CHP'li Ali Özgündüz: Silivri'deki mahkemeler hükümetle koordineli çalışıyor

CHP'li Ali Özgündüz: Silivri'deki mahkemeler hükümetle koordineli çalışıyor
11 Nisan 2013 15:12

Halkın Habercisi’nin bu haftaki röportaj konuğu CHP İstanbul milletvekili Ali Özgündüz oldu.

Gökçe BARUTCU H&H RÖPORTAJ

Halkın Habercisi’nin sorularını yanıtlayan Özgündüz, 8 Nisan’da Silivri’de yaşananlar, 4. yargı paketi ve anayasa değişikliği konularında çarpıcı açıklamalar yaptı.

G. B. : Sayın Özgündüz CHP’li milletvekilleri 8 Nisan’da Silivri’deydi.Siz de oradaydınız. Neler yaşandı Silivri’de? Gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

A. Ö. : Duruşmalar halka açıktır. Sanık yakınları, avukatlar, iktidar tarafından yüzyılın davası olarak gösterilen davayı izlemek için oraya geldiler. CHP baştan itibaren zaten bu tür siyasi davaları izliyor. Biz de CHP olarak Silivri’ye gittik. Oraya giden iki yol var. Birinci yol Edirne otobanından ayrılan yol. Diğeri  eski  E5 denilen yol. Ancak vatandaşların eski yolu kullanmasına izin verilmiyor. Kavşakta jandarma yolu kesiyor. Bu durum,  insanların anayasal özgürlüğü olan seyahat etme hakkının engellenmesidir.  Kontrolden sonra iki sıralı bariyerler var. İnsanlar o bariyerlerin arasına sokuluyor. Bu labirent benzeri bariyerlerin arasından geçirilerek  Silivri nöbet çadırına doğru yönlendiriliyor. O gün hava çok yağmurluydu. Orası tarla, çamur vardı. İnsanlar bariyerlere sıkıştı. Bir kısmı tarlalara, çamurun içine sığınmak zorunda kaldı. Arkadan gelen insanlarla bariyerlere sıkışan insanlar “neden engelliyorsunuz” diyerek tepki vermeye çalıştılar. İnsanlar  duruşma salonuna giderek yakınlarının duruşmasını izlemek istiyor. Avukatlar geçemiyor. Jandarma engelliyor. “Neden engelliyorsunuz?” “Talimat var duruşma salonu dolmuş.” Bu insanları saatlerce koridorda sıkıştırdılar. Doğal olarak arkadan da yüklenince bariyerleri açma ihtiyacı hissettiler. Tv de gösterdi. Vatandaşın biri bariyerlere çıkmış Türk bayrağı sallıyor. Polis ona su sıkıyor. Dolayısıyla su sıkılınca vatandaş  daha çok tepki gösterdi ve bariyerlere yüklendi. Bariyerleri yıkmaya çalışınca bu defa gaz bombalarıyla insanlara müdahale ettiler. Çığlık çığlığa bağıran insanlar vardı. Ben içeride haberi alınca dışarı çıktım ve insanları teskin ettim. İnsanlar da bağırıyor “Biz burada sıkıştık. Bu bariyerler neden burada?” diye. Genel başkan yardımcılarımız gitmeden önce İçişleri Bakanıyla görüştüler. Ben duruşma başlamadan önce duruşma hakimiyle görüşmek istedim. “Nedir bu diye”  “Efendim işte güvenlik tedbiri”. “Hayır bu güvenlik tedbiri değil. Bu insanlara eziyet” . Sonuçta insanlara tazyikli su ve biber gazı sıkıldı. Ben çıktım duruşmadan bu manzarayı görünce ben de etkilendim. İnsanlar perişan haldeydi. Bariyerlerin bir kısmı devrilmiş. Bariyerlerin altı çamur. Bariyerlere basınca kayıyorlar. İnsanlar orada ölebilirdi. Biz toplumu  sakinleştirdik. Ve ben bariyerlerin üstüne çıkarak daha sonra geri geldim. Orada bir boşluk alan var. Yeni duruşma salonunun yan tarafı, otopark. İnsanları oraya yönlendirmek gayesiyle topluluğa önderlik eden kişileri tanımıyorum.   Zaten televizyonda da bunu gösteriyorlar. Gelin burası zayıf nokta buradan geçebilirsiniz dedim.  Nereye geçebilirsiniz? O boşluk alana. Zayıf nokta dediğim yer bariyerin zayıf noktası değil. Emniyetin zayıf noktası. Çünkü polisler, askerler vatandaşı sıkıştırmış ön tarafta. Ben arka tarafına geçmeye, o boşluğa yönlendirmeye çalıştım. Orada bir nefes alacaklar çünkü. Oraya doğru insanları yönlendirdim. Ama buna ramen “hayır” dediler. İnsanlar tarlalara doğru gitti. Orada araçlar üzerinden yapılan anonslar insanları teskin etmeye yönelikti.  Polis gaz ve su sıkınca , insanlar sıkışınca gayr-i ihtiyarı, can havliyle oradaki eline geçen taşı çubuğu polise atmaya başladılar.  Bizim tüm gayemiz orada daha vahim olayların yaşanmaması içindi. Dışarıda olan bu.

