Firavun, yezit

Firavun, yezit
22 Kasım 2012 09:16

Bir öykü yazdım. Adını “Firavun, Yezit” koydum. Bugün onu sunuyorum. Yergileriniz, görüş ve önerileriniz, öykücülükte yol haritam olacak.
….
 
Baki KARAKOL H&H YORUM

Yaşlı kadın, güç çıkan sesiyle oğluna seslendi.
 
Orta yaşlı ince uzun adam, küçücük salonda çay içiyordu. Anasının sesiyle, kalktı gitti.  
 
Anası eliyle kapıyı işaret etti:
 
“Kapat gel şöyle karşıma otur.”  
 
Orta yaşlı adam, anasının dediğini yaptı.  
 
Yaşlı kadın, yer yatağında karşına oturan oğluna doğru eğilerek, titrek ve cansız sesle, “Kulağını dört aç, söyleyeceklerimi çok iyi dinle. Çok iyi dinlemekle kalma, usunda çok iyi tut. Bununla da kalma, yap” dedi.
 
Orta yaşlı adam, anasının yaşlılıktan bir deri, bir kemik kalmış ellerini, avuçlarının içine aldı, okşadı, dudaklarına götürdü öptü. Sonra, gülen gözlerini, anasının nurlanmış yüzünde gezdirdi. İçten bir tonla, “Emrin başım üstüne ana” dedi.
 
Yaşlı kadın, kulaklarının ağır işitmesinden ötürü, oğlunun söylediğini duyamamıştı. Zaten onun derdi, söylemek istediklerini söylemekti.  
 
“Biraz önce bir rüya gördüm oğul…”
 
“Hayrolsun ana.”
 
“Bu aralar, gündüz öyle vakitleri de uyur oldum.”
 
“Yaşlılıktandır ana. Hem… İyidir…”
 
“Biraz önce de uyudum. İşte o sırada gördüm…”
 
“Ne gördün ana?”
 
“Bak…”
 
“Buyur ana…”
 
“Oğlunun, sevdiği kızla nişanlanmasını, evlenmesini sen de istiyormuşsun.”
 
“Doğrudur ana… İki genç sevmişler birbirlerini. Bize de, onları evlendirmek düşer. Kız,  iyi bir kız. Kızın ailesi de…”
 
“Yapma oğul. İsteme, karşı çık. Rahmetli baban gibi vur kır, bağır çağır, 'Bu iş olmayacak' de, kestir at, bitir gitsin.”
Orta yaşlı adamın gülen yüzü dondu, buz kesildi. Boğazında düğümlenen sesle “Neden ana?!” diye sorabildi:
 
Yaşlı kadın kendi dünyasındaydı ve kendi anlatısında geziniyordu.
 
“Eğer sen izin verirsen, oğlun, sevdiği o kızla evlenirse…”
 
Yaşlı kadın yutkundu. Oğlunun şaşkınlı içinde merakla “E ee?!” diye sorduğunu duyamadı. Sözlerini kaldığı yerden sürdürdü:
 
“Az önce uyurken rüyamda gördüm ki, ilk çocukları erkek oluyor, ülkenin başına geçiyor, ülke yönetiyor.”
 
“Ne güzel ana…”
 
“Aslında onu ülkenin başına, karanlık yüzlü, kapkara giyinikli insan görünümlü yaratıklar getiriyor. İlkin kendileri seçiyorlar, sonra halka seçtiriyorlar. Nasıl bir şeyse…”
 
“E ee?..”
 
“Sonra… O karanlık yüzlü, kapkara giyinikli insanlar, senin torununu ellerinde oynatıyorlar. Öyle bir oynatıyorlar ki!.. Amaniiiiinn! Kukladan beter! Yalancının, palavracının biri yapıyorlar, dinden imandan çıkarıyorlar.”
 
“Senin sırtını açık kalmış ana.”
 
“O karanlık yüzlü, kapkara giyinikli insan görünümlü yaratıklar, senin torununa, ülkesine, halkına, başka ülkelere, başka ülkelerin halklarına, elinden gelen kötülüğü yaptırıyorlar. Torunun, onların elinde zamanın Firavun'u, Yezit'i oluyor. Aydınlık yüzlü suçsuz, günahsız insanları hapishanelere tıkıyor.  Asıp kesiyor, kan kusturuyor. 'Ben' diyor, 'Benim' diyor. Gözünü, dünya malı bürüyor. Kendisi, eşi, çocukları, çevresi varlık içinde yaşarken, halkını yokluk içinde kıvrım kıvrım kıvrandırıyor, açlıktan insanların ölmelerine neden oluyor…”
 
“Anaaa!..”
 
