Dilerim Kaddafi'nin başına gelenler Erdoğan'ın başına gelmez…

Dilerim Kaddafi'nin başına gelenler Erdoğan'ın başına gelmez…
9 Nisan 2012 16:29

Bu haftaki röportaj konuğumuzDemokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek.

Bu haftaki röportaj konuğumuz Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek.

 

Zeybek, Türk siyasi hayatının önemli aktörlerinden. Kaymakamlıktan başlayarak,  Kültür Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı, Büyükelçilik dahil olmak üzere devletin pek çok kademesinde görev almış. 

 

 

Deniz Bilgen ÇAKIR    H&H RÖPORTAJ

 

Bizi başkanı olduğu Ahmet Yesevi Vakfı’nın Ulus’taki tarihi binasında ağırlayan Zeybek’le yaklaşan Demokrat Parti kongresinden, 12 Eylül mahkemelerine kadar pek çok konuda sohbet ettik…

 

Sayın Zeybek oldukça güler yüzlü, neşeli bir kişilik. Öyle ki, en ciddi konular hakkında konuşurken bile sohbetimiz sıklıkla kahkahalarla kesildi…

 

İlginç fikirleri var. Mesela, savcı ve hakimlerin stajları sırasında birkaç ay hücrede kalmalarından yana. Bu şekilde uzun tutuklulukların önüne geçilebileceğini söylüyor. 12 Eylül’de yargılanıp hapis yatmasına rağmen, o günkü mahkemelerin bugünkülerden daha adil olduğu görüşünde. İhtilal sonrası kapatılan Demokrat Parti’nin şimdiki genel başkanı olmasına rağmen 1960 anayasasını beğeniyor.

 

İşte eski Kültür Bakanı, Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek ile sohbetimiz;

 

UĞUR MUMCU SINIF ARKADAŞIMDI

 

 

-Sayın Zeybek siz hukuk fakültesi çıkışlısınız. Çok da ilginç bir öğrencilik hayatınız var. Siyasete dalmadan önce önce biraz anlatsanız o yılları.

 

1961’de Hukuk Fakültesine girip, 66’da mezun oldum. Son sınıfı iki defa okudum. Uğur Mumcu  ile sınıf arkadaşıyız. İkimiz de beş yılda bitirdik çünkü ikimiz de siyasetle uğraşıyorduk. Bilerek sınıfta kaldım çünkü CKMP’nin gençlik kolları genel başkanıydım.

 

 

İlginç hocalarımız vardı, İlhan Arsel… Hiç anlaşamazdık. Ama hocaydı, gereken saygıyı gösterirdim. Coşkun Üçok vardı, İslam Hukuk hocası, Türk Hukuk tarihi ve Siyasi Tarih derslerine girerdi. Her yıl görgü kuralları dersi verirdi. Biz onu beş yıl boyunca dinledk ve çok faydalı oldu. Şakir Berki diye bir hocamız vardı. İlginç bir insandı. Otobüsle gider gelirdi fakülteye. Birkaç defa rastladım, elimdeki dergilere bakardı. “Bu dergileri okumaya korkmuyor musun?” derdi. Bunda da haklıydı çünkü o yıllarda Demkrat Parti yandaşı gibi görünmek ağır suçtu. Biz de o dönem Demokrat Parti yandaşıydık. Bize o dönem kuyruk diyorlardı, düşüklerin kuyruğu. Demokrat Parti düşmüştü çünkü. Hatta gerici avına çıkılırdı. Gazetelerde ‘bir gerici yakalandı’ diye haber çıktığını bilirim. Bize gerici gözüyle bakılırdı.

 

 

-Rahmetli Uğur Mumcu ile sınıfarkadaşıydım dediniz. Sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında iletişim nasıldı?

 

Mezun olduğum dönemde hala gençler oturup tartışabiliyordu. Biz mesela Uğur Mumcu ile oturup tartışabiliyorduk ama bu sonra mümkün olmaktan çıktı. 1969’da ölümler başladı. Ama bizim dönemimizde fikir hareketleri çok güçlüydü. Sık sık açık oturumlar yapılırdı. Açık oturumlarda karşıt görüşlü gençlere daha fazla yer verilmeye çalışılırdı. Solcular, sağ görüşlüleri çağırırdı.Sonra bitti o işler, toplum ayrıştı. Birbirini dinlemez hale geldi.

 

 

KANUNLARIN ZAMANA AYAK UYDURMASILAZIM

 

-O döneme gelmeden önce bir 27 Mayıs var. Çok konuşulan 1960 Anayasası var. Hemen hemen her konuğuma soruyorum, nasıl değerlendiriyorsunuz 60 anayasasını?