Gelelim duruşma salonunda olanlara.  Duruşma salonuna girdik. Hani insanları bekletiyorlar ya yer yok diyorlar.  İçerde 80 kişilik koltukları boş tutuyor mahkeme heyeti.  CHP’li 45 tane milletvekili arkadaşların çoğu ayakta. Gazeteciler ayakta.  Avukatlar kapıda kalmış içeri giremiyor. Ben mahkeme heyeti başkanıyla görüşerek  “neden burayı boş tutuyorsunuz” deme ihtiyacı hissettim.  Özel kalemiyle haber gönderdim. Mahkeme başkanı görüşmek istemedi benimle.  Duruşma salonuna geçtik. Mahkeme heyeti geldi. Duruşmaya başlamadan önce  “Sayın başkan dışarıda sanıkların avukatları bekliyor, içeriye giremiyorlar.  Biz burada mileti temsil ediyoruz ve duruşmayı izlemek istiyoruz. Ancak yer yok, ayakta bekliyoruz. Gazeteciler halka bilgi vermek için duruşmayı izleyecekler, not tutacaklar. Ancak onlar da ayakta bekliyor. Lütfen bu 80 kişilik boş alanı açın, burada oturalım.” dedim.  “Hayır burası avukatlara ayrılan yer” dedi mahkeme heyeti. E peki avukatlara ayrılan yer ise avukatlar neden dışarıda duruyor?  Avukatlar da buna itiraz ettiler.  Biz orada gazetecilerin ve avukatların hakkını savunduk.  Hakim itiraz edip duruşmaya devam etmek isteyince biz dedik ki: “Siz hhukuğa uygun davranmak zorundasınız.  Mahkemeyi kafanıza göre yönetemezsiniz.  Anayasaya, kanunlara göre duruşma yapmalısınız. Aksi takdirde meşruiyetinizi kaybedersiniz. Duruşmanın aleniyet ilkesi ihlal ediliyor.” Boş yer olmasına rağmen dışarıda bekleyen insanları içeriye almıyorsunuz.  Avukatlar savunma yapacaklar, ancak içeriye giremiyorlar. Böylelikle savunma hakkını ihlal ediyorsunuz. Böyle yargılama olmaz. Hakim ısrarla tutumunu devam ettirince biz alkışlayarak durumu protesto ettik. İçeride yaşanan olay da bu.

Bunun üzerine hemen apar topar bir tutanak tutuldu saat 14:30 civarında. “İçeride duruşma yapmaya müsait ortam olmadığı için”, dışarıdaki olaylar da bahne edilerek ertelendi.  Bu olay 14.30’da oldu. Saat 15:30’da bakanlar kurulu toplantısı vardı. Duruşma salonunun içinde yaşananlara ilişkin tutanak jandarma tarafından mahkeme heyetine sunulur. Mahkeme başkanı, herhangi bir suç unsuru varsa, Silivri Cumhuriyet Savclığına gönderir.  Uygulama normalde budur.  Bundan hükümetin haberi olmaz. Yürütmeyi ilgilendiren bir olay değildir çünkü. İçeride yaşanan olaylara ait tutanak her nasılsa 15:302da yapılan bakanlar kurulu toplantısında ele alınıyor.Nerden anlıyoruz bunu?  Babakan yardımcısı Bülent Arınç, bakanlar kurulu toplantısı sonrası yaptığı açıklamalrda bu tutanaktan bahsediyor.  Bu tutanaktan paragraflar okuyor.  Bu tutanak Bülent Arınç’a nasıl geldi? Bu durum gösteriyor ki “Silivri’deki mahkemeler hükümetle koordineli çalışıyor.”

