Sevmeyi değil, yalnızlığı öğren çünkü en çok ona ihtiyacın olacak!  Charles Bukowski

Sevmeyi değil, yalnızlığı öğren çünkü en çok ona ihtiyacın olacak! Charles Bukowski
20 Ocak 2018 07:00

Geçenlerde Oda TV’de okuduğum bir haber beni “yalnızlık” konusunda yeniden düşünmeye itti. “Kapitalizm yabancılaşmayla baş edemiyor” adlı yazıda; “Kapitalizmin başkentlerinden İngiltere’de “yalnızlıktan sorumlu” bir bakanlık kurulduğu ve bu bakanlığın yalnızlıktan ötürü acı çeken milyonlarca kişiye yardım etmek için yapılandırılacağı ve yalnızlığın İngiltere’de 9 milyon kişiyi etkilediği belirtiliyordu.

 

 

Dr. Semih Dikkatli H&H YORUM

 
Çeşitli araştırma ve değerlendirmelere göre; yalnızlığın fiziksel olarak ciddi sorunlar yarattığı üzerinde durulurken, zekâ seviyesinde de belirgin gerilemelere neden olduğu bildirilmektedir.
Birçok sosyal bilimci dünyayı kontrol eden kapitalist sistemin insanın kendisine ve dünyaya yabancılaşmasına neden olduğundan söz ederken yalnızlığı başlı başına bir fenomen olarak ele alır. İngiltere’de de yalnızlık benzer şekilde ele alınmış ve bu doğrultuda da bir bakanlık kurulmuştur.
Yalnızlık, birçok nedenle aslında sonuçtur. Özellikle, insanı odak olmaktan çıkaran ve bir sömürü nesnesi köle haline getiren kapitalist sistem bu sonucu yaratan ana unsur olarak hala karşımızda durmaktadır. 1900’lü yılların başından itibaren hızlanan tüketim toplumu yaratma mantığı, insanları birer köleye dönüştürdü. Büyük bankalara, tefecilere borçlanan insanlar için hayat yaptıkları borcu ödemek üzerine kurulur hale geldi.
Günümüzde ise; yoğun çalışma temposu içinde sürekli tüketime yönlendirilen dar gelirli insanlar sadece para odaklı düşünmeye başlamış, yardımlaşma, komşuluk, paylaşım, aile, dostluk gibi değerler yerlerini sadece çalışmak, tüketmek ve borç ödemek gibi eylemlere bırakmıştır. Ahlak ve vicdan kelimeleri sözlüklerin az bilinir kavramlarına dönüşmüş, hedefe giden her yol mubah diyenler arttıkça; savaşlar, çocuk ölümleri, tecavüzleri bile kabul edilebilir, sıradan olaylar haline gelmiştir. İnsanın yalnızlaşmasının en büyük nedeni olarak sosyal medya gösterilmiş ve günah keçisi olarak engellenmesi için çareler düşünülmeye başlanmıştır.

