Kurtulmak için her şeyi deneyecek

Kurtulmak için her şeyi deneyecek
14 Aralık 2017 11:01

Siyaset arenasında RTE’yi iyi tanımayanlar onun söylemlerini çok farklı değerlendirip, son derece yanlış yorumlara neden oluyor; böyle bir durum Türk kamuoyunu içinden çıkılmaz yanılgılara ve zararlı algılamalara yönlendiriyor.

 

 

 

 

Dr. İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

 

 

Bu makaleyi yazmamın nedeni RTE’nin en son Yunanistan ziyareti sırasında Yunan cumhurbaşkanına söylediği ”Lozan Antlaşmas’ını güncelleyelim” teklifidir ki, buradaki amacı çok farklıdır ama siyasilerimiz, yazar ve çizerlerimiz bunu asla anlayamadı.İşte bunu kısaca açıklamak istiyorum.

 

Öncelikle RTE’nin psişik yapısını çok iyi bilmemiz gerekmektedir.

 

RTE’nin kişilik yapısının en temel ögesi özetapar(narsist) olmakla birlikte, kendini evrenin merkezinde gören ve canlılar veya cansızlar aleminde her şeyin kendisine hizmet etmesi, kul köle olması gerektiğine inanan bir ruh dünyasına sahip olduğunu çok iyi biliyoruz.

 

Nasıl bir ruh dünyası bu?

 

7-8 milyar insan, dünya, adedini bilmediğimiz trilyonlarca galaksi ve yıldızlar, devletler, devletlerin varlığı, mesup olduğu milletinin değerleri ona kurban olsun modundaki bir ruh dünyası!

 

Buna inanmayı bir kenara bırakın, böyle bir ruhsal beklenti onun yaşamının bizatihi kendisidir.

 

Şimdi Lozan Antlaşması’nı ele alalım.

 

Büyük Atatürk önderliğinde verilen İstiklal Savaşı’ndan sonra yapılan Lozan Antlaşması Türk milletinin dünyanın tüm ulusları nezdinde bağımsızlık belgesidir.

 

Lozan Antlaşması Anadolu ve Trakya’dan oluşan Türk vatanının, yine dünyanın tüm ulusları nezdinde tapu senedidir.

 

Lozan Antlaşması Türk milletinin uygar dünyanın ulusları arasında saygın bir üyesi olduğunun iftihar belgesidir.

 

Tüm bu gerçekler ortadayken RTE neden Yunan’a ”Lozan Antlaşması’nı güncelleyelim” teklifinde bulundu?

 

Sınırlarımızı biraz daha genişletmek ve kendisinin yakın geçmişte fesli deli tarihçinin ”Lozan Zafer mi, Hezimet mi” adlı iftira dolu yapıtından esinlenerek ”Lozan hezimettir” yaftalamasına dayanarak Yunanistan’ın elinde olan adaları geri almak için mi bu teklifi yaptı.

 

Asla bundan dolayı değil, çünkü AKP zamanında Yunanistan on sekiz adamızı-bunların toplam yüzölçümü Kıbrıs büyüklüğünde-işgal ettiği halde RTE hiç sesini çıkarmamıştır.

 

Bu arada yurt topraklarını başka ulusların askerlerine işgal ettirmek ve buna kendi ordusu ile karşı koymamak vatana ihanet cürmüdür, siyasal koşullar değiştiğinde çok ağır bir şekilde yargılanacaktır.Kendi toprağını Yunan palikaryalarına karşı savunmayan bir devlet reisi, Arapların topraklarını savunmak için asker gönderme peşinde; böyle bir durum vatana ihanetin en somut kanıtıdır.Bu bağlamda 5 milyon Suriyeli Arap’ın da savaşsız olarak topraklarımızı işgal ettirilmesi de vatana ihanet cürmü çerçevesindedir.Bunun da hesabı siyasal koşullar değiştiğinde çok ağır bir şekilde sorulacaktır.