Demokratik, ortamı genişleten,rahatlatan, sendikaları, grev hakkını içine alan bir anayasaydı. Ama Anayasalara ve yasalara olduğundan daha fazla önem ve değer vermek de doğru değil. Bir toplumun gidişi anayasanın boyutlarını aşmış, sığmaz hale gelmişse bir müddet sonra anayasaların da, yasaların da bir takım hükümleri yürürlükten kalkıyor. Mesela hukukta kullanılmaya kullanılmaya yürürlükten kalkan yasalar vardır. Bizim dönemimizde buna düğünlerde  meni israfat yasası örnek gösterilirdi.

 

 

Düğünlerde israf yapmak suçtu ve cezai müeyydesi vardı fakat kullanılmazdı. Şu anda da buna benzer yasalar var. Mesela,  devrim kanunları arasında sayılan yasaların bir kısmı fiilen kullanımdan kalkmıştır. Mesela şapka kullanımı. Bu yasaya göre kamu memurları, belediye memurları ve milletvekilleri şapka giymek zorundadırlar. Şapka giymek yaygınlaşsın diye çıkarıldı ama uygulanmıyor. Yine aynı şekilde şapka dışında bir başlık takmamak için de kanun da var. Şapka kanununa aykırı giyinenler hakkında takibat var mı? Yok. Ama anayasaya aykırılığı bile iddia edilemez. Yine aynı şekilde tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili yasa. Son on yıldır bu yasa ile kapatılan bir tekke var mı?

 

-Birileri kadınlarla basılmadığı sürece yok… Kalkancı gibi…

 

Evet tabi onlar ayrı olaylar. Yani sahtekarlar var, bu işin tüccarları da var. Ama yani bu tür yasalar hayatın zorlamaları sonucunda, gelişmeleri sonucunda, yürürlükte bulunmasına rağmen kullanılmamakta. O zaman için bu yasalar doğruydu.

 

Ben bunu Hikmet Çetin’e sordum mesela,bir Kazakistan ziyaretinde. Hala tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili yasanın yürürlükte olması doğru mu dedim. Hayır değil ama biz bunu Ecevit’le konuştuk, Ecevit de İnönü ile konuşmuş, İnönü de Atatürk ile konuşmuş…

 

 

Atatürk bir müddet kapalı kalsınlar, sonra zaten açılırlar demiş diye cevap verdi. Atatürk bunu çıkarmış çünkü bir takım tarikatlere  dayalı, Şeyh Sait ve başka tarikat mensupları isyan çıkardılar.

 

BİZLER ZAMANIN EVLATLARIYIZ

 

 

-Sizin bir de kaymakamlığınız var…

 

Evet ben kaymakamım. Hala mesleğin ne diye sorsanız, kaymakamlık derim. Ondan sonra bütün yaptıklarım görevdir fakat kaymakamlık mesleğimdir çünkü onu kazandım. Hukuk fakültesini bitirdim, staj yaptım, sınava girdim ve sonucunda kaymakam oldum. Yani o benim mesleğim. Bakın siz  daha doğmamıştınız ben mesleği bıraktığım zaman. Fakat şu anda bile birine kaymakam bey diye seslendikleri zaman acaba bana mı diyorlar diye irkiliyorum. Lisede karar vermiştik kaymakam olmaya,hukuk fakültesine de bu yüzden girdim. Benim üniversiteye girdiğim dönemde, her fakülteye ayrı ayrı sınava girilirdi. Öyle bir dönemdi, ben hukuku tercih ettim.

 

-Okulunuzdan, öğrencilik yıllarınızdan bahsettik. Bilerek isteyerek bir tercih yaptığınızı söylediniz.  Bir karşılaştırma yapsak günümüzle. Malum günümüzde çocuklarımızın böyle bir şansı yok. Bir sınava giriyorlar ve çoğu zaman sırf üniversite okuyabilmek için istemedikleri bölümlere giriyorlar.

