İYİ BİR İKİNCİ ADAM!

İYİ BİR İKİNCİ ADAM!
7 Şubat 2012 12:34

Yurt dışına kaçtığı günden bu yana, gözüm Fetullah Gülen’in üzerindedir. Ona dokunanın yandığını çok iyi biliyorum.

    Yurt dışına kaçtığı günden bu yana, gözüm Fetullah Gülen’in üzerindedir. Ona dokunanın yandığını çok iyi biliyorum.  Kendisine ait sitede yayımladığı yazıların çoğunu okumuşluğum vardır. “Kırık testi” programını da arada bir izlediğim olmuştur. Düşüncelerini beğenmem, çoğu bize göre değildir. Siyasi analizlerinin tümüne karşıyım diyebilirim. Özellikle de bu son yıllarda ABD ile yaptığı işbirliği sonunda Müslüman kesimlere yaptığı telkinleri kabul edilemez bulurum.  Bu konudaki en güzel örnek; Mavi Marmara gemisi baskınından sonra; “Otoriteye baş kaldırmanın faydasız bir eylem olduğu” şeklinde yaptığı tavsiyedir. Çok basılan gazetelerdeki adamlarının düzeltme çabalarına rağmen,(1) çoğunluk gibi ben de bu sözlerden ABD veya İsrail’e baş kaldırmanın faydasız olacağı sonucunu çıkarttım. Hoca efendi, ABD ve İsrail’i dünyanın “otoritesi” olarak Müslüman halklara benimsetmeye çalışıyor. ABD karşıtlığının hızla arttığı bir dönemde yaptığı iş küçümsenemez. Ayrıca kolay da değil! Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür…  CHP’nin ABD’ye gönderdiği heyetin aksine, ben Amerikan karşıtı olduğum için Fetullah Gülen’i hiç sevmem. Antiemperyalist karakterli CHP tabanındaki genel görüşün de böyle olduğuna inanıyorum…



                Dünyanın en büyük sivil toplum örgütü olduğu kabul edilen “Fetullah Gülen Hareketi” Türkiye’de 10 yıldır iktidardadır. Koalisyon ortağı olan eski “Milli Görüş”çüleri dahi, tasfiye edebilecek kadar devlet içinde güç kazandıkları söylenir… Özellikle de yargı içinde geri döndürülmesi çok zor bir kadrolaşma yaptılar… Kılıçdaroğlu’nun bu yöndeki soruya, “Yargı içinde şöyle böyle kadrolaşma vardır demeyi doğru bulmuyorum” demesi bu gerçeği değiştirmez. Tam aksine bu sözler, CHP tabanında  “Fetullah Gülen Hareketi”ni,  şirin göstermesi çabası olarak algılanmıştır!..  Acaba Kılıçdaroğlu “Fetullah Gülen Hareketi”nden korktuğu için mi bu kadar temkinli konuşuyor? Ne de olsa Gülen ABD’yi temsil ediyor! Hoca’ya yakınlığı ile bilinen Zaman gazetesinde, “Aksi takdirde, ‘Bir başbakan vardı’ deyip üzüleceğiz” (2) diyebilecek kadar da ileri gitmişler. Kendine güvenen başbakanı bile iktidardan düşürmekle tehdit eden bu örgütten, korkmamak akıl karı mı? Korkmak insana özgü bir duygu, bunu anlamak mümkün!.. Yoksa, Fetullah Gülen Hoca’ya şirin gözükme gibi bir derdimiz olabilir mi?..



                Kimden söz ettiğimi birazdan göreceksiniz!



                Fetullah Hoca, kibar ve mütevazı bir adamdır! Kendini övdüğüne hiç tanık olmadım bugüne kadar. Bütün siyasi partiler içerisinde pek çok hayranı var. Çoğu da yönetim kademelerinde. CHP içindeki adamları, ondan söz ederken nedendir bilinmez sınır tanımıyorlar. Kendi liderleri için esirgedikleri iltifat sözcüklerini, Hoca için cömertçe kullanıyorlar… Bu konuda adeta birbirleriyle yarış halindeler. Genel Başkan Yardımcıları Gürsel Tekin ile Erdoğan Toprak’ın, Hoca’nın gazetesi Zaman için neler söylediklerinden söz etmiyorum. Onları geçen hafta okumuştunuz… (3)



                Şimdi nöbeti Aydın Ayaydın devralmış! Allah’tan onun kalemi iyi. Ayrıca akademisyen de…



                CHP milletvekili Prof. Dr. Aydın Ayaydın, resmi internet sitesinde kendini şöyle tanımlıyor:



