'Şirketler Tüm Hükümetleri Yönetir!'

'Şirketler Tüm Hükümetleri Yönetir!'
3 Ekim 2011 10:56

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları ve Kafes isimli kitaplarıyla tanınan yazar John Perkins, ülkelerin şirketler tarafından yönetildiğini savundu. Global krizden çıkışın tek yolunu tüketici baskısı olarak nitelendiren Perkins, “Tüketici, sosyal sorumluluk sahibi, çevreye duyarlı şirketlerin ürünlerine yönelirse, diğerleri kâr marjı düşeceğinden sistemlerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Böylece güç tüketiciye geçecek” dedi.

 

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları (Confessions of an Economic Hitman) ve Kafes (Hoodwinked) isimli kitaplarıyla tanınan yazar John Perkins, küresel ekonominin yönetiminin şirketlerin kontrolünde olduğunu ve bundan dolayı ekonomik krizden çıkışın anahtarının tüketicinin elinde olduğunu savundu. “Bir zamanlar toplumları din kuruluşları yönetiyordu. Zaman içinde imparatorluklar ve daha sonra başkanlık sistemi devreye girdi” diyen Perkins, “Artık kimin başkan olduğunun hiçbir önemi yok. Amerika Birleşik Devletleri, bu durumu çok yakın zamanda muhafazakâr Bush yönetiminden liberal Obama yönetimine geçiş yaptığında gerçek anlamda algıladı. Bu kadar faklı düşüncelere ait yönetim tarzlarının büyük farklılık göstermesi gerekiyordu. Fakat değişen hiçbir şey olmadı. Bunun nedeni yönetimin artık büyük firmaların elinde olması. Başkanlar birer kukladan farklı değiller” değerlendirmesinde bulundu.

 

JOHN PERKİNS İKTİDARLARI NASIL DEVİRDİKLERİNİ ANLATIYOR

 

 

Bugün İstanbul’da başlayacak olan “Sınırlar Kalkıyor” temalı ICT Summit Eurasia-Bilişim Zirvesi ’11’in konuşmacıları arasında yer alan Perkins’in ‘endüstriyi yöneten seçkinler sınıfı’ adını verdiği bu yönetim biçimi, ekonomik kuramların zamanla farklılaşmasından ileri geliyor. Üniversiteye başladığında verilen ticaret eğitiminin şirket CEO’larının çalışanlarının ihtiyaçlarına öncelik vermeleri gerektiğini savunduğunu ifade eden Perkins, 1970’li yıllarda ekonomist Milton Friedman görüşlerinin yayılmasıyla bu durumun değiştiğini söyledi. Perkins, “Friedman, bir CEO’nun tek sorumluluğunun şirketine daha çok kâr sağlamak olduğuna inanıyordu ve herkesi buna inandırdı. Bu düşünceyi yeni nesillerin kafasına enjekte ederek berbat bir ekonomi sistemi inşa ettik. Öyle bir sistem yarattık ki ABD’de yaşayanların yüzde 3’ü dünyanın kaynaklarının yüzde 30’unu tüketecek hale geldi. Şimdi başka ülkeler bu sistemi yaymaya çalışıyor. Ancak bu imkansız. Böyle bir ortamda var olabilmemiz için 5 tane daha gezegene sahip olmamız lazım” şeklinde konuştu. Perkins tüm dünyayı sarmış olan krizin nedeninin bu sistem olduğunu savundu. “ABD ekonomisi resesyon tehdidi altında, Yunanistan’daki borç krizi tüm Avrupa’ya yayılmaya başladı, daha da yayılacak” diyen Perkins, şöyle devam etti:

 

Yarayı bantla iyileştiremezsiniz

 