 

Bakın, tasavvufta ibn-ül vakt  diyebir kavram vardır.  Zamanın evladı…

 

Biz insanlar anne babamızla birlikte vaktimizin de evladıyız. Zaman bir çok şeyi değiştiriyor. Sadece zaman da değil, zaman ve mekanın evladıyız. İkisi de insanları etkiler. Farklı yerlerde yaşayan insanlarda mutlaka farklılıklar vardır. Dolayısla bugünün dünyası, sanayi devriminin sonlarında, bilgi devriminin başlarında yaşayan, üstüste dalgaların meydana getirdiği bir anafor içinde. Kendi özbenliğini arayan, birey olmaya çalışan insanların yaşadığı bir dünya bu. Bizim dönemimizde hala tarım toplumuyduk. Sanayi çağını henüz yakalayamamıştık. 1960’larda bir takım münazaralarda hala Türkiye tarımla mı sanayiyle mi kalkınacak gibi sorular olurdu. Batılı devletler sanayileşmemizi istemez, tarım toplumu olarak kalmamızı isterdi. Rahmetli Menderes sanayiye çok önem vermişti mesela. Hatta bir dönem yüzünü Rusya’ya çevirmişti.

 

Başka bir dönemdeyiz artık. Bugünkü gençliği suçlayıp, kendimizi yüceltmek çok doğru değil.

 

-Gençliği suçlamaktan ziyade,gençliği bu duruma getiren şartları sormuştum aslında…

 

Biz üreterek bilgi çağına girememiş ama tüketerek bilgi çağında yaşayan ülkelerden biriyiz ve bunun meydana getirdiği bir gençlik kitlesi var.

Türkiye bugün bilgi çağının tüketicileri arasında. En hızlı ve yoğun tüketen ülkelerden biriyiz. Bu güzel bir şey ama üreticisi haline gelmezsek, bu köleleşme sürecine girer. Böyle giderse ve biz hala kullandığımız gereçleri dışarıdan almayı sürdürürsek ve bu kadar savurganca kullanmayı sürdürürsek bunu sonu köleleşmedir.

 

 

BİLGİ ÇAĞINA GİREMEMİŞ BİR ÜLKEYİZ

 

-Biraz önce, bizim zamanımızda Türkiye tarımla mı sanayiyle mi kalkınacak tartışmaları vardı dediniz. Ben hatırlıyorum, ilkokul yıllarında Türkiye tarımsal üretim bakımından kendi kendine yeten az sayıda ülkeler arasındaydı. Oysa günümüzde İsrail başta olmak üzere tarımsal ürünleri dışarıdan ithal ediyoruz. Tohum bile değil, ürün alıyoruz. Galiba bunun biraz ortasını bulmak gerekiyor değil mi?

 

Türkiye’nin gıda sektöründe kendine yeten yedi ülkeden biri olması övünülecek bir şeydi fakat bu sanayileşmenin seçeneği değildi. Dediğiniz gibi ikisi de olmalıydı. Sanayi ürünleri  ve tarım ürünleri karşılaştığında her zaman sanayi ülkeleri karşı çıkar.

 

 

BUGÜNKÜ GENÇLİK 80 ÖNCESİ AŞIRI İDEOLOJİK KAMPLAŞMANIN ÜRÜNÜ

 

Bugünkü gençlik internetle doğup büyüyor. Bugün artık internet kullanmayan, cafelere gitmeyen genç yok. Dünyada en çok cep telefonu kullanan ülkelerden biriyiz.  Bir milyar yedi yüz milyon dolar 11 ayda cep telefonuna vermişiz. Ama topladığınızda 30 milyon dolar çöpte, evde kuytu köşelerde…Çünkü fotoğraf çekemiyor falan…

 

Sonra da cari açığımız 75 milyar doları geçti diye ağlıyoruz. Niye geçti? Bakan halk suçluyor ama ithalatı teşvik politikasıyla halkı ne kadar dizginleyebilirsiniz?

 

Tekrar söylüyorum biz üreterek bilgi çağına girememiş ama tüketerek bilgi çağında yaşayan ülkelerden biriyiz ve bunun meydana getirdiği bir gençlik kitlesi var.

 

 

Baştaki sorumuza dönecek olursak,1980 öncesi aşırı ideolojik kamplaşma ve gençlerin aşırı olarak ideolojilere bağlanmış olmasının getirdiği tepki sonucunda, belli ideolojilere bağlı gençlerin ağır bir şekilde sindirilmesi de işin içine eklenince, bugünkü gençlik farklı bir gençlik oldu. Bakın aşırı ideoloji demiyorum, ideolojilere aşırı  bağlılık diyorum…

 

 

12 EYLÜL YARGILAMALARI TİYATRO,ERDOĞAN İYİ BİR DEMOGOG

 

-Hazır 1980 öncesinden laf açılmışken. Tam da gündemde 12 Eylül davası var. Siz de MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında yargılandınız. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu davayı? Müdahil olacak mısınız?