                “1951 yılı Mardin doğumlu. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden mezun oldu. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri bölümünden 1993 yılında Profesör unvanını aldı. 21.Dönem İstanbul Milletvekili olan Prof. Dr. Aydın Ayaydın, TBMM Medya Sorunlarını Araştırma Komisyonu Başkanı ve Plan Bütçe Komisyonu üyeliği yaptı. Sarı basın kartı sahibi olan Ayaydın; Takvim, Sabah ve Vatan Gazetesi’nde ekonomi ve siyaset alanında köşe yazıları yazmış olup, bugüne kadar 12 bilimsel kitabı ve yüzlerce makalesi yayınlanmıştır. Beşiktaş Asbaşkanı ve Basın Sözcülüğü de yapmıştır” (4)



 
                “Vikipedi özgür ansiklopedisi”nde hakkında şöyle deniyor: “Kürt kökenli, Türk siyasetçi.  Eylül 1992’de dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından YÖK üyeliğine atanmış ve 1995 yılının Kasım ayında DYP’den milletvekili adayı olabilmek için istifa etmiş ancak milletvekili seçilememiştir. 1999-2002 yılları arasında ANAP İstanbul milletvekilliği yapmıştır. 2011 seçimleri için CHP’den İstanbul milletvekili adayı olmuş ve seçilmiştir. (5)



 
                Milletvekilliği onun alınyazısı sanki! Kim ne diyebilir ki?



 
                Hoca Efendi, ABD’nin Chicago kentinde, 11 Amerikan üniversitesinden ve dünyanın birçok ülkesinden gelen 21 bilim adamının konuşmacı olarak yer aldığı ve üç gün devam eden konferansın gündemiydi. Hareketin içinde “yer almayan” bir “tarafsız” gözlemci gibi izleyip, gözlemlerini okurlarına aktardığını söyleyen Ayaydın’ın, o meşhur yazısına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.(6)



 
                Mutlaka o yazıyı okuyun!..



 
                Konferansı düzenleyen Cemaate yakın Niagara Vakfı, bu çerçevede birçok yabancı akademisyeni Türkiye’nin değişik bölgelerine götürüp hareketi tanıtma görevi üstlenmiştir. Ayrıca aynı amaçla konferanslar ve “gönüllüler hareketi”yle faaliyetler de düzenliyormuş. Chicago yerel meclisinde ilk kez çıkartılan bir yasayla, Niagara Vakfı’nın kurumsal kimliği kabul edilmiş ve böylece muhatap alınan bir vakıf hüviyetini kazanmıştır.



 
                Kısaca vakıf, Amerikan devletiyle içli dışlıdır. Bunları da “CHP’li” Ayaydın’ın yazısından öğreniyoruz.



O yazıyı okuyanlara bir sorum olacak: “Okyanus Ötesi” de denilen “Fetullah Gülen Hareketi”ni tanıtma görevini Niagara Vakfı’dan daha etkili kim yapabilir? İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olacağını söyleyerek, Zaman gazetesi hakkındaki sözlerinin tartışılmasını gündemden düşürmek isteyen Gürsel Tekin demeyin sakın. Yanlış cevap verirsiniz.  Erdoğan Toprak’ın söylediği sözler de birinciliği alamaz. “11 Amerikan üniversitesinden ve dünyanın birçok ülkesinden gelen 21 bilim adamının konuşmalarını özetleyen Ayaydın’a haksızlık etmeyelim değil mi? Cemaat’i tanıtma işinde, Fetullah Hoca bile onun kadar inandırıcı olamaz! Hareketin Nurettin Veren’den boşalan “ikinci adam” kadrosuna, Ayaydın yakışır. Bence atanmasının zamanı geldi. Sizi bilmem ama benim adayım Aydın  Ağan Ayaydın’dır!..



 
                Buraya kadar sorun yok tabi. Peki, biri söyleyebilir mi, hareketin bu mükemmel tanıtıcısı, neden AKP’den değil de CHP’den milletvekilidir? Bu sorunun yanıtını CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu verirse, çok daha ikna edici olacak! Biliyorsunuz genel başkanın önüne geçip, ondan önce cevap vermek parti disiplinine yakışmaz. Bekir Coşkun’a, kurultaylardan sonra çizmelerini giyerek, daha etkili muhalefet yapma sözünü veren Kılıçdaroğlu,  kurultaydan önce parti içine taşıdığı “Okyanus Ötesi” hayranı milletvekilleri ile ilgili bir açıklama yapsa ne iyi olur. Kim bilir, belki de bu konudaki açıklamayı kurultayda yapacak!.. 



