Mustafa Sarıgül, oğlu Emir’i 2 kez niçin tokatladı?

Mustafa Sarıgül, oğlu Emir’i 2 kez niçin tokatladı?
14 Ağustos 2013 10:05

İzzet Çapa bugün Hürriyet Kelebek’te yine ses getirecek bir röportaja imza attı.

 

 

Çapa bu kez Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün büyük oğlu, Emir Sarıgül ile ilginç mi ilginç bir söyleşi gerçekleştirdi.

 

Siyaset bana genetik miras

 

Güç iştir ünlü bir annenin veya babanın evladı olmak…

Hele baba her dönemde göz önünde olan bir siyasetçiyse, bu zorluk ikiye katlanır.

Emir Sarıgül, bu zor sınavı başarıyla atlatmış genç işadamlarımızdan…

Babası Mustafa Sarıgül’ün ilk göz bebeği…

 

 

Annesinin vefatından sonra neredeyse abi kardeş gibi büyümüşler.

Çocukluğunun büyük kısmı Ankara’da meclis koridorlarında geçmiş.

Ama sonunda o kendi yolunu siyasette değil, işadamlığında bulmuş.

Yine de armut dibine düşer misali, konu politikadan açılınca “Tabi ki ileride babamın bayrağını daha da ileri götürmek isterim” demekten kaçınmıyor.

Emir Sarıgül’ü tanımak istiyorum… Haydi bakalım söz senin…

E.S : Mustafa Sarıgül’ün oğlu olmaktan ölene kadar göğsümü gere gere bahsedeceğimden emin olabilirsin.

O yüzden istersen annemle babamım tanışmalarından başlayalım.

İ.Ç : Öyle olsun bakalım.

E.S: Babam, annemle tanıştığında CHP’nin gençlik kollarında çalışan henüz 18 yaşmda bir gençmiş.

İlerleyen tarihlerde Şişli Gençlik Kollarının başkanı olmuş.

İ.Ç: Annen de mi siyasetle ilgileniyormuş o zamanlar?

E.S: Dolaylı yoldan evet.

İ.Ç: O nasıl oluyor?

E.S: 80’li yıllarda İstanbul’da CHP denildiği zaman akla üç isim gelirmiş.

Ali Topuz, Orhan Eyüboğlu, bir de annemin babası, sevgili dedem CHP’nin İstanbul senatörü Abdurrahman Köksaloğlu.

Takdir edersin ki bir milletvekilinin lojistik anlamda en büyük desteği gençlerden gelir.

Ne de olsa gençler toplumun kanaat önderleridir.

 

resim3333333333333333

 

İÇ: Seçim konuşması mı yapıyorsun, aşk, hikayesi mi anlatıyorsun çözemedim.

(Gülüyor)

E.S: Babam sürekli dedemin yanında vakit geçiriyormuş o zamanlar.
Bir şekilde annemle tanışıyorlar. Görünürde imkansız bir aşkın tohumları atılıyor.

İ.Ç: Neden imkansız olsun canım?

E.S: Annem üniversiteli, farklı konumda bir genç kız. Babam ise gençlik kollarında harıl harıl çalışan bir delikanlı.

Ama aralarında bir yakınlaşma oluyor, ortak dostlar sayesinde de o zamanlar Florya’da bulunan meclis lojmanlarında bir buluşma ortamı sağlanıyor.

Birbirlerine olan ilgileri bariz şekilde ortadaymış. Daha ilk bakışta aralarında bir elektriklenme olmuş zaten.

Üstelik babam annemin ilk ve tek erkek arkadaşı.

DEDEM, ANNEMLE BABAMIN EVLENMESİNE KARŞI ÇIKMIŞ

İ.Ç: Deden ne diyor bu işe?

E.S: Babam, dedemin genç jenerasyondan birlikte vakit geçirdiği evlatlarından biri.

Birbirlerine çok yakınlarmış. Babamın hırslı, azimli biri olması, dedemin ona olan güveninin temel sebepleriymiş zaten.

İ.Ç: Ne güzel işte, güvenilir damat…

E.S: Yahu dedem babama ne kadar güvenirse güvensin birdenbire damat adayı olarak karşısına çıkarken,
ister istemez vereceği reaksiyondan çekinmiş babam.

 

İ.Ç: Referanduma gitselermiş.

– (Gülüyor)

E.S: Referanduma değil ama Bayram (Özata) dayıma gitmişler.

Dedem o günlerde İstanbul’daki Pirelli’nin distribütörüydü aynı zamanda.

Bayram dayımı evladı gibi sever, hiç yanından ayırmazmış.

