'İsrail jetleri Müslümanları bombalıyor'

'İsrail jetleri Müslümanları bombalıyor'
7 Mayıs 2013 19:01

Genel Başkan Kılıçdaroğlu TBMM’de, “Başbakan Kızılcahamam’da ‘Allah’ın yardımıyla Esad gidecek’ diyor. İsrail jetleri Suriye’yi bombalıyor. Allah’ın yardımı dediği, İsrail jetleri, oradaki Müslümanları bombalıyor. Sende hiç vicdan, ahlak yok mu?” dedi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında
gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. İşte Kılıçdaroğlu’nun
konuşmasının tam metni:

“Değerli arkadaşlarım, dün 6 Mayıstı. 3
fidanımızı darağacına gönderdiğimiz saatti. Onlar, sadece “bağımsız
Türkiye”
dediler, Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele ettiler. Bütün
halkı kucakladılar. “Halkın çıkarlarını sonuna kadar savunacağız”
dediler. Ülkemize yabancıların gölgesi dahi düşmesin diye mücadele
ettiler. Ve o dönemin yetkilileri, onları en ağır şekilde cezalandırdı.
İdam sehpasına giderken onurluydular. İdam sehpasına giderken
kararlıydılar. İdam sehpasına giderken “bağımsız Türkiye” diye
haykırdılar. Haksızlık, devletin yaptığı haksızlık kolay kolay
giderilemez çünkü devlet dediğiniz kurum adalet dağıtır. Adalet
dağıtması gereken kurum adaletsizlik yaratırsa toplumun vicdanında derin
yaralar açar. O nedenle 3 gencecik fidanımızı darağacına göndermek,
demokrasimize indirilmiş ciddi bir darbedir ve toplumun vicdanında akan
kanı durdurmamıştır. O nedenle siyasal idamlara her zaman karşı çıktık.
Aynı şekilde Adnan Menderes ve arkadaşlarının da idamı bu toplumun
vicdanını kanatmıştır. Hiçbir kişi, siyasal düşüncesi dolayısıyla idam
edilmemeli. Düşünce özgürlüğünü savunuyoruz biz. İnsanı savunuyoruz biz.
İnsanı savunuyorsanız onun düşüncelerini de göreceksiniz, duyacaksınız
ve saygı göstereceksiniz. Düşüncelerinden ötürü insanların idam edilmesi
Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasisinde karanlık noktalar olarak yerini
almıştır. O nedenle 3 fidanımıza Allah’tan rahmet diliyorum, onların
hiçbir zaman unutmayacaktır bu toplum.

Galatasaray’ımız şampiyon
oldu. Onları yürekten kutluyorum, taraftarlarını da kutluyorum.
Şampiyonluğu kutlamak için güle oynaya Taksim’e çıktılar, hiçbir şey
olmadı. Taksim’de sevinçlerini kutladılar, başarılarını kutladılar,
herkesi kucakladılar ve AKP’nin valisi yeniden konuştu. “Efendim, oraya
az sayıda Galatasaraylı gitmiş ve kısa süre kalmışlar. Çok olsaydı,
kalabalık olsaydı, uzun süre kalsalardı belki onlar da çukura düşerdi.”

Sayın Vali kusura bakma ama o çukurdaki sensin. Devletin valisi olmak
ayrı, iktidarın valisi olmak ayrıdır. Devletin valisi yasaları uygular.
İktidarın valisi yasaları iter, onun gözünde bir tek şey vardır,
koltuğuma nasıl yapışabilirim ve Başbakan bana ne söyler. Talimatı
oradan alır. Onun için hukuk yoktur. Onun için konuştukça battı,
battıkça da konuştu. 17 yaşındaki bir kız çocuğuna 1 Mayıs’ta
yaptıklarınızdan ötürü acaba utanıyor musunuz? Taksim, 1 Mayıs için çok
önemli. Orada insanlar özgürlük için bedel ödediler. Taksim’de daha önce
de yani bir yıl önce de 1 Mayıs kutladı, kimsenin burnu kanamadı. Barış
havası içinde geçti Taksim, bayram da öyle. Şimdi siz, bir sıkıyönetim
ilan ettiniz. Köprülerin kanatları açıldı, vapur seferleri durduruldu,
metro durduruldu, ne oluyor Allah aşkına, ne oluyor? Resmî bir bayram
kutlanıyor değerli arkadaşlarım, resmî bir bayram. Parlamentodan yasa
çıkmış, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı olarak kutlanacak, kime ne
zararı var? Orantısız güç kullanıyorlarmış! Nasıl orantısız güç
kullanıyorsunuz ki insanlar yoğun bakımda hayat mücadelesi veriyorlar.
Çünkü talimat gelmiş diktatörden. “Bayramı orada kutlamayacaksınız.
Herkes de devletin bütün kanatları aşağıya kadar “Evet, bayram orada
kutlanmayacak” diye aynı emre itaat ediyorlar. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesini hükümet yetkilerinin okumasını isterim. Daha önce de
yasaklanmıştı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şu kararı veriyor:
“Toplantı yerini belirlemek de toplantı ve gösteri hakkının bir
parçasıdır.”
diyor. Ben gösteri yapacaksam yerini de ben belirlerim
diyor. Bu, benim hakkımdır diyor. Ve yine, o kararda şunu söylüyor:
“Devlet, bu hakkın kullanılmasını engelleyemez.”
ama siz
engelliyorsunuz. Yeniden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidilecek,
yeniden Türkiye’ye bir ceza kesilecek. Hukuk devleti açısından Türkiye
yeniden sınıfta kalacak. Barış varken, kavga neden? Huzur varken, kavga
neden? İnsanların birbirini kucaklamaları varken, biber gazı neden, cop
neden? Ama şunu açık yüreklilikle söyleyeyim: Biz, toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinde kim olursa olsun, şiddeti asla kabul etmeyiz, şiddete her
zaman her ortamda karşı çıkarız. Devletin koruma görevlileri vatandaşın
özgürce eylem yapmasının güvencesidir, hukukta kural budur. Ben eylem
yapacağım, yani yürüyüş yapacağım yani düşüncemi açıklayacağım, devlet,
benim düşüncemi açıklamam açısından beni korumak zorundadır. Sosyal
devletin görevi budur. Hukuk devletinin görevi de budur. Hukukun
üstünlüğü kavramının özünde de zaten bu yatıyor.

