Koç: Erdoğan 'Padişahlık' istiyor

Koç: Erdoğan 'Padişahlık' istiyor
4 Ocak 2013 19:18

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, Başbakan Erdoğan’ın Padişahlık ve diktatörlük istediğini dile getirdi.

 

H&H RÖPORTAJ

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, Halkın Habercisi’ne konuk oldu. Halkın Habercisi’ni ziyaret eden Koç, Türkiye gündemine ilişkin çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.


 

Siyasette dik duruşu ile bilinen Koç, sorduğumuz tüm sorulara içtenlikle cevap verdi. Türkiye gündeminin sıcak gelişmeleri ile ilgili düşüncelerini H&H aracılığı ile dile getiren Koç, İmralı görüşmeleri ile ilgili de perde arkasında yaşananlarla, perde önünde halka aksettirilmeye çalışanların çok farklı olduğunun altını çizdi…

 

 

 

İşte CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç ile yaptığımız o çok özel röportajın ayrıntıları…


MAĞRUDİYET ARAYIŞI İÇERİSİNDELER

-Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat soruşturması kapsamında İstanbul’dan Ankara’ya getirildi.  AKP bu süreci, tutuklamaları, başından beri Türkiye’nin normalleşmesi olarak değerlendiriyor. Sizce de normalleşiyor muyuz? Bu ileri demokrasi mi?

-Bu süreci sadece İsmail Hakkı Karadayı’nın özelinde değil, genel anlamda süreci değerlendirebiliriz. Bir sürek avı başlatılıyor. 10 yıldır iktidarda olan bir yapı. Sürekli bir mağduriyet arayışı içerisinde. Adaletin bir takım telkinlerle oluşturulduğu bir süreçte, intikam noktasına taşıyarak ileri demokrasi ile tarif ettikleri süreci bu şekilde işletiyorlar. Hep aynı süreci gördük daha önceki dalgalarda da.

 


 

Önce bir kamuoyunda tartışma, tartıştırtma süreci başlıyor. Sonrasında yandaş medyaya yapılan servislerle daha sonra atılacak adımın alt yapısı hazırlanıyor ve bu şekildeki bir sabah operasyonu ile hedefe konulan kişiler, önce gözaltına alınıyor, ondan sonra sağlık kontrolünden geçiriliyor, ilgili savcının önüne çıkartılıyor. Sonrasında da tutuklama kararı çıkartılıyor. Yürüyen dava ile ilgili iddianameler ortaya konduğunda, çok çeşitli hukuk ihlallerinin yapıldığını, adil yargılanma hakkının tamamen ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Masumiyet karinesi dediğimiz hukukun en temel kurallarının içinin boşaltılarak bir takım saçma sapan gizli tanık müesseseleri ile iddianame güçlendiriliyor.  Düzmece ve hayalet kanıtlarla iddianameler zenginleştiriliyor. Kişilerin farkında olmadığı ve bilmediği eylemlerden sorumlu tutularak yargılandığı bir süreci izliyoruz. İsmail Hakkı Karadayı olayının da daha öncekilerle benzerlik göstereceği çok açık. 

 

 

 

AKP’YLE DERİN DEVLET ALGISI DEĞİŞTİ


-Sayın Koç, Başbakan Erdoğan’ın ‘Derin Devlet tam anlamıyla çökertilememiştir.” Sözlerine karşın sizin ‘AKP kendi derin devletini oluşturdu’ şeklinde cevabınız oldu. Bu konuyu biraz açabilir miyiz?

-Derin Devlet olarak adlandırdığımız yapı nedir? AKP iktidara geldikten ve kendi kurumlarını oluşturmadan önce, derin devlet olarak siyaset literatüründe konuşulan yapı şuydu:
1945-1950 sonrasında NATO ülkelerinde komünizm tehlikesine karşı devlet içerisinde oluşturulmuş ama genellikle illegal, kanun dışı yollarla eylemler yapan, faili meçhuller yaratan bir yapı olarak algılanıyordu. Ama AKP ile birlikte derin devlet algısı da değişmeye başladı.  Başbakan neden derin devletten şikâyet ediyor. Çökertilmedik bir yer kalmadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli artık tartışılır hale geldi. Başbakan’ın derin devletten şikâyet etmeye hiç hakkı yok. Çünkü kendi derin devletini kurdu. 10 yıl boyunca Başbakan ve partisi her yerde kendi kadrosunu kurdu. Kendi örgütlenmesini yaptı. Bugün hala bir derin devletten bahsedecek olur isek, bu olsa olsa AKP derin devletidir. 