                Bu noktada bir sorun daha var. Ona da kısaca değinmek lazım. Ancak  %26 oy alan CHP’yi iktidara taşıyabilmek için hiç kuşku yok ki, CHP’ye oy vermeyen kesimden %20 civarında oy almak lazım. Bu kesim sağ görüşlü olacağı tartışmasız. Bu işi başarmak için sağdan adam transferinde bir yanlışlık yok. Bu duruma aritmetik bilen ve iktidar isteyen kimse karşı çıkamaz. Sorun; sağdan transfer edilen bu kişilerin peşlerinden kitleleri sürükleyip CHP’ye getirecek yeteneğe sahip olmamalarında. Ayrıca bu yönde bir çaba da sarf etmiş değiller. Yaptıkları tek şey, CHP’yi dönüştürüp, AKP’ye benzetmek. İnadına bildiğini okuyorlar. Anlaşılan bu beyler, CHP’li olmayı içlerine sindirememişler…



 
                Bakalım genel başkan kurultayda, bu konuda ne diyecek. Herkes yaptıkları için bir gün hesap vermeli. Hukukun üstünlüğüne saygı ve parti içi demokrasi bunu gerektirir. Bizim hesap verme yerimiz kurultay ve seçmenimizdir. CHP’de hiç kimse dokunulmaz ve imtiyazlı olamaz!.. Yeni tüzüğün bu etkili denetim yolunu kapatmaması dileğimizdir!..



 



ŞİKAYET Mİ “SUÇÜSTÜ” MÜ?


 



                Başbakan Erdoğan, AKP il başkanlarını Ankara’ya çağırdı fakat yine bizi fırçaladı.  70 yıl öncesine ait belgeleri kürsüden sallayarak, CHP’yi eleştirdi, İsmet Paşa’ya veryansın etti: “Bu ülkede basın özgürlüğü konusunda en son konuşacak kişi CHP’dir” (1) diyerek, kendi yaptıklarını, gündemin arka sıralarına atmaya çalıştı. Anlaşılan, Başbakan eleştirileceği her konu için 70 yıl öncesinden örnekler getirecek. Bugünlere gelmeye hiç mi hiç niyeti yok…  Geçmişle yüzleşmek söz konusu olunca, bizimkiler balıklama üzerine atlıyor. Atatürk’ü itibarsızlaştırmak yarışında, sanki onlara birileri bir görev (!) vermiş! Başbakan’ın hitabet yeteneği çok iyi biliyoruz. O halde onun seçtiği minderde ne diye güreşe tutuşuyorsunuz? Memlekette gündeme taşınacak mesele mi yok! CHP’nin nasıl muhalefet yapacağını Erdoğan belirliyor demek hiç de yanlış değil…



                Türkiye’de gazeteciler tutuklanıyormuş, basılmamış kitaplar toplanıyormuş çoğunluğun umurunda bile değil. AKP ve ortaklarına karşı savunma mevzisi, yargı bağımsızlığı yitirilirken kazılacaktı. CHP’nin direnişi burada olacaktı. Ne yazık ki, bu fırsat kullanılamadı. Çünkü CHP’li olmayan atanmış milletvekilleri ile inanç temelinde yürüyecek bu mücadele verilemez. Bu fırsat kaçtıktan sonra yapılanlar, habercilikten pek farklı değil. Örneğin; tutuklu CHP milletvekilleri ile komutanlar için, “Biz yargılanmasınlar demiyoruz, yargılansınlar tabi…” denebilir mi?  Bu sözler “Silivri Hukuku”nu meşrulaştırır. Liderliği boş verin, çağdaş bir insan, düşmanı dahi olsa,  adil yargılanmasını ister. Adaletli olmadığı bilinen bu mahkemelerde, Büyükanıt’ın yargılanmasını istemek de bunun gibi bir şeydir. Bunu isteyen genel başkan da olsa, CHP’ye yakışmaz! Yargılanacak olanlar, günü geldiğinde, elbette bağımsız, tarafsız ve adil mahkemelerde zaten yargılanacaklar… 



                Kılıçdaroğlu, Erdoğan için gerçekten kolay bir rakip. Bunu sırası geldiğinde söylüyor da. O nedenle de Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktan ayrılması işine gelmez. Bir an için Onur Öymen gibi deneyimli ve birikimli  birini CHP’nin başında düşünün. Erdoğan’a kök söktürürdü kök!.. Genel Başkan, geçen hafta CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın sorularını yanıtlarken, Erdoğan’ın kendisini “Türkiye’yi yabancılara şikâyet etmek”le suçlamasına  verdiği yanıt, CHP adına verilmiş olamaz: “Eğer siz bir toplantıya gitmişseniz, orada ekonomi konuşuluyorsa siz ne diyeceksiniz? Oturup sadece övecek misiniz?” (2) şeklindeki bu yanıt, içeriksiz ve son derece yavan kalmıştır. Ne yalan söyleyeyim, gözlerim o noktada Onur Öymen’i aramıştır. Ulusal duruş çok önemlidir, yürek ister. Kem küm etmekle bu işler geçiştirilemez. Ne yazık ki, CHP kusurlu olmadığı halde, o konuşmada kusurlu imiş gibi gösterilmiştir!.. 