Değerli
arkadaşlarım, aramızda Bandırma’dan gelen Şeker Piliç çalışanları var.
Aslında önemli bir marka, sadece Balıkesir-Bandırma için, sadece Türkiye
için değil, dünya için önemli bir marka yaratıldı Şeker Piliç diye.
Rakamları arkadaşlarım verdiler. 1 734 bordrolu çalışanı var. 413
bölgede yetiştiricisi ve aileler var. Toplam 20 bin aileye gelir
sağlıyor ve bu iflas etti arkadaşlar, 20 bin aile. Yazık günah değil mi?
İzlenen ekonomi politikası sorun yaratıyordu. Beyaz et üreticilerinde
de sorun yaratıyordu. Arkadaşlarımız yani CHP’nin
milletvekilleri olayı 2011 Ocak ayında saptadılar ve Parlamentoya bir
araştırma önergesi verdiler. Beyaz et üreticilerinin sorunları var,
iflaslar gelebilir, ciddi olarak insanlar işsiz kalabilir ve sorunun
araştırılması ve çözüm üretilmesi gerekir diye. Ne oldu? Üstü örtüldü ve
bugün bini aşkın işçi işsiz, fabrika battı. Neden battı biliyor musunuz
değerli arkadaşlarım? Devletten olan alacağını alamadığı için. Bir
fabrika düşünün, aldığı yüzde 18 KDV’ye tabi, sattığı yüzde 1 KDV’ye
tabi, arada yüzde 17 fark var, 17 puan fark var. Bu farkın devlet
tarafından karşılanması lazım, yasa da böyle öngörüyor ama devlet diyor
ki “Ben bunu ödemem.” Şeker Piliç’in Ocak 2012 tarihi itibarıyla
devletten alacağı 21 milyon 910 bin lira, eski parayla 21 trilyon 911
milyar lira, bu parayı alamadığı için battı, yani batıran bu devlet,
batıran AKP Hükümeti, batıran Recep Tayyip Erdoğan, herkes bunu böyle
bilsin. Sektörün, beyaz et üreticileri sektörünün toplam devletten
alacağı Ocak 2013 itibarıyla 350 milyon lira. Paramı verin diyor. Yasa
öngörmüş, “Vermeyiz.” diyor. Niye vermiyorsunuz? Batsınlar diyor, nasıl
olsa dışarıdan gelecek diyor. Bir ülke üretirse güçlü olur, bir ülke
üretirse uluslararası arenada söz sahibi olur. Bir ülke üretirse
işsizlik sorununu çözer. Siz, üreten değil, tüketen bir toplumdan
yanasınız ve bu, fabrikaların iflasına yol açıyor. Hangi uygar, çağdaş
devlette, sosyal devlette göz göre göre bir fabrikanın kapanması için
devlet özellikle politika üretir? Ama bunlar, bunu yapıyorlar değerli
arkadaşlarım.

