiddet kullanarak ülkenin aydınlarını, gazetecilerini, subaylarını,
yurtseverlerini ve halkını korkutup sindirerek kurtulma ümidine kapılır.

Tüm diktatör zalimler bu noktada büyük yanılgı içindedirler.
Çünkü, kitle psikolojisi onların düşündüğü gibi değil.
Kitleler ateş üstünde ağzına kadar su dolu kaynamakta olan kazana benzer.

Bu kaynamakta olan kazanın ağzını sıkıca kapatırsanız, bir noktadan sonar patlayacaktır.
İşte zalim diktatörün baskısı altındaki kitleler de bir gün  o kapağı devirme sıcaklığına geldiği an da patlayacaktır.

İşte bir ulus ve o ulusun aydınları bu kazanın patlama sıcaklığını ‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’ sözünü söyleyerek ifade ederler.

Zalim
diktatörlerin hükümran olduğu, hukukun ve demokrasinin rafa
kaldırıldığı, parlamentolarında yasaların, diktatörlerin talimatıyla
çıkarıldığı, yolsuzlukların hukukun koruması altında yapıldığı,
mahkemelerin talimatla karar verdiği, demokratik gösteri ve
yürüyüşlerinin engellendiği ve bunların üzerine polisin şiddet
uyguladığı, yakalanıp hapislere tıkıldığı, ülkenin çıkarılan yasalarla
bölünmeye ve ulusal bütünlüğün bozulmaya çalışıldığı, yasalarla hiçbir
önlem alınamadığı durumlarda başta aydınlar olmak üzere millet canından
bezer ve ‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’ der.

‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’
sözü gerçekten sözün bittiği yerdir ve toplumsal hareketlerin, toplumsal dalgalanmaların başladığı noktadır.
Bu noktada artık kitleler yasalardan, diktatörün insafından ümitlerini kesmişlerdir.
Eylem hazırlığı içindedirler.
Bu eylemlerin hangi çizgide biteceği belli değildir.

Çünkü
kitleler tarafsız mahkemelere, demokrasiye, insan haklarına,
özgürlüklere, rahat etmeye ve takipten, telefonlarının dinlenmesinden
uzak bir yaşama, diktatörün ülke kaynaklarını hortumlamaları ve dış
süper güçlere peşkeş çekmeleri yüzünden yeterli beslenmeye ve refah bir
yaşamaya hasret kalmışlardır.

İşte bu noktada kitleler, pimi çekilmiş bomba misali aniden patlar.
Artık geri dönüşü olmayan bir yol üzerindedirler.

Diktatörlerin
de kaderleri bu sözün bittiği yer olan kitle hareketleri sonucunda
belli olur ki, buna en iyi örnek, 1989’da gerçekleşen Romanya halk
hareketi ve zalim diktatör Nikolay Çavuşesku’nun durumudur.

Kitlelerin
bu doğal hareketlenmelerini 17.yüzyılın ünlü filozofu, devlet
felsefecisi, akıl çağının gerçek başlatıcısı John Locke ‘’Eğer devlet koruma görevi dışına çıkar ve adaletsiz davranırsa toplumun direnme hakkı doğar’’ demiştir.

Yine 1789 ‘’Fransız Devrimi Haklar Bildirgesi’’nin iki maddesi bu konuya ışık tutar ki, şöyledir:

1-Yönetim halkın haklarını çiğnediği zaman başkaldırmak ve direnmek hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir.
2-Devletin amacı, insanın doğal ve kaybolmaz haklarının korunmasıdır. Bu haklar, özgürlük, güvenlik ve zulme karşı direnmektir.

Örnek olması bakımından, derli toplu ve özet halinde anlatan çok yakın tarihimizin, ’’Sözün bittiği yerdeyiz’’ sözüne dayalı kitle hareketini bir internet sitesinden alıntılayarak, değerlendirilmesi bakımından bilginize sunuyorum.

Bu
kitle hareketi, uzun yıllar ülkesini demir yumruk, hukuk dışı ve
zulümle yönetmiş olan Romanya Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku’nun
devrilmesi ile ilgilidir.
 
“Nikolay Çavuşesku, 1918 yılında
doğar… On bir yaşında Bükreş’e gelip ayakkabıcı çırağı olur ama
papuçtan ziyade siyaset yapar. Afiş asar, duvar boyar, her eyleme koşar
ve altı sene hapis yatar. Çıktığında kendisi gibi hızlı bir komünist
olan Elena Petresku ile evlenir. Elena’nın babası kendi halinde bir
ırgattır, kızını ilkokul dördüncü sınıfa kadar okutabilir. Nikolay da
mürekkep yalayamaz ama tahsilin gereğine inanır. İhtilal sonrası
Komünist Partinin gücünü kullanarak Bilimsel Araştırma Enstitüsü
başkanlığına atanır. Kimyagerler tarafından hazırlanan bir doktora
tezine imza atar ve kimya doktoru unvanını alır.’’