“Torunun, o karanlık yüzlü, kapkara giyinikli insan görünümlü yaratıkların dürtüklemesiyle önünü arkasını görmüyor, kral olmaya hevesleniyor.”
 
“Ana yapma. Sen ki, aşkı uğruna ailesini karşısına almış birisin.”
 
“Oğul… Olacak torunun, o karanlık yüzlü, kapkara giyinikli insan görünümlü yaratıkların çıkarları için insanları, ülkeleri birbirine düşürüyor, savaşlar çıkarıyor…”
 
“Sen kâbus görmüşsün ana.”
 
“Bütün bunların yaşanmaması için tek yol var…”
 
“Ana yapma…”
 
“Bu aşka, bu aşkın evliliğine karşı çıkman gerek oğul.”
 
“Ana!..”
 
“Bu evlilik gerçekleşmemeli oğul.”
 
“Ana kurbanın olayım yapma!”
 
“Eğer ki sözüm dinlenmezse…”
 
“Anaaa! Ne olur, 'Hakkımı helal etmem' deme.”
 
“Ülkemiz, halkımız, ülkeler ve insanlar bu kötülükleri yaşayacak. Ama… Oğlun, aşkıyla evlenmezse, karanlık yüzlü, kapkara giyinikli insan görünümlü yaratıkların hizmetkarı olacak, hak hukuk tanımayacak, ülkesini, halkını, ülkeleri ve insanları kana bulayacak torunun dünyaya gemlememiş, dünya bir büyük felaketten kurtulmuş olacak.”
 
Yaşlı kadın, eskisi gibi artık net görmeyen gözlerle oğluna baktı, “Beni anlıyorsun değil mi oğul?..” diye sordu. Yanıtı beklemeden, “Anlıyorsan, anladığının gereğini yap.” dedi. Ardından, “Yap ki, insanlara, insanlığa katkımız olsun…” diye sürdürdü. Burnunu çekerek, gözyaşlarını elinin tersiyle silen oğluna, “Hadi şimdi kalk git” diye emretti.
 
                                      *
 
Orta yaşlı adam, rüya gördüğünü anlayan uykusu hafif eşinin dürtüsüyle uyandı.
 
Kan ter içindeydi.
 
Derin derin nefesler alıyordu. Her nefes alıp verişinde, omuzları inip kalkıyordu.
 
Eliyle, gözlerini, yüzünü sildi.
 
Bu sırada eşi fırlamış, mutfaktan bir bardak su almış gelmişti. Yatak odalarına girerken de elektrik kontağına dokunmuş, yatak odalarını aydınlatmıştı.
 
Orta yaşlı adam, eşinin elinden su içtikçe, gördüğü kâbus gibi rüyadan arındı. Eşinin havluyla yüzünü, başını, boynunu önünü arkasını silmesiyle daha bir rahatladı.
 
Konuşmak istedi.  
 
Eşi, elini ağzına götürdü, “Kendini yorma. Bir rüya gördün. Sonra anlatırsın. Şimdi yat uyu. Neredeyse sabah olacak” dedi.
 
                                        *
 
Yıllar geçti. Orta yaşlı adam yaşlandı.  
 
Yaşama veda etmek üzere iken, elini sıkıca tutmuş, hüngür hüngür ağlayan yaşlı eşine son defa göz ucuyla baktı. İçinden “Eş sözü dinledim, ana sözü dinlemedim. Allah affetsin…” diye geçirdi. Gözlerini kapadı.  
 
Eşinin giderek soğuyan cansız bedene kapanan yaşlı kadın, kocasının son defa kendisine bakışıyla ne söylemek istediğini, usundan neler geçirdiğini anlamış gibiydi.  
 
Yaşlı kadın, ani bir anımsamayla başını yana çevirdi. Birbirlerini delicesine seven anne babasının evlenip dünyaya getirmemeleri istenen erkek torununa baktı.
 
Baldırları çıplak erkek torun, annesinin eteğinden tutunmuş, burnundan akan sümüğünü diliyle yalıyordu.  
 
Yaşlı kadın, kin yüklü sesle “Firavun, Yezit” diye inledi.  
 
Duyan olmadı.  


Yazarın Son Yazıları:
Molla Kasım
Başbakan diyor ama lafla 'sağlıklı millet inşa edilmez'
Birand, hastalığın mı, ihmalin mi, gündemin mi kurbanı?