İ.Ç: Dayın ikna edebilmiş mi dedeni peki?

E.S: Bir gün fırsatını bulup konuyu açmış.
Ve hemen düğün tarihi alınmış.

İ.Ç: Nerede…

E.S: Dedem ilk başta “Hülya’nın evlenme yaşı henüz gelmedi”, “Üniversitede okuyor” gibi nedenlerle onay vermemiş.
O, annemle babamın evlenme isteğini kibarca reddetmiş ama zamanla annemin mutluluğunu gözlerinden okur hale gelmiş.
İ.Ç: Mutlu sona gel artık, daraldım.
E.S: Dedem bir gün dayıma “Damat Mustafa gelsin de konuşalım” deyince babam çok heyecanlanmış.Sonunda dedem, annemle babamın evlenmelerine müsaade etmiş…

 

ANNEME BANA HAMİLEYKEN KANSER TEŞHİSİ KONMUŞ

İ.Ç: Gelelim senin hayata gözlerini açmana…

E.S: Babamla evlenmelerinin ardından annem bana hamile kalıyor.

Hamilelik dönemi biraz zor geçiyor açıkçası.

İ.Ç: O neden?

E.S: Annemin kalp ritminde birinci dereceden bozukluk varmış.

Aynı rahatsızlıktan ben de muzdaripim aslında.

Hamile olduğunu öğrendiklerinde “Çocuğu aldıralım mı, aldırmayalım mı?” diye düşünüyorlar hatta.

Bir de tam o sırada anneme kanser teşhisi konuluyor.

İ.Ç: Aşk filminden drama geçiş…

E.S: Bir yakınını kaybeden çocuklar hayatları boyunca üşümeye mahkumdurlar.

Annemin yokluğu yüzünden belki de hayata 1-0 yenik başlamışımdır.

Hayatın ne getireceği belli olmuyor işte. Kanser teşhisi konulmasına rağmen annem kesinlikle doğum yapacağıı söylüyor.

İ.Ç: Büyük risk değil mi doğum yapması?

E.S: Risk tabi ki ama annem her şeyi göze alıp beni doğurmuş.

Ancak maalesef trajedi peşimizi bırakmamış. Ben doğmadan hemen önce.

80 senesinde dedemin öldürülme haberiyle tüm aile sarsılmış.

İ.Ç: Sen dedeni tanıyamadın yani.

E.S: Hayır… O zamanlar sağ-sol çatışmaları hiddetli şekilde devam ediyormuş.

Solun kanaat önderlerinden biri olan dedem, işyerinde iki kişinin saldırısına uğramış ve hastaneye giderken yolda can vermiş.

Babam bugün bile anlatır dedemin cenazesini.

İ.Ç: Neler yaşanmış ki cenazede?

E.S: Yıl 1980, ihtilal dönemi. Şişli Camii’nden Çağlayan’a kadar trafik kesilmiş dedemin cenazesi için.

Dönemin başbakanı Ecevit de oradaymış. Şişli’den Zincirlikuyu Mezarlığına kadar 65-70 bin kişi katılmış.

 

BEN BABAMLA BERABER BÜYÜDÜM

İ.Ç: Annenin kaybı, babanla ilişkini nasıl etkiledi?

E.S: Babam bana hem annelik hem de babalık yaptı.

İster istemez birbirimize çok bağlandık, bağlanmanın da ötesinde birbirimize benzer olduk.

 

resi

 

Yürüyüşümüz, konuşmamız, giyim tarzımız aynıdır.

O benim hem annem, hem babam, hem abim, hem arkadaşım hem de rol modelim oldu.

İ.Ç: Peki ya kardeşin Ömer?

E.S: Ömer çoğu konuda daha şanslı. İkisi tam anlamıyla baba-oğul olabildiler.

Ayrıca Ömer doğduğunda babam verdiği mücadelelerin meyvesini topladığı, belirli bir toplumsal noktaya ulaştığı bir dönemindeydi.

 

 

İ.Ç: Sen ise büyüme sürecine şahit oldun.

E.S: Bir nevi babamla beraber büyüdük diyebilirim.

Daha 7 yaşındayken, okullar yarı yıl tatiline girdiğinde bütün arkadaşlar kayağa giderken ben Ankara’nın yolunu tutardım.

Babam o zamanlar meclis üyesiydi. 15 gün boyunca babamla meclis koridorlarında gezerdim.

Arkadaşlarınım misket oynadığı dönemde Erdal İnönü elimden tutar, beni öğle yemeğine götürürdü.