“Nikolay
Çavuşesku oyunu kuralına göre oynar, güçlünün rüzgârına yelken açar.
Nitekim Komünist iktidarın Tarım Bakanı olur. Ama o, dahasını ister ve
Silahlı Kuvvetlerini arkasına alır… O kadar hırslıdır ki, ne eder eder
Komünist Parti’nin ikinci adamı olmayı başarır.’’

Baskıcı ve acımasız  
 
’’Nikolay,
Komünist lider Gheorghiu-Dei’nin ölümünden sonra (1965) Devlet Konseyi
Başkanı olur. 1960’larda Romanya’yı Varşova Paktı üyeliğinden çıkarır ve
Batılıların sempatisini kazanır. Ancak ülkesini militan gibi yönetir,
halkı canından usandırır. Gizli Polis teşkilatını düşünürlere musallat
eder, muhaliflerini helada bile takibe alır.’’

“Nikolay
ekonomiden anlamaz, yatırıma inanmaz. Ancak kendisi için tehlikeli
olabilecek insanlara büyük paralar dağıtır. Ülkeye çivi çakmadığı halde
hazine tam takır kalır. Çavuşesku kendi lüksünden zerre kadar taviz
vermez ama ülkenin tüm ürünlerine el koyar, dışpazara çıkarır. İç
piyasada her şey karneye bağlanır, halk yiyecek, giyecek ve ilaç
sıkıntısından kırılır.
Hele Elena doyumsuz bir kadındır. O
yükseldikçe, halk dibe batar. Çavuşeskular sayısı kırkı bulan
malikanelerde ihtişam içinde yaşarlar. Ancak Doğu Bloku’nun göçmesi ile
onların da iktidarı sallanmaya başlar. 1989 yılında Timaşvar’da gösteri
yapan halka ateş açtırınca ayaklanma çıkar, isyan dalga dalga yayılıp
ülkeyi sarar. O da ustalarından öğrendiğini yapar pılısını pırtısını
toplayıp kaçmaya çalışır. Ancak bunu başaramadan yakalanır. Onu, (Noel
günü olmasına rağmen) alelacele yargılar ve karısıyla birlikte kurşuna
dizerek ortadan kaldırırlar. (25 Aralık 1989).’’

“Nikolay
Çavuşesku ve eşi Elena Amerikalı kapitalistleri bile imrendirecek bir
hayat sürerler. İdamlarından bir süre sonra, eşyaları fakirlere
dağıtılır ki bunların içinde 68 takım elbise, 21 çift ayakkabı, 55
gömlek, 23 şapka ve 12 pijama vardır. Elena Çavuşesku’nun gardırobu
kocasına bile fark atar. Dolaplarından tam 177 çift ayakkabı, 30 çanta,
12 manto ve 170 elbise çıkar. İşe bakın bunlar düşkünler yurdunda
yaşayan yaşlı kadınlara yarar..’’



Öleceğini anlamıştı

“Çavuşesku’nun mahkemesinde de bulunan Cirlan,
“Tüm mahkeme birkaç saat içinde olup bitti. Duruşmanın başında
Çavuşesku gözlerime baktı. Öleceğini anlamıştı. İdam kararı hemen
uygulamaya geçildi.

Stanculescu,
8 gönüllü arasından benim de aralarında olduğum 3 kişiyi seçti. Her
ikisine de 30′ar el ateş emri verdi ve “Önce Çavuşesku’yu öldürün” dedi.
Gözleri bağlı değildi. Daha önce tavuk bile öldürmemiştim, onların
ölümünü izlemek korkunçtu. Ama ona kızgındım, halka ve sosyalizme ihanet
etmişti”
diye konuştu.’’  

“1989
yılında Çavuşesku, Macar asıllıların yaşadığı Timaşvar’da gösteri yapan
halka ateş açılmasını emredince, başlayan devrim hareketi dalga dalga
yayıldı. 1989 yılının Aralık ayının yirmi ikisinde karısıyla birlikte
kaçmaya çalışırken yakalandı. Kendisi ve karısı askeri bir mahkemenin,
televizyonda iki saat boyunca yayınlanan yargılaması sonucu Noel günü
kurşuna dizilerek idam edildi. Karısı idam edilirken “Ben sizin annenizim” diyordu.

Çavuşesku
çifti, ayrı ayrı olarak Bükreş’in Ghencea Mezarlığı’nda yolun zıt
taraflarına gömüldüler. Çavusesku da ülkesini çok sevdiğini ve onun için
çok şey yaptığını söylemişti.’’

Tıpkı diğer zalim diktatörler gibi Çavuşesku da ülkesini çok sevdiğini ve onun için çok şey yaptığını söylüyor.

Et kokarsa tuzlanır.
Tuz kokarsa ne olur?

İşte o zaman ‘’Sözün bittiği yerdeyiz’’ denir ki bu söz Türkçe değil, yabancı menşelidir.
Ama Türkçe’ye net bir şekilde yerleşmiştir.

