Diyanet mali ve idari özerkliğe kavuşturulmalıdır

Diyanet mali ve idari özerkliğe kavuşturulmalıdır
17 Ağustos 2016 08:52

Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra Müslümanların din işlerini tek elde derleyip toplayarak yönetim ve denetimini sağlamak üzere devletin bir kurumu olarak kuruldu.

 

 

 

İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

 

 

 

 

Geçen yıllar içerisinde devrim yasalarının da gerektirdiği hususlar içerisinde son derece özgün görevler yaptı, Diyanet İşleri Başkanlığı.

 

 

 

Diyanet, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılları içerisinde tekke, zaviye ve tarikatlar eliyle bin parçaya bölünmüş olan İslam’ı, bilimsel çalışmalarla tek bir fikir ve tek bir İslam etrafında birleştirmeyi başarabildi dersek yalan olmaz.

 

 

 

Ama bu süreç içerisinde tarikat, tekke ve zaviyeler yeraltından etkinliklerini de devam ettirdikleri gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu yadsıyamayız.

 

 

 

Bilhassa kurumlar rejimi demek olan Cumhuriyet’in tek partili döneminden, çok partili sahte demokrasi dönemine geçtikten sonra İslam dini siyasal olarak hoyratça kullanılmış ve bu bağlamda şeyhler, tarikat ağaları, din sömürücüleri sistematik olarak, devim yasaları da devrin iktidarı tarafından oy uğruna çiğnetilerek yoğun etkinliğe geçmişlerdir.

 

 

 

Bu durumdan Diyanet İşleri Başkanlığı’da payını almış ve bu dinsel gruplara, cemaatlere, tarikatlara ait kişiler bu kurumda kümelenmeye başlamışlardır.

 

 

 

Ve, bu kümeleşme devlete ait bir dinsel kurumdan diğer kurumlara mantar üreme hızıyla sıçramış; Atatürk’ün Batılı modern ve bilimsel değerlere göre kurduğu Cumhuriyet, daha tam kökleşmeden çürümeye başlamıştır.

 

 

 

Bugün geldiğimiz nokta itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığı, geçmiş iktidarlardan daha da yoğun olarak AKP iktidarı ve onun doğal lideri tarafından siyasetin tam merkezine oturtulmuş, hem Müslüman’ım diyenlerin izzet-i nefisleriyle oynuyor, hem de hiç çekinmeden inananlar arasında bölücülük yapıyor.

 

 

 

Bu makaleyi yazmama neden olan olay, çok kısa bir süre önce 15 Temmuz naylon darbe sonrası yakalanan bir yurttaşımızın kalp krizi sonucu vefat etmesi sonucu, Diyanet tarafından hain ilan edildiği için gerek İstanbul gerekse cenazesinin götürüldüğü memleketi Konya’da hiçbir imam tarafından cenaze namazının kılınmaması dolayısıyladır.

 

 

 

Bu tutum yasalara göre suç olmakla birlikte, her şeyden önce fitne fesat çıkarmak, İslam’ın yasakladığı bir kötülüğü işlemektir.

 

 

 

Biz şunu çok iyi biliyoruz ki, İslam inancında suçu günahı ne olursa olsun, Müslüman kimliği ile ölen her bireyin cenaze namazı kılınır; bu isterse baba katili olsun.

 

 

 

Ancak yine bilinen bir gerçek var ki, İslam peygamberi Hz.Muhammed beyt-ül mal -devlet malı- hırsızlarının cenaze namazını kılmazdı ve o gün şehirden uzaklaşırdı.

 

 

 

Bu şekilde İslam topluluğuna kimlerin en şerli kişiler olduğu mesajını verirdi.

 

 

 

Diyanet İşleri Başkanlığı, bilhassa da bugünkü başkan Mehmet Görmez döneminde iktidar mensuplarının önemli bir kısmı tarafından yapılan beyt-ül mal -devlet hazinesi – soygununa rağmen, Hz. Muhammed’in yukarıda zikrettiğim uygulamasına rağmen bırakın bunlardan birinin hain ilan edilerek cenaze namazını kıldırmamayı; uzun yıllardır cuma hutbe veya vaizlerinde devlet ve millet soygunculuğu ile ilgili tek bir laf dahi edilmemiştir.