G. B. :  Silivri’de yaşananlardan sonra CHP’li milletvekilleri hakkında bir soruşturma başlatıldı. Hakkınızda fezleke hazırlanacak Meclise gönderilecek. Dokunulmazlıklarınızın kaldırılması istenecek.  Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

A. Ö. : Başbakan grup toplantılarında  “ Bağımsız yargı görevini yapacak.” deyince hemen soruşturma açtılar. Soruşturmadan korkmuyoruz. Sonuna kadar açsınlar. Biz dokunulmazlık zırhına sığınmıyoruz.  CHP’nin programında da vardır. Biz dokunulmazlığı sadece yasama faaliyetleriyle ilgili savunuyoruz. Dışarıda dokunulmazlık olmaz. Milletvekilinin vatandaştan farkı yoktur. İki tane önemli görevi vardır milletvekilinin. Birincisi yasama yapacaksın, kanun ayapacaksın. İkincisi denetim yapacaksın. Hükümeti denetleyeceksin. Hükümetin denetlenememesi Türkiye’nin yaşadığı en büyük sorundur. AKP’li milletvekilleri hükümeti denetleyemiyorlar. Dolayısıyla biz dokunulmazlığı yasama ve yürütmeyle sınırlı olmasını savunuyoruz.  Bu nedenle CHP’nin bütün milletvekilleri aday olurken dokunulmazlığın bu şekilde sınırlandırılması gerektiğine ilişkin taahhütname imzaladılar. Biz dokunulmazlık zırhına sığınan insanlar değiliz. Buyursunlar getirip kaldırsınlar. Biz olumlu oy kullanacağız. Buradan AKP’lilere sesleniyorum. Hırsızlık, yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırmak suçlarından yüzlerce dokunulmazlık dosyası var. Getirsinle biz evet oyu kullanacağız.  Bu şereftir. Biz suç işlemedik. Biz bağımsız yargıyı savunuyoruz. Hukuğun üstünlüğünü savunuyoruz.  Bundan dolayı dokunulmazlık kalkacaksa kalksın. Yargılanmak bizim için şeref olur.  Bundan dolayı mahkumiyet hükmü olursa, o hükmü alır duvara asarım . “AKP’nin 10 yıllık  tek başına totaliter iktidarlığı  döneminde zaten hakkımızda soruşturma açılmazsa kendimizden şüphe etmemiz lazım.”  8 Nisan Pazartesi günü orada “Avrupa’da sıkıyönetim vardı.” Ben 12 Eylül döneminde öğrenciydim. O dönemde bile bu şekilde bir güvenlik önlemi görmedim.  Böyle bir mahkeme görmedim.  8 Nisan’da “Sosyalist Enternasyonel’in” Genel Sekreteri de vardı. Duruşmayı izliyordu. Hayret etti. “Ben Şili’de faşizm yıllarında siyaset yapan bir insanım. 21. Yüzyılda hapishane içinde duruşma salonu var. Bunları duyuyorduk ama inanmıyordum. Geldim ve gördüm. Gözlerime inanamıyorum.” dedi.  İşte AKP’nin ileri demokrasisi.

G.B. : Silivri’de söylediklerinizin ve yaptıklarınızın arkasında duruyor musunuz?

A. Ö. : Tabi ki elbette.

G. B. : Bundan sonraki duruşmalara da katılacak mısınız?

A. Ö. : Elbette gideceğiz.  Tek kişi kalsak dahi o duruşmalara gideceğiz.  Oradaki faşizmi, oradaki hukuksuzlukları , hak ihlallerini kamuoyuna duyurmak bizim görevimizdir.