 

12 Eylül yargılamaları tiyatro…Ben müdahil olmayacağım. Başbakan sayın Erdoğan iyi bir demagog. Biz Adalet Partisi’nin devamı  olan Doğru Yol Partisiyiz. Biz Demokrat Parti’yiz ama bu sadece bir isim değişikliği. Biz aslında Adalet Partisiyiz. Dolayısıyla bizim başbakanımıza, bizim iktidarımıza karşı yapılmış bir hareket olduğu için en çok bizim, kişi olarak da sayın Demirel’in müdahil olması gerekiyor.

Partisi kapatıldı falan. O da müdahildeğil. Biz kararımızı birbirimizden bağımsız verdik onu da söyleyeyim.

 

 

12 EYLÜL’DE DEVLET BAHÇELİ NEREDEYDİ?

 

-Ama CHP ve MHP de aynı argümanla çıkıyor. Onların da partileri kapatıldı, genel başkanları yargılandı…

 

Herkes haklı ama bir de en haklı var. Evet Ecevit’in partisi kapatıldı ama Ecevit CHP genel başkanı sıfatıyla içeri alınmadı. Sonradan yaptığı konuşmalardan dolayı… CHP genel başkanlığından istifa etmişti. Benim de hapishane arkadaşımdı rahmetli.

 

 

Evet MHP ağır darbe yedi ama Devlet Bahçeli o zaman neredeydi. Bir gün içeri alındı mı?

Bizim partimize karşı yapıldı.

 

 

-Siz de hapis yattınız bildiğim kadarıyla.

 

Evet… 33 ay… Tam 33 ay memleketim hapishanelerinde, devletimin güvencesi ve koruması altında, Mamak, Selimiye kışlası  dolaştım. Sonra da aklandım. Demek ki haksız yere tutuklu kalmışım. Ve aklandığım için tazminat hakkım vardı. Bazı arkadaşlarımız aldı, ben başvurmadım. Üstelik bir kuruş gelirim yoktu.

 

 

12 EYLÜL MAHKEMELERİ DAHA ADİLDİ

 

-Peki sonucu nasıl olacak bu davanın? Sizin bakış açınızı öğrenmek istiyorum.

 

Dava yok ki sonucu olsun. 95 yaşında adam, bir yerleri kırılıp duruyor. Böyle bir adamı yargılamak nedir? Gerçekten yargılamak istiyorlarsa; 12 Eylül’ün bütün sorumlularını yargılasınlar. Mesela Mamak işkencecilerinin, Diyarbakır işkencecilerinin sorumlusu subaylar vardı. Bunları Kenan Evren mi yaptı? Haberi bile yoktu.. Kenan Evren bana, “BenAlparslan Türkeş’i tahliye edin dedim ama dinlemediler beni” diye anlattı. Benim kendi tahliyem için bir  deniz kuvvetleri komutanı deniz yarbayına baskı yapmaya kalktı. Yarbay  ona kafa tuttu, “Biz hakimiz. Bize karışamazsınız komutanım” diye. Yani zannedildiği gibi değil.

 

 

-Aslında karşılaştıracak olursak, günümüzdeki mahkemelerden daha bağımsız, daha adil geliyor 12 Eylül mahkemeleri sizin anlatımlarınıza göre…

 

Evet biraz daha adildi 12 Eylül dönemindeki mahkemeler…

 

 

-Mahkemelerden bahsediyoruz. Silivri’yi takip ediyor musunuz?

 

Ben devlet memuruyum. Devlet adamı ve devletin adamıyım, derin devletim. (BURADA KAHKAHA ATIYOR)  Dolayısıyla devletimin yasalarına uyarım. Devletimin yasalarında da görülmekte olan davalarla ilgili hakimleri etkileyecek şekilde görüş belirtmek yasaktır.

 

 

HAKİM VE SAVCILAR BİRKAÇ AY HÜCREDE KALMALI

 

-Galiba o yasalara uyan bir tekbizleriz sayın Zeybek…

 

O yasak da kullanılmayarak yürürlükten kalkan yasaklardan.(YİNE GÜLÜYOR) Ama şunu söyleyeyim, ben zaman zaman teklif ederim; yargıç ve savcılar stajlarında birkaç ay hücrelerde tutuklu kalmalılar ki, tutukluluğun ne olduğunu bilsinler. İnsanları bu kadar uzun tutuklu bırakmasınlar.

 

 

HABERAL NİYE HAPİSTE?