Bizim çözüm önerilerimiz üzerinde düşündüğümüz,
taşındığımız, günlerce kafa yorduğumuz ve daha sonra kamuoyuyla
paylaştığımız önerilerdir. Bugünlerde tartışılıyor, askerlik süreleri
kısalacak diye. O proje kime aitti? CHP’ye aitti.
Askerlik süresi kısalacak dediğim zaman, Sayın Erdoğan demişti ki “Peki,
askere kim gidecek?”
Anladık, senin çocukların gitmiyor ama bu ülkenin
bağımsızlığı için hepimiz askeriz zaten. Şimdi, bizim geldiğimiz yere
geldiler
“Askerlik süresi kısalacak.” Diyorlar. Demek ki ne söylüyor
CHP? Her zaman doğruları söyler. İnandığımız şeyin
arkasında dururuz. Bir şeyi kamuoyuyla paylaşıyorsak demek ki oturmuşuz
uzun uzun üzerinde tartışmışız. Sen sonradan fark ediyorsun ama biz daha
önceden fark ettik olayları.

Değerli arkadaşlarım, Suriye’de
güzel olaylar yaşanmıyor, siviller öldürülüyor, pek çok masum insan
öldürülüyor, binlerce insan Suriye’yi terk etti, komşulara sığındılar,
Türkiye’ye de geldiler. Suriye’nin bugün yaşadığı tablonun
sorumlularından birisi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hep şu örneği verdim.
Diyelim ki bir apartmanda oturuyorsunuz. Komşunuzda yangın çıktı, ne
yaparsınız? Yangını söndürmeye gidersiniz. Yangının üzerine benzinle
giderseniz o yangın size de sıçrar, geldiğimiz nokta o. Suriye’deki
olayların müsebbibi bu hükümettir ve onun çapsız Dışişleri Bakanıdır.
Suriye’de kardeş kavgası var. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, birilerinin
oyuncağı olmuş durumunda. Dışarıdan militan getiriyorsun, Türkiye’de
eline silah veriyorsun, cebine para koyuyorsun, Suriye’ye gönderiyorsun
“Git orada kardeşini öldür”
diye. Sana soruyorum Recep Tayyip Erdoğan:
Silah verdiğin, cebine para koyduğun o insanlar, bir gün gelir senin
karşına dikilir. Doksan yıllık cumhuriyet tarihinde hiçbir komşumuzla
savaş noktasına gelmedik, hiçbir komşumuzun içişlerine karışmadık. Bu
coğrafyada barış ve huzuru egemen kılmak istedik ve Türkiye, bu
coğrafyanın barışın, huzurun garantörü idi çünkü Türkiye Cumhuriyeti
birilerinin oyuncağı asla olmadı ta ki AKP’ye kadar. Egemen güçlerin
Orta Doğu’daki taşeronu konumuna geldi. Neden Türkiye bu hâlde?
Akçakale’ye bakın, bir polisimiz şehit edildi. Hesabını soran var mı?
Hayır. Açıklayamazlar ki zaten. Neyi açıklayacaklar. “Kimyasal silah
kullanıldı.”
diyorlar. Açıklama geldi kimyasal silahı muhaliflerin
kullandığına dair. Ne olacak? Öyle bir noktaya geldi ki “Allah’ın
yardımıyla Esad gidecek.”
diyor Kızılcahamam’da. Onun söylediği tarihte
İsrail jetleri Suriye’yi bombalıyor, aynı anda bombalıyor. Allah’ın
yardığı dediği İsrail jetleri oradaki Müslümanları bombalıyor. Sende hiç
vicdan yok mu? Sende hiç ahlak yok mu? O insanları, açık açık
bombalayanlara karşı ne demek istiyorsun sen? İsrail’in jetleri
kalkıyor, Suriye’deki Müslümanları bombalıyor, Recep Tayyip Erdoğan da
bunu Allah’ın takdiri olarak bu millete sunuyor. Sen, daha düne kadar ne
konuşuyordun? Ne söylemiştim? Yalancıdan başbakan olmaz. Ne diyordu?
“Gazze’ye gideceğim.”
Talimat geldi, “Bir dakika, önce Amerika’ya gel,
sonra Gazze’ye gidersin.”
Ne söyledi? “Başüstüne” dedi. Ne dedim?
Yalancıdan başbakan olmaz. Bizim Başbakana böyle bir üslup
kullanılmasını da eleştiren benim çünkü ben, Türkiye Cumhuriyeti
başbakanlarının seyahatlerine bir başka ülkenin müdahale etmesini asla
içime sindiremem ama o içine sindirdi. “Emredersiniz, gitmeyeceğim.
“Daha sonra giderim, siz ne zaman uygun görürseniz.” dedi. Artı, ne
demişti? Ben Gazze’ye gideceğim. Türk donanması eşliğinde yardım gemisi
göndereceğim.”
demişti. Gönderdi mi? Gitti mi? Şimdi söylüyorum. Sayın
Erdoğan, yürekliysen, adam gibi adamsan, sözünün arkasında duran ersen
bin bakalım donanmaya, git bakalım Gazze’ye nasıl gidiyorsun. Gider mi?
Ne demiştim? Yalancıdan başbakan olmaz, işin özeti budur.