İ.Ç: Ağaç yaşken eğildi desene…

E.S: Siyaset bana genetik miras zaten. Daha önce bahsettiğim gibi annemin babası senatördü.

Hakkı dedem, yani babamın babası, mücadelesini İstanbul İl Genel Meclisi üyesi olana kadar sürdürmüş.

Babam zaten malum

İ.Ç: Ama sen işadamlığını seçtin.

 

 

E.S: Bak ben uykuyu fazla sevmem. Gece 12 gibi yatarım, en geç sabah 6’da uyanırım.

İnşaat sektöründe faaliyet gösteriyorum biliyorsun. 6 saatimi inşaata ayırırım.

Geri kalan zamanımı birinin derdini dinleyerek, okul kaydını, hastane şevkini yaptırarak, bir şekilde insanların
işlerine yardım edip hayır dualarını almak için çalışmaya ayırırım.

Babamla paylaştığım en önemli özelliğimiz budur diyebilirim.

Babam, bugün Türkiye’nin 82 vilayetinin her ilçesinde sevgi, sempati ve ilgiyle karşılanıyor.

İnanıyorum ki tüm Türkiye bir gün “Çare Sarıgül” diyecek.

 

TÜM TÜRKİYE BİR GÜN “ÇARE SARIGÜL” DİYECEK

 

İ.Ç:  “Çare Sarıgül”den sonra “Çare Emir Sarıgül” de girecek mi hayatımıza?

E.S: Siyasetin gücü demokrasiyse, demokrasinin gücü de sandıktır.

Yani siyasi arenada benim ne yapmak istediğimden çok, bir konuma talip olunması halinde vatandaşın takdir duygusu önemlidir.

İ.Ç: Verdiğin “politik” cevaba bakılırsa sen siyasete hazırsın.

E.S: Ben ve özellikle eşim Fatoş birçok sosyal sorumluluk projesinde, yardım kuruluşlarında aktif olarak yer alıyoruz.

Şu anda en büyük amacımız babamın mücadelesinde ona en iyi şekilde destek olmak.

Tabii ileride siyasi arenada babamın bayrağını daha da ileriye götürmek isterim.

İ.Ç: Babanı nerede görmek istiyorsun?

E.S: Babam 30 senedir siyasetin her noktasında görev almış bir isim.

Bugün Türkiye’nin 82 vilayetinin her ilçesinde sevgi, sempati ve ilgiyle karşılanıyor.

İnsanlar onu içlerinden biri olarak görüyor. İnanıyorum ki tüm Türkiye bir gün kesinlikle “Çare Sarıgül” diyecek.

 

BABAMDAN İKİ DEFA TOKAT YEMİŞLİĞİM VAR

 

dayakkkkkkkkk

 

İ.Ç: Hiç dayak yedin mi Başkan’dan?

E.S: Vallahi iki defa tokat yemişliğim var.

İ.Ç: Ne haltlar karıştırmıştın bakayım?

E.S: Galatasaray-Paris Saint Germain maçı vardı. Biz de lisedeki arkadaşlarla pankartlarımızı hazırlamışız, okulu kıracağız ve maça gideceğiz. O gün de matematik sınavım var.

İ.Ç:  Yahu maç akşam değil miydi zaten?

E.S: Öyleydi ama işin zevki stada erken gitmekte.

Ben sabah evden üniformamı giymeden maç kıyafetlerimle elimi kolumu sallaya sallaya çıktım.

Nereden bilebilirdim ki evde çalışan kadının beni babama ispiyonlayacağını!

Servisten indim, baktım babamın 30 yıllık sağ kolu Cihat Abi beni kapıda bekliyor.

O zamanlar tabü delikanlı, asi günlerim, “Hayırdır” diye gittim yanına.

Cihat Abi’nin elinde üniformam var, adamcağız sınava girdikten sonra maça gitmem için beni ikna etmeye çalışıyor,
girersin, girmezsin, girersin, girmezsin, bir baktım ileriden babam geliyor. Yanına gittim, tokadı yedim, üniformamı giyip,
sınıfa çıkmam 1 dakika 20 saniye sürmüştür!

İ.Ç:  Gidebildin mi maça bari?

E.s: Sınavdan sonra gittim tabi.

İ.Ç: Peki ya diğer tokat hikayesi?

E.S: O sefer de başka bir maçta yediğim sucuk ekmekten dolayı sarılık olmuştum, 25 gün evde yattım.

Teşhisin konulduğu gün öyle okkalı bir tokat atmıştı ki babam…

Anlayacağın dayakları hep Galatasaray yüzünden yedim.