G. B. :  Başından itibaren Silivri’deki yargılamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

A.Ö. : Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir cümlesini.  Silivri’deki yargılamalar için kullanamayız.. Orası mahkeme değil. Orası özel yetkili olan olağanüstü bir mahkeme.  Ve aslında o mahkemeler lağvedildi. 3. Yargı paketiyle o mahkemeler kaldırıldı. Biliyorsunuz Başbakan o mahkemeler için “Ben güvenmiyorum o mahkemelere.” dedi.  Sadece elindeki dosyayla görevli o mahkeme. Bu mahkeme eki sıkıyönetim mahkemelerinin devamı olan bir mahkemedir. Çeyrek asır savcılık yapmış biri olarak söylüyorum. Silivri mahkemesine ilk gittiğimde hayretler içinde kaldım. İnanamadım.  Ceza yargılamasının en temel noktası,   avukatın gerçeğin ortaya çıkarılması için mahkemeye yardımcı olması  ve  sanığa hukuksal yardımda bulunmasıdır. Bunun için sanıkla yan yana olması gerekir avukatın.  Sanık avukatıyla konuşacak , belki avukat sanık adına konuşacak. İrtibatlı olmaları lazım sanıkla avukatın. O mahkemede bu yok. Sanıklarla avukatların arasında koridor var. Koridorda jandarmalar var. Sanık avukatıyla görüşemiyor. Sanıkla avukat arasında not iletme işini jandarma yapıyor. Olmaz bu yasaktır.  Bütün duruşma salonunun üstünde tavanlardan sarkan mikrofonlar var.  Bizim aramızda yaptığımız konuşmaları kaydediyorlar. Her taraf kamerayla kaydediliyor.  Bülent Arınç’ın dayanak gösterdiği tutanak da sahte tutanaktır. Gerçeği yansıtmamaktadır. Duruşma salonundaki bütün olayların ses ve görüntü kaydı vardır. . Delikanlılarsa, alsınlar o kayıtları kamuoyuyla paylaşsınlar.  Orada ne yaşandığını halk görsün.  Ben bunu istiyorum. Namuslu olmanın en temel koşulu dürüstlüktür. Dürüst olsunlar.  O mahkemenin verdiği karar “Yargıtay” tarafından bozulacaktır.  Ne karar verirse versin, benim için adil değil. Savcı mütalaa verdi ancak henüz karar çıkmadı.  O mahkeme eksik soruşturma yaptı, deliller tartışılmadı. Savunma hakkı kısıtlandı. Bu aşamadan sonra beraat de verseler, mahkumiyet de verseler yanlıştır.

G. B. : 4. Yargı paketiyle ilgili bir açıklamanız var. Diyorsunuz ki “4. Yargı paketi terör örgütü propagandasını serbest bıraka bir tasarıdır.”  Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenelim.

A. Ö. : Namuslu olsunlar, dürüst olsunlar desinler ki “ Biz terör örgütü propagandasını serbest bırakıyoruz. “  Milleti kandırmayın. İnsan hakları, ifade özgürlüğü bağlamında bazı değişiklikler yapıyoruz diyorlar. Peki bunun içeriği nedir? Şu andaki mevcut uygulamaya göre  “terör örgütünün propagandasını yapmak suçtur.”  Şu anda hükümetin getirdiği düzenlemeyle terör örgütü propagandası yapmak suç olmaktan çıkarılıyor. Ne suç olacak? Terör örgütünün cebir,  şiddet, tehdit  içeren  yöntemlerini meşru göstermek yada bu yöntemleri  teşvik etmek suç oluyor. Yani vatandaş “PKK terör örgütü değildir, Kürdistan işçi partisidir dese bu suç değil. Suç olmaktan çıkarılıyor.” Ne suç peki?  “PKK saldırıyı iyi yaptı dese suç olacak.”   Melih Gökçek, bilboardlara İsrail’in özür dilemesiyle ilgili ilan vermişti ya.. Yarın Melih Gökçek, bilboardlarında  PKK’nın ilanlarını da verebilir. Barış süreci diyerek milleti kandırıyorlar ya.  PKK’nın adıyla “toplumsal barış için sizi Atatürk Stadyumu’na bekliyoruz. Konser vereceğiz, sempozyum yapacağız diyerek afişlerini asabilecekler bu kanun çıktıktan sonra.”  Herkes duysun bunu.