KISKAÇ ALTINDA BİR BAŞBAKAN

Başbakan kendisinin de dinlendiğini ifade etti. Demek ki kendi kurduğu derin devlet kendisini de kontrol altında tutarak, beklide iktidara gelme şartlarını sağlayan süreçlere ve oradaki taleplere, talimatlara uygun davranıyor mu, davranmıyor mu? Diye kendisini de kontrol eden bir yapıya dönüştü. Kim dinler Başbakanı? Bu başlı başına vahim bir konudur. Daha önceki süreçte Başbakan kimlerden talimat aldıysa onlar dinlemiştir. Bundan şu çıkıyor. Şantaj altında olan, yapacağı eylemlerden birilerinin bilgi sahibi olduğu ve kıskaç altına alınmış bir Başbakan demektir. Bu Türkiye Cumhuriyeti için vahim bir tablodur.


BAŞBAKAN MAĞDUR DEĞİL, ZALİM, MAĞRUR…


-Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde böcek olayının Başbakana yakın çevreler tarafından bilhassa öne sürüldüğü yönünde kamuoyunda yorumlar yapıldı? Bu düşünceye katılıyor musunuz?

-Bu bitmeyen bir senfonidir. Bitmeyen bir şarkı oldu. Sürekli mağduru oynayan bir Başbakan. Hâlbuki karşımızda mağdur değil tam tersine zalimlik noktasına giden mağrur olmuş bir Başbakan ve ona bağlı olan iktidar kadroları var. 

Bu mağduriyet hikâyesinin sonlandırılması gerekiyor. CHP ve MHP’de kaset olayı yaşanırken partilerin kurumsal yapısı mağdur değil miydi? Bugün yürüyen davalarda bir takım sahte kanıtlar düzenlenmiş davalarda muhatap edilenler mağdur olmadılar mı? Sayın Başbakan bu mağduriyet edebiyatını bitirsin. Bu sürecin bir ürünüdür. Kendi yarattığı mağduriyet şarkısı sayın Başbakan’a pek yakışmıyor.


PERDE ÖNÜNDE ÇAKMA MİLLİYETÇİLİK

Türkiye’de gündeme Başbakan tarafından taşınan bütün olayların tümü önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ben nasıl kazanırım beklentisinden kaynaklıyor. Hesap kitap ona göre yapılmış. Perde önünde çakma milliyetçilik, perde arkasında her türlü ilişkinin en üst düzeylerde kurulduğu bir çerçeve. Türkiye toplumunda sahnenin önünde bulunanların genel söylemlerine uygun siyasi davranışlar, ama perde arkasına bakıyorsunuz, ‘Ben de dağa çıkardım’ diyen bir Başbakan Yardımcısı. Yani perde arkasında tam bir teslimiyet var.

Türkiye’de 4. güç olarak tarif edilen medya gücü de maalesef halkı tarafsız olarak bilgilendirme görevini şu anda yapmıyor. Topluma sanal bir fotoğraf veriliyor. Asıl fotoğraf o değil. Arkada tam tersine hem İsrail’le, hem PKK ile her türlü mutabakat arayışına giren Bir Başbakan var. Türk toplumu bu gerçekle artık yüzleşmek zorunda. Ya bu sanal siyaset oyununu seyretmeye devam edecek,  ya da ‘Ben bir yerde kandırılıyorum’ deyip, bunun demokratik tepkisini sandıkta verecek.  

 

 

HÜSEYİN ÇELİK, İFLAH OLMAZ KİMLİK


-ODTÜ’de yaşanan olayların ardından pek çok üniversite ODTÜ’lü gençlere destek vermek için hem kendi okullarında hem de ODTÜ’ye giderek protesto gösterileri düzenlediler ve Başbakan hem ODTÜ yönetimini hem de öğrencileri ağır bir dille suçladı. ODTÜ’deki olayları 29 Ekim’de Ulus’da yapılan mitingle de birleştirelim. O mitinge katılanlar da marjinal gruplar olarak değerlendirildi. Hatta iflah olmaz ulusalcılar denildi. Bu konuda görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.