 

Çok uzun süre tutuklu kalıyor insanlar? Haberal niye hapiste? Haberal’ın bizim bilmediğimiz, ona yakıştıramayacağımız yasalara aykırı herhangi bir durumu varsa bile bu mahkeme sonucu ortaya çıkar… Ama Haberal gibi dünya çapında bir cerrahı, dünya tıp edebiyatına Haberal yöntemi denilen, karaciğerin uzun süre saklanabilmesini sağlayan yöntemi yazdıran adamı bu şekilde köreltmek çok yanlış. Bu hastane kurmuş, üniversite kurmuş, topluma faydalı bir insan.  Niye hapiste? Ben tahliye edilmemesine eleştiri yöneltiyorum.

 

 

Tabii sadece Haberal’a değil. Çetin Doğan  diye bir orgeneral mesela hapiste. Çetin Doğan ile benim şahsi bir meselem var. Benim şahsıma karşı haksız ve vicdansız suçlamalar, yalan suçlamalar yöneltmiş bir insandır. Yanlış değil, bakan yalan suçlamalar. Ama ben onun da hukukunu savunmak durumundayım. Belki gerçekten devrim yapmayı planlamıştır.  Ama harekete geçmiş mi? Harekete geçememiş bir planlamacı bu kadar  uzun  niye içeride tutulur? Onun hukukunu da savunmak bana düşüyor, şahsı hakkında iyi duygularım olmadığı halde.

 

 

ADAYLIĞA BİR HAFTA KALA KARAR VERECEĞİM

 

-Gelelim Demokrat Parti’ye… Basında aday olmayacağınıza ilişkin kulis haberleri dolaşıyor…

 

Öyle bir şey yok…

 

-Eh o zaman aday olacaksınız…

 

Öyle bir şey de yok.

 

-Kararsız mısınız bu konuda?

 

Bir hafta kala karar vereceğim. Ben hep şunu söylüyorum, Demokrat Parti yoluyla bu kötü gidişin önlenebileceği görüşüyle bıraktığım siyasete geri döndüm ve 15 Ocak 2010’da Demokrat Partiye girdim, tam bir sene sonra da genel başkan seçildim. Amacım merkez sağın oylarını hakiki yerine geri getirmek ve bu iktidarın Türkiye’yi sürüklediği maceracı durumu kurtarmaktı. Türkiye kurtarılacak hale geldi. Suriye’yle savaş hali, İran’la savaş başlangıcı, Rusya ile savaş ihtimali var… 2050 diye bir kitap çıktı. İsrailli bir yazarın. Türkiye-Rusya savaşının nasıl gerçekleşeceğini anlatan. Böyle bir yönetim olur mu?

 

 

TÜRKİYE TARİHİNİN EN BAŞARISIZDIŞİŞLERİ BAKANI

 

-Fakat hükümet sıfır sorun diye başlamıştı icraata…

 

Bakın şu anda Türkiye tarihinin en kötü, en başarısız bir Dışişleri Bakanı var. Sıfır sorun söylemiyle başladı evet ama herşeyi eline yüzüne bulaştırdı. Sorunumuz olmayan bir ülke kalmadı. Ermenistan’la sorun derinleşti, Azerbaycan bizden koptu, İran bize inanmıyor, Suriye’yi düşman yaptık, KKTC halkı Türkiye’den koptu. Kimsenin ciddiye almadığı bir ülke haline geldik ama birilerinin şişirdiği, pohpohladığı, aman ne güzel tüyleriniz var, aman tüyleriniz gibiyse sesiniz sultanı sayılırsınız bütün Ortadoğunun dediler.

 

 

-Kargayla tilki hikayesi yani…

 

Evet… Bunların elinden almak lazım Türkiye’yi. Ben genel başkan olmak için değil, partiyi tanzim etmek için girdim ama genel başkan seçildim. Hep şunu söyledim, bu işi götürebilecek birisini bulursam ona devrederim, yardımcı olurum. Öyle birisini bulursam bırakırım. Bir hafta kala adaylara bakıp karar vereceğim. Genel başkanlık konusunu bırakmaya karar verirsem, bu işimi görevimi bırakacağım manasına gelmez. Başka türlü yine göreve devam edeceğim.

 

TÜRKİ CUMHURİYETLER ÖNEMLİ

 

-Dış politikadan bahsetmişken, siz Türki Cumhuriyetlere oldukça önem veriyorsunuz, biliyorum. Kültür Bakanlığınız döneminde de çalışmalarınız olmuştu. Daha sonra özel bir görev aldınız. Neydi sizi Türki Cumhuriyetlere yönlendiren?