 

 

 

Ama iktidarın reisinin talimatıyla İslam dini hoyratça kullanılarak insanlarımıza rastgele hain damgası vurulup, boynuna da bir yafta asılarak cenaze namazı kıldırılmıyor.

 

 

 

Bir defa Diyanet’in ağası Mehmet Görmez’e şunu anımsatırım ki, beyt-ül mal hırsızlığı dışında insanlara vurulan hain damgası görecelidir.(izafi)

 

 

 

Unutulmasın ki, devrin büyük İslam bilgini İmam-ı Azam Ebu Hanife, kendi istekleri doğrultusunda fetva vermediği için Abbasi halifesi Ebu Cafer El-Mensur tarafından hain ilan edilip cezalandırılmış ama bugün yüz milyonlarca insan bu zatın içtihatları ile ibadetlerini yapmaktadırlar.

 

 

 

Şimdi gelelim meselenin bam teline ve ne demek istediğimize!

 

 

 

Yukarıda da kısaca değindiğim gibi Diyanet çok partili yaşama geçtikten sonra az veya çok iktidarların güdümüne girmiş, İslam’ın olması gerektiği gibi tarafsız hareket etmemiştir.

 

 

 

Bu nedenle Türkiye’de İslam’ın savunucularından Necip Fazıl Kısakürek bu kuruma, bir gerçeğe parmak basmak üzere denaat(kötülük) işleri başkanlığı tanımlamasını bir ironi olarak sık sık kullanırdı.

 

 

 

Bugün yaklaşık olarak Diyanet’e bütçeden ayrılan pay eski para birimi ile ek ödenekleri de katarsak yedi katrilyondur ki, bu rakam birkaç bakanlığın bütçesine eşdeğerdir.

 

 

 

Bundan sonra bu büyüklükteki bir paranın, üstelik tek bir kuruş dahi verilmemesi gerektiğinin iki nedeni var.

 

 

 

Bunlardan birincisi İslam fıkhında maaş veya ücretle namaz kıldırmanın haram oluşu gerçeği ile, gayrimüslimlerden alınan vergilerle temin edilen paranın -zor yoluyla alındığı için- İslami ibadetlerde hiçbir yere harcanmasının helal olmadığı gerçeği.

 

 

 

Hz.Ömer döneminde Şam valisinin bir Yahudi’den zorla kamulaştırılarak yaptırdığı cami halife tarafından yıktırılmıştır.

 

 

 

Bu uygulama İslam fıkhınca çok önemli bir kural haline getirilmiş ve gayrimüslimlerden rıza dışı alınan para ile yapılan camilerde ibadet yapılamayacağı gerçeği ortaya konulmuştur.

 

 

 

Bu bağlamda gayrimüslimlerden alınan vergi ile namaz kıldıran imamın maaşını da veremezsiniz.

 

 

 

Ayrıca İslam’da ücretle namaz kıldırmak haramdır.

 

 

 

O vakitte herhangi bir mümin öne geçip ücretsiz imam olarak namaz kıldırır.

 

 

 

Bunun aksi ücretle namaz kıldıran imam ancak namaz kıldırma memuru olur ki,aldığı ücret haramdır, kıldırdığı namaz batıldır.

 

 

 

İslam’da sadece eğitim-öğretim etkinliklerinde öğretmen maaş alır, dinsel kitap yazıp yayımlatanlar da ücretini alır.

 

 

 

Bunu Diyanet yetkilileri çok iyi bilir ama oluşan din sektörü nedeni ile sesleri çıkmaz.

 

 

 

Diyanet’in özerk olması gerektiğinin diğer bir nedeni, insanları güdümünde olduğu iktidarın yönlendirmesiyle kötü sıfatlarla damgalayıp, boyunlarına da hain yaftaları asmamak içindir.