-İflah olmaz ulusalcılar sözünü AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik söyledi. Ortada iflah olmaz bir kimlik, grup varsa o da Hüseyin Çelik ve o çizgide olanlardır. Demokrasilerde en temel hak ve özgürlüklerden bir tanesi de gösteri ve toplantı yapma, protesto etme hakkıdır. Bu protesto gösterileri bazen incitici ve sizi şoke edici de olabilir. Şiddete ve teröre başvurmadığı sürece bunların hepsine katlanmak zorundasınız. 


3 BİN POLİSLE ÜNİVERSİTEYE GİRDİ

Başbakan bir açılış yapmak için 3.000 bin polisle ODTÜ’ye gidiyor. Kendi Başkentinde Türkiye’nin yüz akı olan, bir üniversiteye gidiyorsun. Orada bir grup öğrenci arkadaşımız pankart açıyor ve arkasında duruyor. ‘Bilimsel hırsızlığa hayır’, ‘Paralı eğitime hayır’. Böyle bir taleple duruyorlar. Siz sanki bir düşman gücüne saldırıyormuş gibi orada polis devlet şiddeti kullanıyor. ODTÜ’deki öğrenciler hain, terörist ilan ediliyor. ODTÜ’nün rektörleri bu devlet şiddeti karşısında öğrencilerini korudular. Ortalık ondan sonra kızıştı.


REKTÖR MÜSVEDDESİ

YÖK’ün bugünkü uygulamaları içerisinde göreve getirinle bir takım üniversite rektörleri yine kendilerine verilen talimatla Başbakan’ın açıklamalarını destekler açıklamalar yaptılar. Ben bunlara ‘rektör müsveddesi’ dedim. Kendilerini göreve getiren mekanizmanın esiri olmuşlar. Bu sayın rektör müsveddeleri Türkiye Suriye’de bataklığın ortasına çekilirken, Türkiye PKK terörüne karşı evlatlarını her gün kaybederken, Türkiye’de 4+4+4 olarak bilinen çağdaş, bilimsel eğitimi ortadan kaldıran süreçler TBMM’nde kanun olarak Türkiye’ye sokuşturulurken, son derece ciddi anayasa referandumları yapılıp, yargı yürütmenin emrine terk edilirken hiçbir açıklama yapma ihtiyacı duymamışlardır. Siz o zaman rektör değil miydiniz? Şimdi bunların hepsini ileri demokrasi olarak nitelendiriyorlar. 


İLERİ DEĞİL, İLKEL DEMOKRASİ

Türkiye’deki demokrasi ileri değil, ilkel bir demokrasidir. Zaten Başbakan bugünkü uygulamalardan bile rahatsız olduğunu ifade etti. Artık o denetlenmek, sorgulanmak istemiyor. O sadece aklına geleni yargı denetimi olmadan sınırsız, sorumsuz uygulamak istiyor. Yani bir çeşit Padişahlık ve diktatörlük istiyor. O yüzden Türkiye çok ciddi bir şekilde ‘Nereye gidiyoruz’ diye düşünmek zorunda.


BAŞBAKAN HAYAL ALEMİNDE


-Sayın Koç, işsizlikle ilgili sizin yaptırdığınız bir istatistik çalışması var. Başbakan’ın ‘3 Çocuk’ tavsiyesini bu araştırmanızla eleştiriyorsunuz. Başbakan katıldığı bir zirvede yine ‘En az 3 çocuk’ dedi. Bu konuyu açabilir miyiz… Bize yaptırdığınız çalışmadan bahseder misiniz?

-Sayın Başbakan’ın söylemekten bıkmadığı bir şarkı daha var; ‘En az çocuk’. Sayın Başbakan hayal âleminde. Ülkenin genç nüfusunun olması, bunu belli bir oranda sabit tutarak çalışma kapasitesini ve dinamizmini korumasını sağlamak ayrı bir hedeftir. Ama Sayın Başbakan’ın bunu inanç temelinde söyleyerek, farklı yerlere çekmesi başka bir boyuttur.