“Tarihte ilk kez dünyanın dört bir yanında hepimiz aynı anda aynı krizden etkileniyoruz. Bu bir anlamda hepimizin aynı gerçeğe gözlerimizin açılmasını sağladı. Fark ettik ki, hepimiz aynıyız ve çok kırılgan bir dünyada yaşıyoruz.” Perkins, şu anda krizi atlatabilmek için atılan tüm adımların bir yaranın üzerine yara bandı yapıştırmaktan öte olmadığının altını çizdi. Krizden çıkışın tek yolunun yeni bir sistem yaratmak olduğunun savunan Perkins, “Günümüzde insanlara hiç de ihtiyaçları olmayan ürünleri satıyoruz. ABD’nin ekonomisi savaştan elde edilecek kazanca dayalı. Bunlardan vazgeçip, ülkelerin yerel ihtiyaçlarına kulak vermemiz gerekiyor. Gittikçe yayılan yoksulluğun önünü alabilmek için istihdam yaratacak yatırımlar yapılması gerekiyor. Büyük şirketleri besleyecek enerji santrallerinden, dev projelerden öte, küçük ve orta ölçekli şirketlerin önünü açacak teşvikler sağlamamız, istihdam oranlarımızı yükseltmemiz, alternatif enerjiye yönelerek hava kirliliği, küresel ısınma gibi büyük çaplı problemleri ortadan kaldırmamız gerekiyor” dedi. ‘Bunu yapabilmenin tek yolu da ‘tüketici baskısı’ diyen Perkins, “Kilit nokta şu: Tüketici, sosyal sorumluluk sahibi ve çevreye duyarlı şirketlerin ürünlerine yönelirse, diğerlerinin kâr marjı düşeceğinden söyleneni duymak ve sistemlerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Böylece güç el değiştirerek tüketiciye yani halka geçecek” diye konuştu.

 

Perkins, benzer şekilde, ülkelerin de IMF ve Dünya Bankası gibi oluşumlara ‘Hayır. Ödemiyoruz’ demeyi başardığı takdirde, krizin üstesinden gelinebileceğini belirtti. Perkins, “Bunu Ekvador Başkanı Rafael Correa yapabiliyorsa herkes yapabilir. Küreselleşmenin de yardımıyla ülkeler arası bir güç birliğine gidilebilirse ve daha çok ülke ‘Ödemiyoruz’ derse bu bahsi geçen kuruluşlar dize gelmek zorunda kalacaktır” şeklinde konuştu.

 

Ekonomi tetikçisi olarak yetiştirildim

 

“BEN, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarafından ekonomi tetikçisi olarak yetiştirildim” diyen Perkins, üstlendiği görevi şöyle anlattı: “Bir ekonomi tetikçisinin görevi petrol gibi doğal zenginlikleri olan imrenilen ülkeleri belirlemek ve bu ülkelerin liderlerini aslında hiç de ihtiyaçları olmasa dahi daha büyük santraller fabrikalara ihtiyaçları olduğuna inandırarak borçlanmalarını sağlamaktır. Bu yapılar esasen o bölgenin yoksul halkına asla fayda sağlamayacaktır. Ne istihdam arttırmaya ne de gelir düzeyi yükseltmeye yarayacak olan bu yatırımlar sadece ve sadece zengini daha da zenginleştirmeye yöneliktir. Bir sonraki safhada, genele fayda sağlamayan bu yatırımlar dolayısıyla gittikçe daha da çok borca batacak olan ülkelere Para Fonu (IMF) ya da Dünya Bankası gibi kuruluşlar yardım eli uzatacaktır. Yardım adı altında gerçekleştirilen şeyin aslında bir sömürü yöntemi olduğunu vurgulayan Perkins, “Burada altının çizilmesi gereken, ülkenin fakir toplumunun bu finansmanın tek kuruşunu göremeyecek olması. Para IMF ya da Dünya Bankası gibi kuruluşların cebinden direkt büyük şirketlerin cebine girer. Finansmandan kuruş göremeyen ülke, tekrar yapılandırdığı borçlarını da asla ödeyemez. Bu sayede ülkenin belirli şirketlerle anlaşma yapması sağlanır. Anlaşma çerçevesinde o ülkeden ucuza petrol almanın ya da topraklarında askeri üs kurmanın yolu açılır” diye konuştu.

 

Kredi derecelendirme kuruluşları bağımsız değil

 

S&P, Fitch ve Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının çıkış noktasının ABD hükümeti ve şirketlerinin hangi ülkelerin borç vermeye değer olduğunu keşfetme arzusu olduğunu ifade eden John Perkins, “Bu kurumlar zaman içinde güçlendi. Ülkelerin ekonomik yapıları üzerinde oldukça etkili rol oynamaya başladı” dedi. Kredi derecelendirme kuruluşlarının öznel bir bakış açısı ile hareket ettiklerine inandığını ifade eden Perkins, “3 kuruluşun da Türkiye’ye farklı kredi notu vermiş olması başka nasıl açıklanabilir ki? Bu durum kurumların karar verme kriterlerinin sorgulanmasına neden oluyor. Bir kredi derecelendirme kuruluşunda çalışmışlığım yok yani buna aslında bir spekülasyon da diyebilirsiniz ancak bence bu kuruluşlar hükümet ve ekonomi tetikçisi tarafından yönlendiriliyor”.