G.B. : Bu tasarıyı kese kağıdı olarak nitelendirdiniz..

A. Ö. : Niye kese kağıdı dedim?  Bu paket falan değil. Yargıyla ilgili reform mu yapmak istiyorlar. Gelsinler önce bu mahkemeleri kaldırsınlar.  Şu anda bizim milletvekillerimiz tutuklu, milli irade tutuklu.  Mehmet Haberal tutuklu, Mustafa Balbay tutuklu, Engin Alan tutuklu…  Milletvekillerinin tutukluğu olduğu, yasama faaliyetlerine katılmadığı bir parlamento var. Anayasa yapım süreci başlıyor. Bir oy bile çok önemlidir anayasa oylamasında. 367 çıksa referanduma gitmeyecek.  366 çıksa referanduma gidecek.  Bir oy ülkenin kaderini değiştiriyor.  Diyelim ki referandumda anayasa geçmedi ve AKP kaybetti.  Ortada ne AKP kalır ne başbakan..  Ama bir oyla geçirseler  bu düzen aynen devam edecek. Siz “Ne olacak burada 550 milletvekili var , 8’i içerde bir şey olmaz diyemezsiniz.” Demokrasilerde böyle bir şey olmaz. O milletvekili gelecek oyunu kullanacak. O sorunu halletmeden, milletvekilleri tutukluyken, kimse  bu paçavraları bize“paket” diye yutturamaz. 


G. B. : Akil adamlar konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

A. Ö. : Akil adamlar diyerek milleti kandırıyorlar. Ne yapacak bu akil adamlar. Sayın Genel Başkanımız da söyledi. Anadolu’da  mesela Iğdır’da toplantı yaptıklarını düşünelim. “Biz akil adamız” deseler. E peki siz bu kadar akıllıysanız  “PKK ne istiyor, anayasa pazarlığı ne alemde?”  dense.. Ne cevap verecekler? “Bilmiyoruz.” diyecekler.  Çünkü  Başbakanın haberi var. Beşir Atalay’ın haberi var, MİT Müsteşarının haberi var. Apo’nun haberi var. Olan bitenden bırakın AKP’li milletvekillerini, diğer bakanların bile haberi yok.

G.B. : Sayın Özgündüz, mevcut anayasanın değiştirilmesi gerekiyor mu sizce?

A.Ö. :  Evet anayasanın değişmesi gerekiyor.  Bağımsız yargı için, özerk üniversite için, basın özgürlüğü için, sendikalaşma ve sivil toplum örgütlerinin önündeki engellerin kaldırılması için, laikliğin yeniden tesisi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapısının değiştirilmesi için, din ve vicdan özgürlüğünün korunması için anayasanın değiştirilmesi gerekmektedir.  Anayasa değişikliği bizim için gerekli. AKP’nin anayasa değişikliğine ihtiyacı yok.  AKP 2010’da yapacağını yaptı zaten.  Zehri şeker ambalajına sararak vatandaşa yutturdu.  Başbakan federasyon ve başkanlık sistemi için anayasa değişikliği istiyor. Bizim anayasa değişikliğinde vazgeçilmez kriterlerimiz vardır. Anayasanın ilk üç maddesine dokunulamaz.  Biz burada anayasa değişikliğinden bahsediyoruz.. Anayasa yapımından değil. Anayasayı değiştirebilirler ama baştan bir anayasa yapamazlar. Çünkü şu andaki Meclis’in böyle bir yetkisi yok. Anayasa yapımını ancak “kurucu meclis” yapabilir.  Bu şuna benzer: “Biz burada toplanalım. Bir anayasa yapalım. Kendimizce bir meclis oluşturalım. Kendimizce kabul edelim. Böyle bir anayasa olur mu?”  Olmaz. Çünkü yetkisizdir. Dolayısıyla şu anki parlamento anayasa değişikliği yapabilir ama sıfırdan bir anayasa yapamaz. Bunun, bizim burada yaptığımız anayasadan hiçbir farkı olmaz.
İlk üç maddeye dokunduğunda anayasa suçu işlersin.  Bu o zaman AKP ve PKK birlikte ihtilal yapmış demektir.  Bunu herkesin bilmesi gerekiyor.  Halkın, anayasasına Cumhuriyeti’ne sahip çıkma hakkı meşru olur.


