Nihat Genç; "Hiçbir efendi tanımıyorum"

Nihat Genç; "Hiçbir efendi tanımıyorum"
31 Mayıs 2012 13:15

Nihat Genç’le olan röportajımızın üçüncü ve son bölümüne geldik. İnanmadığını söylemeyen, yazmayan bir adam Nihat Genç.


Deniz Bilgen ÇAKIR H&H RÖPORTAJ

İsyanını, kızgınlığını, üzüntülerini saklamayan, bağırmak istediğinde bağıran bir adam….

Röportajın bu bölümü biraz hüzünlü geçti. Kimi zaman gözyaşlarını tutamadı ara verdik…

Ve son sözünü de aynı diklikle söyledi.

İşte söyleşimizin üçüncü ve son bölümü;

FAİLİ MEÇHULLER SİLİVRİ’DE DEVAM EDİYOR

-Sayın Genç, son sözlerinizden Silivri’ye doğru geldik. Biraz bu konudan bahsedelim. Ortada çok ciddi bir digital  terör var. Sahtelikleri defalarca kanıtlanmış belgelerle insanlar yılardır içeride yatıyor. Türkiye’de Silivri hukuku diye yeni bir şey oluştu. Bu Silivri hukukunu bize biraz açar mısınız?

Derin devlet lafına kimse bundan 15 yıl önce sahip çıkmadı. Bu lafı ilk ortaya atanlardan biri benim. Sonradan çok da moda oldu, herkes kullanır oldu. Bir nevi sulh döneminin çok kullanılmış kavramı haline geldi. Bence bu son dönemi de en iyi ifade eden Yeniçağ gazetesinden  Yavuz Selim Demirağ’ın Digital Terör kitabı. Bu dönemi çok iyi anlatıyor. Son derece teknolojik yeni virüslerle, yeni araçlarla bambaşka bir şey yapılıyor.

Mehmet Ali Birand, “Faili meçhuller 2007’den sonra birden durdu. Niye?” diye sordu. Ben de cevap verdim; Hayır durmadı. Devam ediyor. Sadece dün mermiyle kafaya sıkıyorlardı, şimdi içeri atıyorlar. Çünkü bu daha kolay. Silahın yerini digital terör, virüs, uydurma belge aldı. Değişen bir şey yok. Aynı şey. Bunu yapanlar içinde çok karlı bir şey. Çünkü ortada faili meçhul bir cenaze yok. Adamı içeri atmışsın. Ama yargı, hüküm, belge yok. Yani faili meçhuller sürüyor.  Hem de son sürat sürüyor. Sokakta aydın kalmadı. Kalanların hepsini sindirildi. Bunların hepsi faili meçhuldür. İçerdekilerin hepsi faili meçhuldür. Hepsi cinayet kurbanıdır. Gençlikleri, hayatları, böbrekleri karaciğerleri gidiyor.  Düşleri gidiyor.

MÜYESSER İÇİN BİR CÜMLEM OLSUN İSTERDİM

-Bir Oda TV  davası var. Bir de orada bir anne var, Müyesser Yıldız. İçerideki yazılarını takip ediyorsunuz. Soner Yalçın ve ekibi var. Siz de Oda TV’nin içindesiniz.

Oda TV’deki arkadaşlar iki üç yıl önce  teklif etti ben de yazmaya başladım. Yazılarımı uzun tutacağım, hikaye yazacağım dedim. Sonrasında, arkadaşlar içeri girince siyasete döndüm, kısa yazmaya başladım.