 
Biz çocukken sokaklar güvenliydi, top sahaları vardı mahallenin bina yapılmamış yerlerinde. Şehir içlerinde arkadaşlarla gidebileceğimiz mesire alanları, lunaparklar vardı. Yakartop, kukalı saklambaç, dalya, misket oynardık evimizin hemen önünüde… Daha çocukken kalabalıklaşmayı, paylaşmayı, mücadeleyi, destek olmayı, takım olmayı öğrenirdik sokaklarda… Yalnız kalmak istemezdik hiç, güvenli kalabalıklarda hep bir aradaydık.
Akşam komşumuzdan bir tabak içinde gelen aşureyi yerken, ertesi akşam aynı tabakla sarma götürür, komşunun kızıyla göz göze gelirdik. Sevmeyi daha 3 yaşında öğrenir, 7 yaşında âşık olurduk ölesiye. Saf duyguların hepsini en güzel halleriyle yaşardık. Salçalı ekmeği ziyafet sayar, bir tek akide şekerini ağzımızda 3 saat dolandırırdık. Yerli malı haftası kutlar, aynı pantolonla yıl geçirirdik. Utanmazdık giydiğimizden ya da giyemediğimizden ama gösterişten utanırdık. Çocuk halimizle gece yarılarına kadar dışarda kalır, kaybolursak en yakın karakola kapağı atardık. Bazen tanımadığımız amcalar, teyzeler tarafından evimize bırakılırdık.
Şu anda çocuklarımız evlere hapsolmuş durumda. Gidecekleri her yere biz götürüyoruz onları. Sokaklarda arkadaş bulamıyorlar, okullarında derslerden başını kaldıramıyor çoğunluğu. Hiçbir yer ve hiç kimse güvenli değil artık. Çocuklar tecavüze uğruyor, kaçırılıyor, organ mafyalarının elinde parçalanıyor. Hiçbir şey olmasa sapık din tacirlerinin seks kölesi haline geliyor. Her şey para olmuş durumda, komşular birbirinin ismini bilmiyor. Otobüste dayak yiyen engelli birine bile insanlar seyirci kalabiliyor. Herkes bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor ama çember daralıyor.

 
Alkol içti, biraz açık giyindi, şortu vardı, ramazanda yemek yedi derken insanlarımız, özellikle kadınlarımız öldürülüyor, tecavüze uğruyor. Böylesine sapkınlık ve şiddetin olduğu, insanın insan olmaktan çıktığı bu düzende içinde iyilik taşıyanlar korku dolu bir yürekle yaşamaya çalışıyor hayatı. Kendisinin ve yakınlarının başına gelebileceklerden korkan insanlar hem çocuklarını hem de kendilerini korumak adına evlerine hapsoluyor. İnternet, akıllı telefonlar ve çok kanallı televizyon kutuları aracılığıyla zamanlarını evde değerlendiriyorlar. Çocuklar okuldan gelir gelmez internet başına oturuyor, anne babalar sosyal paylaşım sitelerinde çocukluk ve ilk gençlik arkadaşlıklarının tadını arıyor.

 

 

Hal böyleyken yalnızlığa sebep olan şeyin teknoloji olmadığı ortada, insanlığı yalnızlığa götüren şey hayatın araçlarının amaç haline getirilmesi, gerçek amacın artık unutulması; İyi ve mutlu bir insan olmak…
Bu pencereden bakınca İngiltere “yalnızlık bakanlığı” kurarak bir yanlış yapmıştır. Bence asıl kurulması gereken bakanlık, “iyilik ve sevgi bakanlığı” olmalıdır. Bu bakanlığın tüm çalışanlarının da tek hedefinin kaybettiğimiz insana dair güzel olan birçok değeri yeniden kazanmak yönünde çalışmak olmalıdır. Yoksa yalnız başına yaşayan milyonlarla devletin ilgilenebilmesi mümkün değildir. Eskiden olduğu gibi büyük aileler, komşuluklar, dostluklar, gerçek aşklarla dolu, duygulardan korkmayan, keyifli insanları yeniden yaratmalıyız.
Aslında yalnızlık bir savunma mekanizması ve tercihtir. Güvensizlik ve sevgisizlik bizi diğer insanlardan uzaklaştırmaya devam edecektir. Öyle ki; çevremizde yer alan kalabalıklara rağmen hiç hissetmediğimiz bir yalnızlığa doğru sürükleniyor olacağız.
Psikiyatr Carl Gustav Jung’a göre; “yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan, kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı zaman kendisini yalnız hisseder.”
Siz neyi önemsiyorsunuz? Belki de bu sorunun cevabını vererek başlamalısınız yalnızlığın paylaşılmasına…

 

 

Dr. Semih DİKKATLİ Twitter

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
İçimdeki çocuğun bayramı
Herkes birine zorba…
Kara Kutu… Hadi yüzleşelim…