G. B. : CHP’nin anayasa değişikliği konusundaki tavrı nedir?

A.Ö. :  Genel Başkanımız defalarca söylemiştir: “ İlk üç maddeyi kesinlikle değiştiremezsiniz.”   Başka işiniz kalmadı da bunları mı değiştirmek istiyorsunuz?  Bir hukukçu olarak söylüyorum. Anayasanın ilk üç maddesine dokunduğun anda sen gayri meşru bir oluşumsun. Devlet hukuktan uzaklaştığı anda “kurumsallaşmış bir çete” olur.  Devlet hukukla kurumsallaşan bir tüzel kişiliktir. Anayasayı tümden mi değiştirmek istiyorsun? O zaman bir anayasa kurucu meclisi oluşturursun. O kurucu mecliste herkesi temsil edecek temsilcileri seçersin. Baraj olmaz o meclisin oluşumunda. Oturur  sıfırdan anayasa yapar.  Şu andaki parlamento ancak anayasa değişikliği yapabilir.  Ancak ilk üç maddeye dokunduğu anda gayri meşrudur, yapamaz.


G.B. : Kayseri Büyükşehir Belediyesiyle ilgili açılan yolsuzluk davasını da CHP’li milletvekilleri takip ediyor. Orada iddia ettiğiniz gibi yolsuzlukların üzeri mi örtülüyor?

A.Ö. :  Tabi hiç şüpheniz olmasın.  Oradaki vıcık vıcık ilişkiler ayyuka çıktı. Üzeri örtülmek isteniyor. Oradaki belediye başkanına devletin büyükleri kefil oldular.  Yarın hırsızlığı ortaya çıktığında kefalet ne olacak?  İslam’da kul hakkı asla affedilmeyecek bir haktır. Eğer birazcık vicdanları, imanları varsa hırsızlık, yolsuzluk yapana sahip çıkmazlar.  Müslüman hırsızlık yapanın üstüne gider. Kim yaparsa yapsın.  Yine Kayseri ile ilgili bir başka dosya daha var. Fakir Fukara Fonunda 320 fakir vatandaşımız adına  ayda  100 TL toplanmış. Muhtaç insanlara verilmesi gereken paralar, verilmiş gibi gösterilerek , bir buçuk milyon TL  zimmete geçirilmiş. Hatta bu parayla altınlar alınmış, Kayserili siyasilerin çocuklarının düğününde altın olarak takılmış. Büyük bir ahlaksızlık. Allah’tan korkun.  Kan, irin içseler bundan daha iyi.


G.B: Gizli tanık uygulamasıyla ilgili bir kanun teklifiniz var. Bu teklifi hazırlamaktaki gerekçeniz ne? Teklifiniz kabul edilirse ne gibi değişiklikler olacak?

A.Ö. : Bu teklifin özü namuslu, dürüst tanıklığa ilişkindir. Ben diyorum ki gizli tanık, o davada yargılanan şüphelilerle, sanıklarla ilgili daha önceden bir husumeti var mı, çıkar ilişkisi var mı? Buna ilişkin soruları açıklasın. Tanıklığının güvenilir olup olmadığının mahkeme, kamuoyu ve sanıklar tarafından anlaşılması lazım. Mahkemede kimliğinizi söylemeyin tamam ama bir çıkar ilişkisi, husumet var mı , bunu açıklayın. Gizli tanığın verdiği bilgiler doğrultusunda örgütün ilişkileri ortaya çıkarılır. Ya da somut delillere ilişkin olacak gizli tanıklık. Türkiye’de İlker Başbuğ’un yargılandığı davada gizli tanıklığı kim yapıyor? Şemdin Sakık yapıyor.  Ama Işık Koşaner dinlenilmiyor.  İşlerine  geldiği gibi keyfi davranıyorlar, hukuku katlediyorlar. Ama günü geldiğinde biz onları hukuk çerçevesinde yargılayacağız. Onların yaptığı gibi zalimlik yapmayacağız.