 

Arapların Ebucehil ve Ebulehep sarıklarını takıp Kudüs için sokaklara dökülen, Cuma eylemleri yapan Arap çükü yalayıcıları on sekiz Türk adası Yunanistan askerlerince işgal edildiğinde neredeydiler, yoksa analarının tumanlarına mı gizlenmişti, Araplar Müslüman da yoksa Türkler kafir mi, siz ilkel beyinli misiniz?

 

Neyse konunun esasına dönelim.

 

RTE neden Yunanistan’da ‘’Lozan Antlaşması’nı güncelleyelim’’ teklifini yaptı?

 

Bunun iki nedeni var.

 

Birinci nedeni o sıralarda ABD’de görülen ve kamuoyunda çok heyecan yaratan Reza Zarrab davasında meydana çıkan iğrençliklerle, Man adası rezaletlerini gündemden kaldırmak için.

 

Bir diğer nedeni, RTE böyle bir şeyin olmayacağını biliyor ama ‘’şark kurnazlığı’’ yaparak Yunanistan ve antlaşmanın tarafı olan tüm Avrupalı devletlere bir mesaj gönderiyor.

 

RTE, başta Yunanistan olmak üzere taraf olan tüm Avrupalı devletlerin Lozan Antlaşması’nı sindiremediklerini bildiği için, bu teklifi onların önüne bir rüşvet olarak sunuyor.

 

Neden?

 

ABD’de görülen Zarrab davasından dolayı.

 

Çünkü bu dava sonuçlanınca çok elem verici cezalar ve yakalama kararları çıkacak, birkısım AKP kodamanları Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savaş suçlusu olarak da yargılanacaktır.

 

İşte buna hazırlık olarak RTE, Lozan Antlaşması taraftarı olan o zamanki adıyla düvel-i muazzamaya(büyük devletler) mesaj gönderiyor ki, benimle uğraşmayın, özlemini çektiğiniz Lozan Antlaşması’nı istekleriniz doğrultusunda güncellemeye hazırım, böyle bir fırsat bir daha da elinize geçmez!

 

Bir nevi Türk’ün ölümü demek olan ve Avrupa’nın çok istediği Sevr Antlaşması’na dönme sinyali.

 

AKP’nin kodamanlarını ABD ve uluslararası mahkemelerin ketenperesinden kurtarma adına bunu yapar mı?

 

Yukarıda yazdım, bunu gözünü kırpmadan yapar.

 

Seksen milyon Türk’ün özgürlüğü, Anadolu ve Trakya toprakları onun uğruna feda olsun!!!

 

RTE’nin psişik durumu budur ve Yunan cumhurbaşkanına tüm taraf ülkelere mesaj olmak üzere bu teklifi onun için yaptı, bundan hiç kuşku duymuyorum.

 

17/25 Aralık’da meydana çıkan büyük hırsızlıklar ve Reza Zarrab’ın AKP kodamanlarına devasa çaptaki rüşvet dağıtması ile ilgili olarak İran ambargosunun delinmesi, Man adasına aktarılan milyon dolarlar hep inkar edildi, çok net olan telefon tapeleri bile inkar edilerek, bunları resmiyete döken savcı ve hakimler görevden alınıp hapishanelere tıkıldı.Ama elin gavuru bunları yutmadı ve tek tek kanıtlayıp Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurdu.Ağır cezai yaptırımlar çıkacağı artık kesin.

 

AKP iktidarı ve önde gelen hırsız kodamanları yalan söyleyerek ve inkar yöntemiyle cürümlerini propaganda ustalığı ile cahil milyonlar nezdinde o kadar rahatlıkla örtüyorlar ki, ardamarları çatlamış demekten kendimi alamıyorum.

 

Böyle durumlarda Erzurumlular’ın adına ‘’sövdürme’’ dedikleri bir geleneği vardır.