Müyesser’le beni yan yana koyuyorum. Müyesser benden daha uzak Oda TV’ye. Ben daha merkezdeyim, daha Oda TV içindeyim. Ve Müyesser benim arkadaşım. Onu tanıyorum. Duygularını, düşüncelerini bilirim. Ele avuca sığmayan bir kız yani. Ben Müyesser’i bulunduğu yerde, özellikle sağ kökenden gelmiş ama çok değerli buluyorum. İnsanların nerede durduğu önemli değil. Sağcı, solcu hepimizi bir bataklığın içine attılar ve çırpınıyoruz. Orada ne yapıyoruz. İşte orada ne yapıyorsak asıl bizim siyasi düşüncemiz budur. Biz Müyesser’le aynı şeyleri yapıyoruz. Hukuk, adalet, anti emperyalist mücadele. Ben bunları ilk hissedenim.

Müyesser’le ilgili doya doya bir yazı yazmak isterdim. Buna bile fırsat bulamadık. Düşünebiliyor musun… Müyesser orada çürürken, çığlıklar atarken…

(Nihat Genç burada gözyaşlarını tutamıyor)

-Biraz ara verelim isterseniz…

Müyesser diyemedim ya…. “Ne haber” Müyesser diyemedim. Kitap fuarına gittik onu temsil ettik. Müyesser için bir cümlemiz olsun isterdim. Öyle bir kıyametin içine düştük ki, Ali kıran baş kesen. Herkesin kafası tak tak kesilirken ona da bakamıyorsun yani. Ona da vaktin olmuyor. Ve çok anlatmak isterim Müyesser’i. Çünkü Ankara’lı. Ben de Ankara’lıyım. Mülkiyede birkaç sefer oturduk. Yakından birbirimizi tanırız. Yani bu tanışıklığımızın bir değeri vardır. Kendime hayıflanıyorum. Anadolu’da bir laf vardır, dert bir değil ellvan elvan… Gerçekten  öyle. Hangisine yetişeceksin, hangisine bir sözün olacak.

TÜRK HALKI BARIŞ TERKOĞLU’NU GÖRSE UTANIR

-Müyesser ablanın son hazırladığı kitabın adı Üşüyorum…Ve bir buçuk yıldır içeride, 14 aydır da yalnız başına…

Evet. Bakın bizim Barış Terkoğlu diye bir arkadaşımız var. Bu çocuk beş yıl, on  yıl sonra  ya da bu yaz çıkacak. Barış Terkoğlu’nu tanıyorum. Telefonlarla tanıyorum ama iyi tanıyorum. Barış Terkoğlu çıktığında ve Türkiye halkı onu ekranda tanıdığında inanın şoka girecek. Bu kadar edepli, bu kadar kültürlü, bu kadar kendini bilen bir çocuğu hangi hukuk içeride tuttu ve çürüttü. Hani annenin, babanın güzel bir çocuk yetiştirme ideali vardır ya. Oğlumuz akıllı olsun, soylu olsun diye.. Bence Türkiye’de Anadolu’daki okumuş insanların ideal evlat tipi Barıştır.

-Bir de Teğmen Çelebi var…33 aydır sehven  içeride…

Tabi şimdi yani hangi birini anlatacaksın… Daha yakından şahit oldukları ön plana geliyor nedense. Bakın,  teleskobunuz varsa dünyadan çok uzak yıldızları görebilirsiniz. Ama ben yazarım. Yazar olduğum için hissiyatlarımla, sezgilerimle, alışverişlerimle sizin on yıl sonra göreceğiniz yıldızları görebiliyorum. Ve ben diyorum, Barış Terkoğlu onbeş, yirmi yıl sonra gerçek bir yıldız olarak bu ülkenin  semalarında olacak.  Ve siz bunu çürütüyorsunuz ve haksız yere.

BUNA DAYANMAK ŞEREFSİZLİKTİR

-Biz sizi çok duygulandırdık bugün…

Şu anda mesela hayatta en çok istediğim şey Türkiye halkı beş dakika değil, iki dakika bir Barış’ı görsün. Utanır ya.. İşe gitmekten utanır. Çocuklarına bakmaktan utanır. Böyle… Bunu Soner için de, Barış Pehlivan için de söyleyebiliriz. Bu çocukların bu kadar amansız bir şekilde suçlanmaları, bir takım örgüt ve çeteler içinde adlarının geçirilmesi dayanılır bir şey değil. Buna dayanmak şerefsizliktir. Dayanmayın…

DİRENEN İNSANLARDAN YANAYIM

-Konuyu sizin de çok sevdiğiniz futbola getirelim. Türkiye gündeminde bir de şike davası var. Siz Trabzonsporlusunuz ama son günlerde Fenerbahçe’yle ilgili bir yazı yazdınız ve çok konuşuldu.