 

1989’da Kültür Bakanı olduğumda ilk birkaç konuya el attım. Bilinçli bir şekilde, ardıcıl yöntem ve vurmalarla toplumun gündemine getirmeye çalıştığım konular oldu. Bunlardan biriydi Türki Cumhuriyetler. O döneme kadar Türki Cumhuriyetleri gündeme getirmek hemen turancı damgası yemeye neden olurdu. Nitekim ben mecliste eleştirildim…  “Sayın bakan, siz eski siyasi partinizin görüşlerinin etkisi altında, bizi OrtaAsya maceralarına mı sürüklemek istiyorsunuz? Ne diye gidip duruyorsunuz?” diye Bilecik Milletvekili olan bir arkadaş eleştirdi. Lafa bak şimdi. Eski siyasi parti dediği MHP…  Sonra Fikri Sağlar konuştu, “Biz ANAP içinden, çağdaş bir insan olarak bildiğimiz Sayın Zeybek’in Kültür Bakanı olmasına memnun olduk. Fakat sayın Zeybek Orta Asya’ya gidip duruyor hiç Avrupa ve Balkanlarla ilgilenmiyor” dedi. Ben de cevap verdim; “Ben sayın Gorbaçov’la görüştüm. Ondan izin aldım, problem kalmadı.” Onlar dahil herkes alkışladı. Çünkü Gorbaçov o dönem Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği başkanı ve Komünist Parti Genel Sekreteri… Onlar da gülüp alkışladılar. Beni geç kaldın diye eleştirin. Dünya orada. Kore benden önce gitmiş. Sonra o vekil geldi yanıma, “Abi sert vurdun” dedi. Dedim ki, ‘Ya senin bana dediklerini anlatsaydım orada?‘ Çünkü gelip bana, ‘Seninle gurur duyuyoruz. Sen ne büyük işler yapıyorsun diyorsun. Sonra çıkıp orada ne anlatıyorsun’

‘Abi sen öyle bir şey yapmazsın ki’ dedi. Yapmam tabi niye yapayım….

 

O zaman tabi ilk defa Türkiye’den birini görüyorlar. Tam da doğru adamı görüyorlar. Çünkü çocukluğumdan beri o dillere meraklıyım. Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Başkırtça, Azerbaycan Türkçesi…

 

AB, TÜRKİYE’NİN ÖNÜNE UZATILAN HAVUÇ

 

-Tüm bu dilleri biliyorsunuz yani…

 

Hepsi girince araya tabi karışıyor, bazen Kazakça konuşurken Kırgızca sözler çıkıyor. Çocuk yaşımdan beri meraklıyım yani. O dönem de iyi oldu. Özal hiç ilgi duymazdı mesela ilgi duymaya başladı. Ben o zaman şunu söyledim; Zaman az. Bir an önce ne yapılacaksa yapmalıyız. Bir müddet sonra Bir şey yapamaz hale geliyoruz. Ve bir örnek veriyorum ben, Eskişehir’de lüle taşı vardır. Topraktan çıktığında yumuşaktır, işlenir. Bir müddet sonra sertleşirve işlenmez. Şimdi bunlar topraktan çıktılar. Bir müddet sonra bu verilmez hale gelir. Kazak, Kırgız, Başkırt başka milletler haline gelir. O fırsat vardı ve çok da iyi başladık. Asıl büyük hizmetim, Kültür Bakanlığından sonra, 1992 ve 1993 yıllarında Demirel Başbakanken, Başdanışman ve büyükelçi sıfatıyla çok geniş yetkiler vererek görevlendirdi. Yetki kağıdımı da kendim yazdım, kendime. Bakanların üzerinde yetki aldım üstüme. Bu konuya özel olmak üzere.

 

-Niye sonuca ulaşılamadı?

 

Çok büyük şeyler yaptık ama 1994 yılından itibaren bu görüldü, bundan korkuldu. Bu dünya dengelerini bozacak ve yeni dengeler ortaya çıkmasını sağlayacak bir oluşumdu. Atatürk Cumhuriyeti o günlerde bir birlik meydana getirebilseydi bambaşka bir dünya olurdu ve biz bambaşka yerlerde olurduk. Türkiye’nin önüne bir tuzak, bir yem atıldı. Bir havuç gösterildi; Avrupa Birliği’ne giriş masalı. Bu masal bir tuzaktır. Ve bu amaçla yapılmıştı. Ve açıklandı da… Biz Türkiye başka sistemlere yönelmesin diye Avrupa Birliğine alacağız dedik diye Alman Schmidt’in açıklaması var. Gerçek bu. O zaman Türkiye, Türk dünyasını birden 1994’ten başlayarak bıçak gibi kesti. O coşku ve kararlılık gitti, bütün dikkat ve enerji Avrupa Birliği’ne giriş sürecine yöneltildi.