                Bu nedenlerle  “şikayet” konusunu hafife alamayız. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre, “şikayet” : Yakınma, sızlanma anlamına geliyor.  Şikâyet makamı ise, şikâyet edenin üstünlüğünü kabul ettiği bir merci. Amir konumunda sayılıyor adeta… Memurun müdürüne şikâyet edilmesinde olduğu gibi. Halka şikayette de durum böyledir aslında. Ne de olsa çağdaş demokratik rejimlerde halk, yetkili en son merci kabul edilir. Erdoğan’a göre, yabancılar amir konumunda olduğu için, Kılıçdaroğlu’nun eleştirilerini, şikayet olarak algılaması gayet normaldir.  Gerçekte yapılanlar, eleştiriden ziyade, biraz sitem biraz da yüzleşme sayılmalıdır. Çünkü Erdoğan hükümetlerinin arkasındaki en önemli desteği “yabancılar” olarak isimlendirdiği emperyalist devletler (ABD ve AB) vermektedir. Dolayısıyla bütün komploların ve hukuka aykırılıkların arkasında onlar da vardır. Hal böyle olunca, Erdoğan hükümetinin icraatlarını uluslararası zeminlere taşımak ve eleştirmek, biraz da onları kendi kamuoyları önünde  “suçüstü etmek” etkisi yapacaktır. Kamuoyu baskısı üzerlerine yöneltildiğinde, AKP hükümetinin hukuk dışı icraatlarına doğrudan destek vermeleri de zorlaşabilir. Bu anlamda, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları son derece haklı ve yerindedir. En doğru yaptığı işi “…orada ekonomi konuşuluyorsa siz ne diyeceksiniz” şeklindeki hatalı bir gerekçeye bağlamasını ise, sürekli savunma konumunda bulunmasına vermek gerekir…



                Kaldı ki,  AKP hükümetlerinin “sır” diye bir dertleri olamaz artık. Emniyet bile, soruşturmaya başlamadan önce, ABD Elçiliğine brifing verip, yardım istemesi tam bir skandaldır. Salt bu nedenle bile hükümetin istifa etmesi gerekir. Gel gör ki, hükümet hiçbir şey olmamış gibi pişkinliğe verebilmektedir. Bu konuda en son sözü söyleyecek olan AKP’dir. Ayrıca bu acıklı durum, bağımsız olarak kurulan devletimizin, ne duruma düşürüldüğünün de kanıtıdır. Dolayısıyla Başbakan’ın  “yabancı” dediği devletler, gerçekte yatak odalarımıza kadar girmişler ve her türlü mahrem bilgimize sahiptirler.  Zaten, onlardan gizlimiz saklımız da kalmamıştır!.. Eski Genelkurmay Başkanının, kızının yatak odası aktivitelerine ait görüntüleri dahi ellerindedir… O bakımdan, yabancılara göre Türkiye’ye özgü “sır” niteliğinde bilgi kalmamıştır! Dolayısıyla “Türkiye’yi yabancılara şikayet etmek” boş bir laftan öte, anlam taşımaz. Fakat bu sözcüklerle CHP’yi iç kamuoyu önünde köşeye sıkıştırmak ise,  mümkündür ve Erdoğan’ın da sürekli yaptığı budur…



                CHP bu basit tuzaklara her seferinde düşmek zorunda mıdır?..



                Erdoğan’a, birkaç cümle ile verilecek yanıt: “Siz, ‘yabancı’ dediğiniz ABD ve AB karşısında, kendinizi taşeron veya memur gibi hissettiğiniz için, CHP’nin eleştirilerini, üst makama yapılmış “şikâyet” olarak algılamanız normaldir. Oysa biz, Türkiye Cumhuriyeti devletinden daha üstün ve “amir” konumunda hiçbir devleti görmediğimizden, eleştirilerimizi “şikâyet” olarak yapmıyoruz. Tam aksine, o “yabancılar” suç ortaklarınız olduğundan, onları kendi kamuoyları önünde suçüstü etmek suretiyle, utandırmaya çalışıyoruz. Kendileri ile dünya kamuoyu önünde yüzleşmemiz bu nedenledir ve bu yüzleşmeler devam edecek bundan böyle. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ulu önderin partisine yakışan budur” şeklinde olabilirdi.



     


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..