Fenerbahçe’nin son yönetim kuruluna bakılırsa onlar da fazla direnemedi. Geri adım attılar. AKP’li bir takım isimleri oraya koydular. Benim lafım oraya değildi. Benim lafım şudur. Ben yazarlık hayatımda spor hiç yazmadım. Bir iki sefer hikayesini yazdım.  Spordan, spor yazmaktan da kaçındım. Gerçekten bir şike olayı olsa karşısında dururuz ama kendimi hiçbir zaman mafyatik, ihalleci, AKP’li ya da bir takım politikacıların inşa ettiği fikirlerin içinde yan yana görmek istemiyorum.  Devrimci sosyalist çocuk Fenerliyim diyor ama Ali Şen de Fenerli. Ben bunları çok anlayamıyorum, nasıl oluyor yani. Ali Şen’in oradaki görüntüsü beni dünyadan vazgeçirtir, değil Fener’den.

Trabzonspor’da kamuoyunu oluşturan, taraftarı oluşturan bir AKP’li ağız, bir gazlama vardı. Ben kendimi oraya ait hissetmiyorum. Ben sahaya çıkıp harbi futbol oynayan ve sahanın dışında da hiçbir araziye ihtiyacı olmayan, gerçekten top oynayan ve bunu mahalle futbolu aşkıyla yapan Trabzonspor’a hayranım. Ama şimdi Trabzonspor öyle bir yere geldi ki,  gerçekten bu ülkenin büyük değeri Şenol Güneş antrenör olmasına rağmen taraftarı gazlayan bambaşka bir yapı var. Ben de Trabzonspor’luyum ve o yapının içinde görünüyorum. Benim daha devrimci, daha sosyalist, daha direnen, daha kafa tutan bir yapım var. Ben bu adamlarla yan yana görünmemek için bunu ifade etmek zorundaydım. Beğenirsin, beğenmezsin. Beğenmeyenler olursa hayatım boyunca da futbol seyretmem kardeşim.

Ben hayatımı direnen insanlardan, kafa tutan, dik insanlardan yana koydum. Kim kafa tutuyorsa eyvallahım var. O benim kardeşimdir. Ben bütün edebi varlığımı buraya koydum. Burada inşaa ettim.

BİZ TAVRIMIZI KÖROĞLUNDAN YANA KOYDUK

Şimdi gidip de futbol aşkına, bir kulüp aşkına, bir hemşerilik aşkına bunlarla yan yana gelemem. O anlayışta duramam yani ben. Bunu ifade etmek istedim. Ben  boyunca Karadeniz karayolu yapılırken Nihat Özdemir’lere, müteahhitlere çok sert karşı yazılar yazmış ve kendimi böyle inşaa etmiş bir insanım. Benim para babalarıyla işim olmaz. Ama bu son durumda Fenerbahçe taraftarının bir direnişini, karşı duruşunu gördüm. O karşı duruş nereden olursa olsun sahip çıkarım. İki tane tilki, bi tane çakal da karşı durursa onların da o manifestosunda bir Dadaloğlu ararım. Bu toprakta biz tavrımızı Köroğlu’ndan, Dadaloğlu’ndan koyduk. Ne yapayım yani. Benim yazarlığım orası. Trabzonspor’dan yüzde seksene yakın büyük bir  beğeni oldu düşüncelerime. Yüzde on da reddetti. Ya anlamadı ya da reddetti. İstediği kadar reddetsin. Ben Pir Sultan’dan, Dadaloğlu’ndan, Köroğlu’nun sesinden yanayım. Her yerde de,  bu spor da olsa, siyaset de olsa, başka bir şey de olsa bu. Yani Anadolu Türkçe’sine çevirirsek,  efelik bizim hoşumuza giden birşeydir. Becerdik ya da beceremedik. 