 

 

AKP’YE VERİLEN GÖREV ORTADOĞU’NUN TANZİMİ

 

Bugünün iktidarı, kendisine verilen vazifeler arasında Türki Cumhuriyetler olursa o zaman bu işe önem verirler. Bunlara verilen görev Orta Doğu’nun tanzimi. Çünkü bunların dokusu Türk Cumhuriyetlerine uygun değil. Türk Cumhuriyetleri de bunlara güvenmiyorlar, sevmiyorlar. Biliyorum, bilgi söylüyorum. Bu damarı sevmiyorlar. Bunlarda zaten bu vurgu yok. Türkiye Türklüğünü bile bir etnik grup haline getirmişler.

 

 

DİLERİM KADDAFİ’NİN BAŞINA GELENLER BUNLARIN BAŞINA GELMEZ

 

-Fuller’in bir açıklaması oldu. AKP gider bir başka parti ikame gelir dedi. Daha önce de ABD Dışişleri Bakanı’nın aynı yönde bir açıklaması olmuştu. Asya bizim için önemlidir, Afganistan ve Türkiye’den vazgeçemeyiz demişti. Türki Cumhuriyetler bu açıdan önemli. Kissinger’ın da bir konferansta böyle bir cümlesi var. Bunları harmanlarsak, önümüzdeki dönem Türk siyasetinde bir kırılma bekliyor musunuz?

 

Batı gücü… Ben buna daha net global kapitalizm diyorum. Artık devletler yok, şirketler var. Şirketokrasi, global kapitalizm emperyalizmi var… Bunlarda sadakat duygusu, vefa hissi, biz getirdik, hizmet etti gibi kaygılar olmaz. Dolayısıyla bugünkü iktidar eğer ihticaca salih, yani kendisine muhtaç olunan ve bu konuda doğru bir çözüm olmaktan çıkarsa çok kolayca tasviye edilirler.

 

 

Dilerim ki Kaddafi’nin başına gelenler, bunların başına gelmez. Ben insanlar hakkında kötü düşünmek istemiyorum ama çok kolay harcarlar. Ben angut demiştim bir defa, bu manada söylemiştim. Angut kuşu gibi avcılarına doğru koşma dedim. Angutlar avcıya doğru koşarmış. Bunlar seni avlar. Gün gelir Saddam’a yaptıklarını sana da yaparlar. Saddam Kuveyt’e girdiği zaman önünü açtılar açık bir şekilde. Niye, çünkü sonraki hadiseler için girmesi gerekiyordu. Böyle bir dünya. Satranç oynanıyor.

 

Dolayısıyla bunların görevi Türk dünyası ile ilgili değil. Arap dünyası ile ilgili. İslam dünyası diyeceğim ama değil… Şu anda Türk kavramı zaten gündemde değil. İnsanlar Türklükten firar ediyorlar. Geçenlerde bir dükkanda bir tezgahtar nerelisin muhabbetinde lazların ezildiği noktasına geldi. Lazların haklarının yendiği noktasına geldi. Bir çok tanınmış Türk milliyetçisi aslen lazdır. Ama Tayyip beyin söylemi, onu sevenler yoluyla halka inmeye başladı. Çok ilginç gelip birisi filanım diyor. Sonra anlıyoruz ki babaannesinin annesi o kabiledenmiş. Geri kalan hepsi Türk, Türkmen ama artık insanlar Türklükten firar etmek için sebep arıyor.

 

 

AHMET YESEVİ VAKFI

 

-Sayın Zeybek, biraz da Ahmet Yesevi Vakfından bahsedelim. Nasıl başladı vakıf?

Ahmet Yesevi’yi 1977’den başlayarak incelemeye başladım. İnceledikçe önemini daha fazla anladım, anladıkça daha fazla incelemek istedim. Hala da inceliyorum. Bizim milletimizin yoğurucusu, hamurkarı Ahmet Yesevi.