BUNDAN SONRA HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAKTIR

Sevgili okurlarım ve ABD uşağının hedef gösterdiği yiğit çapulcularımız;yukarıda okuduğunuz ”SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ” SÖZÜ DİKTATÖRLERİ ALAŞAĞI EDER” adlı makalemi ”HALKIN HABERCİSİ” internet sitemizde 28 Ocak 2013 tarihinde geleceği görme ve BOP Eşbaşkanı’nı uyarma adına uzmanı olduğumuz ”Siyaset Sosyolojisi” ve ”Psikolojik Harekat” çerçevesinde ülkemizi ve Türk Milleti’ni tehlikelerden koruma adına yapılan bir analizin uyarıcı noktalarıydı.

Bu makalemin,geldiğimiz nokta itibariyle ve bugünün bakış açısıyla bir daha okunmasında yarar gördüğüm için demokratik çerçeve ve hukuk kuralları içinde kalarak,dikkatli olunması gerektiğine vurgu yapmak adına bir daha yayınladım.

Fakat Sayın Başbakan’ın bilimden uzak paradigmaları ile çevresinde danışman diye bulundurduğu bir kısım zavallıların ”Sosyal Bilim”lerden uzak cahillikleri ve yakın yalakalarının kendi çıkarları için verdikleri yanlış bilgiler kendisini geriye dönülmez çıkmaz sokak içine sürüklemiştir ki,istifa etmekten başka çıkar yolu yoktur.

İstifa etmek hem kendisini hem de 11 yıldır gerdiği Türk Milleti’ni gerçekten rahata kavuşturacaktır.

”Kitle Psikolojisi”nin önemli tespitlerinden biri de,kendisine hakaret etmiş ve bu konuda birikim sağlamış kimselerin cezalandırılmadan hareketliliğinin durmayacağı,sonuç alıncaya kadar eylemlerin devam edeceğidir.

”Gezi Parkı” eylemleri bir hakaret birikiminin sonucudur ve içinde her şey vardır.

Başbakan’ın yurttaşların günlük yaşamlarını ve hatta 3-5 çocuk önerisi ile özel yaşamlarına bile müdahalede bulunma tavrından tutunda ki,geçenlerde girdiği bir işyerinde vatandaşın birine Kaç çocuğun var diye soruyor;o da 2 deyince tam argo lisanıyla ‘Gaza basmaya devam et’’ yanıtını veriyor,Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına alma,terör örgütü ile masaya oturma,yapılması istenen yeni anayasa ile Kürt özerk bölgelerinin kurulma gayreti,her vesile ile yurttaşlara, kendini bir ilah mertebesinde görerek hakaret etmesi,her ortamda bağırtılı ve insanların asabını altüst eden konuşmaları,koruma ordusu ile gezmesi,eşi ve çocukları ile devlet imkanlarını kullanarak yurt dışı gezilere gitmesi,gemicikler,haksız mal edinmeler vs.yüzlercesi daha sıralanabilir;olumsuz birikimler ”Kaynamakta olan ağzı kapalı kazan”ı güm diye patlatmıştır.

Bu noktada ”Türk Tarihi”nde ilk defa ”Türk Milleti”nin zulüm ve haksızlık yapan yöneticilerine karşı ayaklandığını görüyoruz ki,bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır ve sonradan gelen seçilmişlerinde azami dikkat göstermesi gerekir

Çünkü ok yayda çıkmıştır ve milletin bireyleri yeni bir alışkanlık edinmiştir.

Şunu anlıyoruz ki,Erdoğan’ın başımıza bela ettiği ve milletin istemediği her problem yine milletin azim ve kararlılığı içinde hukuka uygun olarak,tamamen demokratik meşru zemin içinde kalarak çözülecektir.

Hukuk dışı yapılan her eylem derecesine göre vandalizm veya terörizme girer ki,yurtsever ulusalcı-milliyetçilerin bundan uzak durması gerekir.

Aman dikkat!

Hükümet zaten bu tür davranışların sergilenmesini istiyor ki,milletin tüm bireylerinin gözünde küçük düşülsün,böylece kendileri bir taraftan ülkeyi parçalasın,bir taraftan da Devlet’in kaynaklarını hortumlamaya devam etsinler.

Tayyip Erdoğan bir olgunluk içerisinde Sayın Cumhurbaşkanı’na istifa dilekçesini götürüp sunmaktan başka çaresi yoktur.

Çünkü 11 yıldır vatan ve millete verdiği derin tahribat nedeniyle kitleleri başka türlü durduramazsınız.

Eskiden ayaklanan kitlelere kral veya padişahlar çok sevdiği devlet yöneticilerinden birinin kafasını keser önlerine atardı ve onların sel gibi akan hareketliliğini böylece durdururdu.

Demokrasilerde bu işin yöntemi başbakan ve hükümetin istifasıdır.

Ardından ‘’Türk Adaleti’’nin huzurunda yargılanmalıdır,yaptığı büyük cürümler nedeniyle.

Hakarete uğrayan kitleleri başka türlü durduramazsınız.

Bunu ‘’Sosyoloji’’ bilimi söylüyor,ben değil.

Ben sadece ülkem ve milletim adına bir yurtsever olarak anımsatıyoru


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!