DİK DURUN

-Nihat Genç son derece üretken bir insan. Medyada çok ciddi bir ambargo var ama onun kitapları yüzbinler satıyor, kitap fuarlarında kuyruklar oluşuyor. Peki yeni bir kitabı var mı?

Oda TV’de yazdığım kitaplar var. Onları seri bir şekilde yazıyorum ve çok tutuluyor. Benim şaşırdığım şöyle bir şey var; son on kitap fuarından hareketle bulunduğum fuarlarda en çok imzayı atanım. En az denilen Bursa kitap fuarında 650 kitabım var. 800, 900, 1000 geziyorum. Bunu yayıncıya sorun, ‘ne bu’ der.

-Türkiye’de yayıncılar kitapları biner biner basarlar. Siz bu rakamı bir imza gününde satıyorsunuz.
 
Tabi bunlar büyük şeyler. Fakat benim sorum şu, bu insanlar benim önümde niye kuyruk oluyor?
 
-Siz söyleyin, niye?

Gelen insanların yüzde doksanı şöyle cümleler kuruyor, “Dik durun Nihat Genç.” Oysa ben de kitaplarımda onlara onu söylüyorum. Dik durun. Eğilmeyin…  Ben Anadolu halkıyla anlaşıyorum. Bu halk dik durmak istiyor. Bugünlerde bana sorun, en yüksek değer nedir. Bugünlerin en yüksek değeri dik durmaktır. Dik duracağız ya! İmkanım olsa cesedimin böyle yatay değil dik içeri gömülmesini isterim. Dini değerlere saygım çoktur ama. Bu budur… Nereye giderse!

ÖPECEĞİM KIZI ÖPTÜM, YAZACAĞIM KİTABI YAZDIM

Şunu da söylemek isterim. 25, 30 yaşında bu konuşmayı yapamazdım çünkü kitaplarımın başındaydım. Birşeyler üretmek istiyordum ve o kitapları çıkartmak istiyordum. Nihat bu konuşmayı yapabilir misin deseydin, şimdi de bakıyorum hayır. Belki de bu kadar yapamazdım. Ama şimdi kitaplarımı yazdım, hikayelerimi yazdım. Yani öpeceğim kız varsa öptüm. Yazacağım hikaye varsa yazdım. Az da olsa bunu yapmış olmak biraz daha beni serden geçti yapıyor. Fakat serdengeçti olabilmeyi  size uzaylılar öğretmez. Size Japonya’dan gelip Toyota fabrikasını kuranlar öğretmez. Size Avrupa’dan gelen öğretmez. Toprağınızda serdengeçti bir tohum olacak. Öyle bir tohum..

BU SÖZLERİMLE ÖLMEK İSTERİM

Bu topraklarda bu tohum var. Ben bu topraklardan öğrendim… Hiçbir efendi tanımıyorum… Ve Hiçbir efendi de tanımayacağız. Hacısından hocasından, başkanından, padişahına efendi tanımayan bir kültürün çocuklarıyız.

-Yine duygulandınız… Söyleşimizin de sonuna geldik. Son olarak söylemek istediğiniz birşey var mı?

Şu anda tek isteğim bu sözlerimle ölmek…

[email protected]

https://twitter.com/#!/denizbcakir

ÖNCEKİ BÖLÜMLER

BENİ YOK SAYARAK ÖLDÜRMEYİ SEÇMİŞLER-I.BÖLÜM

HA MÜSTEMLEKE İÇİNDE KALMIŞSINIZ, HA TAYYİP’İN ZİNDANLARINDA-II.BÖLÜM