 

Yahya Kemal, Fuat Köprülü’ye “Ahmet Yesevi kim bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız” diyor. Köprülü de Türk Edebiyatında Mutasavvuflar kitabını bu lafın üzerine yazıyor. Türkçe yok olmak üzereyken dirilten adamdır. Doğru Müslümanlık anlayışını Türkler arasında yayan insandır. Türklük ile islamın özünün bağdaştırmasını başaran kişidir. Osmanlı devletini kuran kişilerin öğretmenidir. Şimdi bu benim araştırmaya çalıştığım alanlardan biri. 1992’de Ahmet Yesevi Türbesine gittim Kazakistan’a giderken. Beni Türbe davet etti aslında.  Azerbaycan’a gittim bakan olarak. Türkmenistan’a gittim ama zorlayarak. Kolay olmadı yani. Çernişev Moskova’ya çağırdı. Bakü’ye götürmezseniz gelmem dedim. Nedenini sordu, Moskova’ya gelip Azerbaycan’a gitmezsem Azeriler küser dedim. Halbuki kim tanıyor beni? (TEKRAR KAHKAHA ATIYOR) 

Diğer bakanlarınız geliyor ama dedi. Ben kültür bakanıyım dedim. Tamam götürüyoruz dedi. Aşkabat’ı da kat dedim. Oradan öteye gidemiyorum. Kimse gidemiyor. Hiçbir temas noktası bulamıyoruz. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan. Bu üçüne gitmek istiyorum çünkü bunlar federe cumhuriyet. Diğerleri Rusya cumhuriyetinin içinde.

Birgün bir Kazak geldi beni ziyarete. Adam dünyaya bu türbeyi onarmak için para toplamaya çıkmış. (ODASINDA ASILI OLAN AHMET YESEVİ TÜRBESİNİN FOTOĞRAFINI GÖSTERİYOR) Orada mimarlar odağı diyorlar, odası başkan yardımcısıymış. Geldi “Bizde Ahmet Yesevi adında bir şairin, Türkistan adlı bir şehirde bir türbesi vardır. Tamire muhtaç, paramız yok. Merkezde yardım etmiyor. Para toplamaya çıktım.” dedi.  Dedim ki sen geri dön, ben türbeyi onarmayı üzerime alıyorum. Ağlamaya başladı adam. Sonra defalarca görüştük tabi, bu hatırayı konuştuk. Siz tanıyor musunuz Ahmet Yesevi’yi dedi. Anlattım şaşırdı.

 

 

Ahmet Yesevi adında sempozyuma çağırdılar Kazakistan’a öyle gittim. Türbeyi ziyaret ettim. Bu arada bir hanım başbakan yardımcısı vardı, Gümüşcan Ömerbeykızı. Kulağıma eğildi, yıl 1990… SSCB daha sağ. Her taraf orak çekiç. İdeoloji devam ediyor. Kadın komünist ve iyi bir komünist olduğu için başbakan yardımcısı yapmışlar. Kulağıma eğilip, hürmetli bakan siz hazret sultanın ruhuna hürmet gösterdiniz, o size himmet edecektir dedi.

 

Baktım ki bütün coğrafyada Ahmet Yesevi hazretleri var. 1992’de kırk arkadaşla Ahmet Yesevi Vakfı’nı kurdum. Sonra Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti başkanı oldum. Sonra Ahmet Yesevi Üniversitesine Yardım Vakfını kurdum.

 

-Vakfın Merkezi oldukça güzel birbina. Tarihi eser. Ne tür etkinlikler yapıyorsunuz burada?

 

Bir Ahmet Yesevi konusunda, Divan-ı Hikmet, İslam Tasavvufu ve Türklük konusunda çeşitli sohbetler oluyor. En son konumuz Türkü söyleyelim, Türk’ü söyleyelimdi. Mu uygarlığından başladık ama tarihi zamanlara gelemedik. Ben Türk’ü söyledim, Feyzullah Budak bey de türkü söyledi. Aybek adlı bir gençlik kuruluşumuz var. Ahmet Yesevi bilim eğitim kültür çalışmaları… Benim dünyam burası…

 

-Çok uzun süredir siyaset yapıyorsunuz. İlginç bir anınızı dinlesek sizden…

 

Tabi. Mesela bu binayı almadan önce vakıf merkezi için bir yere bakmaya gittik. Bir gözü kapalı babayiğit bir adam karşıladı. Yeri gezdirecek. Ben seni birine benzetiyorum dedi. Kime dedim. Yav benim bir bakanım vardı, ben onu çok severdim ona benziyorsun dedi. Kimmiş o bakan dedim. Namık Kemal Zeybek dedi. Bırak şunu on para etmez adama benzetiyorsun dedim. Çok sinirlendi sana ev falan göstermiyorum diye bağırdı. Adam beni neredeyse dövecek. (KAHKAHALARLA GÜLÜYOR) Döndü arkasını gitti. Dur yapma falan dedim. Ben oyum dedim. Yav abi ne biçim konuştun dedi. Konuştuk sohbet ettik. Ama adamın tavrı hakikaten çok ilginçti.