Şiddet ve medenilik

Şiddet ve medenilik
11 Eylül 2015 10:00

Günlük yaşamımızda, basit hataları bile şiddetle çözen, hastalıklı bir toplum olduk. Yaşamda çözülmemiş düğümlerin, kapatılmamış hesapların birikmesi veya fevri bir davranış, kolaylıkla şiddete dönüşebiliyor. Sözle, hakaret veya küfürle başlayan davranış, fiziki şiddete dönüştüğünde, artık sözün bittiği, insanî değerlerin bir yana itildiği bir girdaba girilmiş demektir. Şiddet haberlerinin yer aldığı günlük gazetelere bakamaz olduk.

 

 

Av. Kemal AKKURT H&H YORUM

 

İnsanların öfke ve stres kontrolünü başaramamasının en kolay dışa vurumu olan şiddet, belki de güçlü görünmek adına karşı tarafı incitip, mağlup duruma düşürmek amacıyla, galibiyetini ilan etmenin en aciz ve kestirme yolla ifade edilmesi olarak karşımıza çıkıyor. Çoğunlukla da çocuklara ya da kadınlara uygulanarak, orantısız güç kullanılarak gerçekleşiyor. Sebeplerine inildiğinde ise, kişideki özgüven ve sevgi eksikliği görülüyor.

 

Ezbere ve bilgi yüklemeye dayalı eğitim sistemimiz, kişiyi hayata hazırlamaktan çok uzak. Sınavdan sınava koşan, adeta bir yarış atına dönen çocuklarımızı öncelikle hayata hazırlayan bir eğitim sistemine geçilmediği sürece, bu toplumsal hastalıktan kurtulmamız zor görülüyor. Yasalar, toplumsal şiddetin önlenmesinde elbette gerekli. Cezalar ve caydırıcı tedbirlerle koruyucu önlemler alınabilir. Fakat asıl çözüm, evde başlayan, okulda, askerde ve işte devam edecek insan odaklı, insan haklarına dayalı eğitimle mümkün olacaktır. Böyle bir eğitimin sonucunda kızgınlıklarımızın, öfkelerimizin yerine sevgiyi, hoşgörüyü, dayanışmayı ve empatiyi koyabildiğimiz zaman, şiddet de kendiliğinden son bulacaktır.

 

Ülkemizde nüfusun tamamı evrensel değerlerle eğitilmiş, özgüvene sahip, özgür bireylerden oluşabilirse, memleketi kurtarmaya soyunan “kurtarıcılara” da gerek kalmaz. Bunun için de ülkenin köhnemiş sistemi bir tarafa bırakılıp, evrensel değerlerle yetişmiş eğitimli bireylerin ülkemiz yarınlarını aydınlatacağı gerçeği görülmelidir. Eğitim için çabalayan aydınların da devlet tarafından kösteklenmesi, hedef gösterilmesi ve itibarsızlaştırılması değil, desteklenmesi gerekir.

 

Fransız siyasetçi ve filozof Etienne Balibar; Şiddet ve Medenilik adlı kitabında, şiddetin gerek hukuk, gerekse toplum ve medyada geri dönüştürülemez bir etkisi olduğunu söylemektedir. Hiçbir toplumun şiddete karşı bağışıklığı bulunmuyor. Bazı ileri toplumlarda daha az görünür olsa da, şiddet yine de mevcut. Şiddet, öyle bir hastalık ki, henüz aşısı icat edilmedi.

 

Ünlü düşünür Balibar’a göre, şiddetin tek bir ilacı varsa, o da demokrasi olabilir. Tek sorun; demokrasiyi, onu reddeden sistemler içinde tekrar, yeniden nasıl oluşturacağımız. Düşünüre göre bu, henüz çözüme ulaşmış bir tartışma değil…

 

Balibar’a göre, gücü temsil eden devlete karşı ters bir güç oluşturmanın sonucu, sivil savaşlar ve benzeri durumlardır. Bunun örneğini trajik bir biçimde Ortadoğu ülkelerinde, özellikle Suriye’de görebiliyoruz.

 

Ünlü filozofa göre, devlet, çatışmalar karşısında tarafsız değildir. Genelde bazı grupların çıkarlarını diğerlerine tercih edebiliyor, baskın sınıfın çıkarlarını koruyabiliyor. Buna karşılık devletin gücü kullanma temeli, yasal bir denetime de tabi kılınmıyor. Devlet, bu gücün kullanımında aşırıya kaçabiliyor. Güç kullanımı, şeytanî bir durum yaratıyor. Devlet, toplumdaki şiddeti alıyor, ama onu sıfırlamak yerine, yeniden toplum üzerinde uyguluyor.

 

Balibar’a göre devlet gerekli, ama tehlikeli bir aygıta dönüşebiliyor. Çözüm; devletin çok sıkı biçimde yurttaşlar tarafından denetlenmesi. Ünlü düşünür bunu söylerken, demokrasi ve hukuk devletinin kurumsallaştığı, insan haklarının içselleştirildiği batı toplumlarını kastediyor olmalı. Bu kurumların henüz emekleme döneminde bulunduğu, keyfiliğin hakim olduğu bizim gibi toplumlarda bırakın yurttaşın devleti denetlemesini, ifade özgürlüğünün kullanılması, seçme ve seçilme hakkının kullanılması bile sorunlu. Son günlerde yaşanan şiddetin bir nedeni de 7 Haziran seçim sonuçlarının hazmedilmemesi, kabul edilmemesi ve tanınmaması değil mi?

 

Sınırlı sayıdaki duyarlı Sivil Toplum Örgütleri ve aydınlar, her türlü şiddete karşı kararlı bir tavır sergilemektedirler. Şiddet karşıtlığı; toplumsal sorunların çözümünde şiddetin bir yönetim tekniği ve bir siyasal mücadele yöntemi olarak kullanılmasını reddeden ilkesel tutumdur. Bu tutumun doğal sonucu da her türlü şiddete karşı durmaktır. Şiddet karşıtlığı ; toplumsal sorunların barışçıl, siyasal usuller içinde ve demokratik düzlemde çözülmesini savunmakla mümkündür. Marcus Aurelius’un dediği gibi; “Öfkenin sonuçları, sebeplerinden daha üzücüdür”.

 

Savaş tamtamları yerine barış türkülerine ihtiyacımız var. Bölgeyi ve ülkeyi kan ve şiddet sarmalına sürükleyen güç ve iktidar hırsına ve şiddet fetişizmine karşı, demokrasiyi, özgürlüğü, barışı, kardeşliği ve eşitliği savunanların safında yer almak zorundayız. “Ama”sız, “fakat”sız, “ancak”sız barışı savunan, “öldürmenin gerekçesi olmaz” diyenlere sahip çıkmadan ve desteklemeden, gerçek huzura ve barışa kavuşmamız mümkün değildir.

 

Albert Camus’un dediği gibi; “Hiçbir ideoloji, bir çocuğun gözyaşlarına değmez”…

 

 

[email protected]

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Emek ve Dayanışma Bayramı
Dünya Barış Günü
Avukatlar Günü