 

 

 

Şimdi bu noktada şu soruyu sorabiliriz:Diyanet özerk olup iktidardan para almasaydı hain ilan edilen yurttaşın cenaze namazını kılmayabilir miydi?

 

 

 

Aşağıda açıklayacağımız nedenlerle asla.

 

 

 

Diyanet artık bu nedenlerle mali ve idari olarak özerkliğe kavuşturularak Müslümanların denetimine sunulmalı ki, yaptıkları hatalarda derhal fabrika ayarlarına döndürülsün.

 

 

 

Bu nasıl olacak?

 

 

 

Bugün Diyanet aldıkları ek bütçelerle yedi katrilyon parayı harcıyorlar ki, bu birkaç bakanlığın bütçesine eşdeğer.

 

 

 

Böyle bir pay sahibi din kuruluşu iktidarın borazanı olmaz mı hiç?

 

 

 

Ama Diyanet sırtından düştüğü zaman tıpkı ileri Batı Avrupa ülkelerinde Hıristiyanların kiliselere üyeliği gibi Müslümanların Diyanet ve bağlı oldukları camiye özgürce ve istedikleri zaman ayrılmak üzere üyeliği ile aidatlarını ödeyerek işler yürütülmelidir.

 

 

 

İşte bu sistem olsaydı Diyanet hain ilan ederek cenaze namazını kıldırmadığı masum yurttaşa iktidar borazanı olarak bu zulmü reva görmezdi.

 

 

 

Çünkü bunu yaptığı anda on binlerce Müslüman olayı protesto etmek üzere Diyanet üyeliğinden çekilerek aidatlarını ödemez, bu kuruma haddini bildirirdi.

 

 

 

Yani kısaca Diyanet İşleri Başkanlığı, geldiğimiz nokta itibariyle devlet kurumu olarak misyonunu tamamlamış ve yepyeni bir yapıya kavuşturulması gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktayız.

 

 

 

Bu gerçek nedir?

 

 

 

Diyanet’in mali ve idari olarak özerkliğe kavuşturularak Müslümanların denetimine bırakılmasıdır.

 

 

 

Bu sistemde bir kuruş dahi devletin kesesinden çıkmayacağı gibi Diyanet İşleri Başkanı ve il ilçe müftüleri Diyanet’e ve ilgili camilere üye Müslümanlar tarafından seçilecektir.

 

 

 

Böyle bir yapıda hiçbir Diyanet İşleri Başkanı ve yöre müftüleri iktidara yaranmak için gerçeklerin üstünü örtemez.

 

 

 

Bakın o zaman siz devlet millet soygunculuğunun, 17/25 Aralıkların ne büyük günahlar olduğunu bangır bangır bağıracaklar.

 

 

 

Bu sistem aynı zamanda İslam’a en uygun sistemdir.

 

 

 

Çünkü İslam’da bırakın din önderini, namazı kıldıracak imamı bile seçme özgürlük ve fıkıh kuralı vardır.

 

 

 

Bu uygulama ile Diyanet hem idari, hem de Müslümanların denetiminde mali özerkliğe kavuşarak, iktidarlardan korkmadan İslam’ın tüm gerçeklerini söyleyecektir.

 

 

 

Her yıl Diyanet’e verilen yedi katrilyon bütçede millete refah ve saadeti için hayırlı hizmetlerde kullanılacaktır.

 

 

 

Bu millet yan gelip yatan beleşçi beslemek zorunda değil.

 

 

 

Diyanet bugün olmasa bile, gelecekte mutlaka mali ve idari özerkliğe kavuşturularak rahata erdirilecektir.

 

 

 

Laikliğin temel ilkesi budur.

 

 

 

Aksi Ortadoğu rejimlerinin borazanları gibi devlet maaşlısı imam veya müezzinler demokrasi nöbeti teraneleri altında sokağa çağırmaya her fermanda devam edeceklerdir.

 

 

 

Yok öyle üç kuruşa beş köfte?

 

 
Herkes dersini almalı.

 

 

 

İbrahim ÖZDOĞAN Twitter

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!