G.B. : Sosyal medyada çok yankı uyandıran bir kampanya var. Kullanıcılar profil isimlerinin önüne T.C. ibaresini yazıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

A.Ö. : “Bu kampanyayı  eleştirenlere, başınız göğe mi erdi diyenlere yazıklar olsun.” Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı onurunu taşıyan insan T.C. rumuzundan ancak gurur duyar. Rahatsız olmaz. Size ne oluyor? Neden rahatsız oluyorsunuz?   35 milyon kullanıcının 10 milyonu T.C. ibaresini kullanıyor.  Anne ve babalarıyla birlikte bu 35-40 milyon kişi demektir.  Halk Cumhuriyetine sahip çıkıyor. Halk uyanıyor. Bu çok güzel.  Vatandaş sabırlıdır, bekler ama bir noktaya gelince de  ülkesine sahip çıkar. Bölücüler ve gericiler Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak, anayasal düzeni değiştirmek için emperyalistlerle iş birliği halinde kol kola girmişken elbette halk, Cumhuriyete, Cumhuriyetin rumuzuna  sahip çıkacaktır. O kampanyaya katılanları tebrik ediyorum.

G.B. : Sizce halk bilinçli mi?


A.Ö. :
Her şeye rağmen halk uyandı. Halk nereden bilgi alıyor? Medyadan. Sizin gibi özgür yayın yapan kaç tane gazete kaldı? Yüzde doksanı iktidarın borazanlığını yapıyor. Buna rağmen vatandaş sosyal medyada bu tepkiyi gösteriyorsa halkın sağduyusuna güvenmek lazım. Bütün mesele halkı bilgilendirmek. Biz alanlara gidiyoruz. Sürekli halkımıza gidiyoruz bütün milletvekili arkadaşlarımızla.


G.B. : Görüştüğünüz vatandaşlar en çok neden şikayetçi?


A.Ö. :
En büyük dertleri geçim derdi ve işsizlik. Ekmeğin arandığı yerde demokrasi ve insan hakları aranmaz. Vatandaşın karnı açsa, çocuğunu doyuramıyorsa, siz bu insana demokrasiyi anlatamazsınız. Önce fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması lazım. Diğer ihtiyaçlar ondan sonra. Şu anda herkes borçlu. Kredi kartı borcu olan var, araba – ev borcu olan insanlar var. On yıllarını ipotek etmişler. Toki 50-60 bin liralık evleri 200 – 250 bin liraya satarak insanları borçlandırıyor. Vatandaşı borçlandırarak bu düzenin devam etmesini istiyorlar. Biz gidersek istikrarsızlık olur diyorlar. Aba altından sopa gösteriyorlar. Ülkeyi daha çok borçlandırarak ekonomide bir iyileşme sağladılar. Başbakan : “Biz geldiğimizde hazinede 35 milyar dolar vardı. Şimdi 105 milyar dolar var.” diyor. Doğru, yalan söylemiyor.  Ama başka bir konuyu gizliyor. AKP geldiği zaman 35 milyar  dolar vardı. Ama Türkiye’nin kısa vadeli ödemesi gereken borcu 25 milyar dolardı. Ödeyebiliyordu.  Şu anda 105 milyar dolar var Merkez Bankası rezervlerinde ama 140 milyar dolar kısa vadede ödenmesi gereken borç var. Şu anda herkes borcunu istese ödeyebilecek para yok.  İflastasın Yunanistan gibi. Kısa vadeli Türkiye’nin ödemesi gereken borç miktarı 140 milyar dolar. Merkez Bankasında olan miktar 105 milyar dolar. Zaten Merkez Bankası’nda neden tutarsın parayı? Orada biriktirmek neden? Yatırıma yönlendirsene. Türkiye’yi müthiş bir şekilde borçlandırdılar. Ekonomi iyiye gitmiyor. Bu sene, önümüzdeki sene işler daha da kötü gidecektir. Vatandaş sıkışmış. Ama geçmişte yaşanan o ekonomik krizin anıları henüz taze. Vatandaş onu da unutmuş değil. Vatandaş, Cumhuriyet tehlikede olunca biliyor ki sadece kendisinin değil çoluk çocuğunun da geleceği tehlikede olur. Dolayısıyla vatandaş bilinçleniyor.