 

Bilhassa gençler arasında-bazen büyüklerde yapar-irili ufaklı ispat edilemeyen suçlarda kullanılır.Diyelim ki, biri diğerinin herhangi bir şeyini çalmıştır.Malı çalınan gider çalandan geri vermesini ister.O da çalmadığında ısrar ederse, malı çalınan gel öyleyse ‘’sövdürme’’ yapalım der.Çalan da ‘’sövdürme’’nin ömür boyu sürecek manevi işkencesinden kurtulmak için ya çaldığı malı sahibine iade eder veya ‘’sövdürme’’ye razı olur.’’Sövdürme’’ şöyle olur:Her iki tarafı da içine alacak şekilde-çalanı ve çaldığını iddia edeni- ‘’Kalemimi çalanın ve iftira edenin anasını, bacısını, kızını, karısını .…..m’’ der ve diğeri de bunu aynen tekrarlar.’’Sövdürme’’ manevi işkence olarak çok ağırdır ve travması haksız olan tarafça ömür boyu sürer.

 

Şimdi bu inkar ve yalanlamalara karşı, üstelik açık kanıtlarına rağmen ulusal ve uluslararası çapta yapılan hırsızlık ve yolsuzluklar için Erzurumlu’nun ‘’sövdürme’’ yöntemini mi kullansın?

 

Suçlanan taraf hazır mı buna?

 

Hukuk devletinde böyle bir rezilliğe kim razı olur?!

 

Ama ne yazık ki, Türk yargısını yıldırıp korkutarak durumumuzu bu hale getirdiler.

 

Geçen gün Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ‘’ABD yargısının suçlanan bankalara keseceği ceza 100 milyar dolar olacaktır ve bunu devlet ile halkımız ödeyecektir’’ dedi.

 

Yahu böyle bir adalet olur mu, şerefsiz küresel hırsızlar vurgun yapsın, cezasını halk ödesin!

 

Yaptıkları ulusal ve küresel vurgun sonucu kimin İsviçre bankalarında, Katar hesaplarında, kurdukları vakıflarda paraları varsa onlar ödesin.

 

Önümüzdeki günlerde bunlar kendi kurtuluşları adına daha ne atraksiyonlarını göreceğiz.

 

Savaş çıkarmaktan tutun da devlet ve milletin yaşamını tehlikeye atacak her türlü çılgınlığa kadar!

 

Güvencemiz Türk ordusudur, cesareti yanında hırsızlar için savaşmayacak kadar akıllı ve namusludur.

 

Ayrıca Reza Zarrab ve diğer hırsızların ABD’de yargılanmasının millilk, gayrımillilikle bir ilgisi yoktur.

 

İnsanda biraz utanma ve haya olur, hırsızın millisi olur mu?

 

Türk milleti birlik ve dirlik içinde olmalı, sinsi düşmanlara karşı çok uyanık durmalıdır.

 

RECEP TAYYİP ERDOĞAN KÜLLİYESİ

 

Yakın geçmişte RTE üniversite diploması olmadığı konusunda sıkıştırılınca, konuşma yaptığı bir platformda Marmara Üniveritesi rektörüne ‘’çıkarın arşivden şu diplomayı…’’ talimatını işi bozuntuya vermeden pişkince vermiş ama, olmayan diploma çıkarılmadığı halde yeni bir kararla rektörlük bu üniversitenin Maltepe kampüsüne Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi adını Verdi.

 

Cambaza bak cambaza!

 

Kısaca ‘’külliye’’ sözcüğü üzerinde durmak istiyorum.

 

‘’Külliye’’ Arapça kökenli bir sözcük olup bütünlük, genellik, umumilik anlamına gelmektedir.

 

‘’Külliye’’ denilince camisi, medresesi, aşevi, darüşşifası(hastane) vs her şeyi içinde barındıran bir yerleşke olarak tarihsel bir işlevi olmuştur ama aslında zihinsel olarak neyi ifade etmektedir?