Türkiye’de genel işsizlik %9 oranında.. Eğitimli işsizlik %20’lere yaklaştı. Bir evin kurulabilmesi için yaklaşık 45-47 parça ev eşyası gerekiyor bunun maliyeti 37 bin civarında. Bunları yaptık sıra geldi Başbakan’ın siparişine: 3 çocuk. 


HERKESİ KENDİ ÇOCUKLARI GİBİ ZANNEDİYOR

Başbakan herkesi kendi çocukları gibi zannediyor. Okuldan mezun olur olmaz 21 gün el bebek gül bebek askerlik yapacaklar, sonrada gelecek hiç tecrübesi yokken bir şirkette genel müdür olacak. Milyonca dolarlık gemiler alınacak. Başbakan geldiği noktayı çok çabuk unuttu. Neydi ne oldu? Dünyanın en zengin insanları arasında sıralanıyor. Neyle oldu? Bu zenginlik nerden?…

Okula giden bir çocuğun asgari masrafı 490 TL. 3 çocuk olduğunda 1500 TL. Bu masrafı kim sağlayabilir. Başbakanın bu soruna cevap vermesi gerekir. Herkes çocuk yapmasını da büyütmesini de bilir. Yeter ki sen onlara çalışabilecekleri, üretebilecekleri iş alanı sağla. Türk toplumu ay sonunu nasıl getireceğini hesap ederken, bu söylemler toplumla alay etmektir.


ADAYIMIZI ANKETLER BELİRLEYECEK


-CHP’nin yerel seçimlerde Ankara ve İstanbul adayları kim olacak? CHP yerel seçimlere nasıl hazırlanıyor? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

-Bütün olumsuz koşullara rağmen, CHP elinden geldiğince üzerine düşen siyasi sorumluluğu taşıma gayretinde. Bunu da halkla beraber taşıyacak. CHP Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Mersin gibi büyük nüfuslu illerde kazanma amaçlı adaylar gösterecek. Onun için CHP halkın üzerinde en az tartışacağı, arkasında sıkıntılı süreçler bulunmayan, her kesimden oy alabilecek, bu ülkenin vicdanına seslenebilecek adayları bulup çıkartacaktır. CHP iktidarın vahşi gücüne karşı elinden gelen siyasi mücadeleyi sandıkta halkımızın vereceği destekle sürdürecektir. Büyük yerlerde ortaya çıkacak adaylar arasında anket çalışması yapılacak. Şu anda bir performans değerlendirme anketi yapıyoruz. Aday isimler belli olduğunda yine kamuoyuna dönük bağımsız araştırmalar yapılacak. En yüksek oyu alıp kazanma şansı olan aday kimse onunla AKP karanlığını dağıtmak istiyoruz.

ŞEFFAFÇA TARTIŞALIM


-Ana muhalefet partisi olarak TBMM’ye birçok soru önergesi veriyorsunuz. Bu soru önergelerinize cevap veriliyor mu? Oslo görüşmeleri ile ilgili de Başbakan’a soru yönelttiniz. Bunların cevabını alabildiniz mi?

-Maalesef bu soruların çoğuna doyurucu yanıtlar verilmiyor. TBMM’nin denetim mekanizması sınırlanmış oluyor. Oslo görüşmeleri ile ilgili olarak da daha öncede söylediğimiz gibi terör örgütü koşulsuz silah bırakacak ise her türlü görüşmeye biz yapıcı olarak ‘evet’ diyoruz. Ama siz perde arkasında Oslo’da ki gibi devletin karşısına eli silahlı terör mensuplarını muhatap olarak oturtur, her aşamayı onlarla nasıl olur diyerek pazarlık ederseniz bu bir ihanet suçu olur. Bu örgüt koşulsuz silah bırakacaksa her türlü görüşme yapılabilir. Ama bu görüşmeleri gizli kapaklı yapmayın. Görüştüğünüzü ifade ediyorsunuz. Senin görevlendirmen olmadan bu işi taşımaz. Biz eşit hukuku paylaşan, eşit Cumhuriyet yurttaşları olmak istiyoruz. Gelin TBMM’nde bu sorunu gizli kapaklı değil, milletin önünde ve hakemliğinde şeffafça tartışalım.