 

Bugün Türkçe sözcük ‘’yerleşke’’ yerine kullanılan ‘’külliye’’ sözcüğü bilinçaltında tekadamlığın sembolüdür ve her şey benim egemenliğim altındadır mesajıdır.

 

Yargı benim, emniyet benim, eğitim benim, ekonomi benim, üniversiteler benim mesajıdır.

 

Ortaçağda işlevselliği olan ‘’külliye’’ sözcüğü’’ demokratik yönetimlerde her şey benim kontrolümde mesajı vermektedir ve asla bizim temiz Türkçemiz’deki ‘’yerleşke’’ sözcüğünün yerini tutmamaktadır.

 

‘’Külliye’’ sözcüğü her şey benim mesajıyla diktatörlüğü, ‘’yerleşke’’ ise her şey ve her yer özgür mesajıyla demokratikliği temsil etmektedir.

 

‘’Külliye’’ sözcüğü iğrenç bir sözcüktür, aydınlar asla bunu kullanmazlar, Latince olan ‘’kampüs’’ sözcüğünü de kullanmazlar ama Türkçemizin pırıltılı sözcüğü olan ‘’Yerleşke’yi kullanırlar.

 

Bu nedenle onların adlarını değiştirdikleri mekanlar için bile biz ‘’yerleşke’’ sözcüğünü kullanalım.

 

Marmara Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan yerleşkesi değil, Maltepe Yerleşkesi olarak analım.

 

Cumhurbaşkanlığı külliyesi değil, Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi olarak adlandıralım biz.

 

Nasıl olsa bir siyasal iktidar değişikliğinde bu iğrenç betimlemeyi resmen de değiştireceğiz.

 

Sözcüklerin ruhu vardır ve Arapça sözcüklerin tümünün kapısı krallığa, diktatörlüğe bağlılığa yönlendirir insanları ama öztürkçe sözcükler beyinlerimize, yüreklerimize özgürlüğün, demokratik yaşamın, özgür düşüncenin mesajını verir.

 

Bu nedenle her alanda Türkçe karşılığı olan bir şey için Arapça kökenli sözcük kullanmayalım ve yakınlarımızın doğan çocuklarına özbeöz Türkçe adlar verelim.

 

Arap kültür emperyalizmi sonucu bugün insanlarımızın yüzde doksanının adları Arapça asıllıdır ama Arap dünyasından çocuklarına tek bir tane Türkçe ad koyan birini getirin bakalım; asla bulamazsınız.

 

Örneğin Arap kahramanı Halit, Ömer, Ali vs. milyonlarca ad vardır ülkemizde ama Araplar’da Müslüman Türk kahramanları Alparslan, Tuğrul, Orhan vs. asla bir tane örnek gösteremezsiniz.

 

Kadın adlarında da durum aynı.

 

Örneğin son yıllarda Arap kültür emperyalizmi sonucu yüz binlerce Sümeyye adını Türkler koyduğu halde-diğer klasik kadın adları zaten milyonlarca-,bir Arap ailenin kız çocuklarına Pınar, Gülbahar, Şenay adlarını koyduklarını hiç duydunuz mu?

 

Araplar son derece bencil ırkçılardır, Kuran’da geçen Yahudi peygamberlerine ait adları bile koymazlar, kendilerini necip(seçkin) bir millet olarak algılarlar; örneğin Yakup, Yusuf, Süleyman, Eyüp, Musa, İsa vs. gibi.

 

Yahudi peygamberlerin adlarını çocuklarına veren tek ulus Türkler’dir.

 

Sözcükler bir milletin özünü, varlığını korumada dalgalanan gerçek bayraklardır.

 

Türkçe konuşup, Türkçe yazalım, Türkçe düşünelim, çocuklarımıza öztürkçe adlar verelim.

 

AKP iktidarının ve onun liderinin en önemli uğraşı alanı olan Arapçılıkla mücadele edelim.

 

 

Dr. İbrahim ÖZDOĞAN Twitter

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!