Deniz Feneri’nde El Fenerleri

Deniz Feneri’nde El Fenerleri
17 Ekim 2011 11:28

         2006 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen “hizmete özel” bir bilgi notunda:”Yöneticisi, Deniz Feneri’nin hükümet ya da herhangi bir siyasi partiyle bağlantısının bulunmadığını anlatsa da Erdoğan’ın eşi Emine, sağlam bir destekçi ve resmi organizasyonun “web” sitesinde belirgin şekilde yer alıyor” deniliyordu. ABD kaynaklı bilgileri Allah kelamı doğruluğunda kabul eden “iki kişiden biri”nin bu bilgi notundan sonra, Deniz Feneri ile hükümet arasındaki ilişkiye ne diyeceğini çok merak ediyorum…


 


 AKP ile içli dışlı olduğu şüphe götürmez olan Deniz Feneri’nin sanıklarından  aynı zamanda Kanal 7 televizyonunun üst düzey yöneticisi olan İsmail Karahan, soruşturmayı yürüten savcıya verdiği ifadede; arama yapılacağını önceden haber aldıklarını itiraf etmişti!.. Arama yapılacağı haberini verenin kim olduğunu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu daha sonra açıkladı zaten.  Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Koruma Müdürü Ali Karabağ’dı bu bilgiyi veren. Müdür Bey, bir dönem “Aytaç Grub”un başkanlığını yapan, şimdiki AKP’li Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz’ı arayıp, arama yapılacağını haber vermişti! Koruma Müdürü basına yaptığı açıklamada: İçişleri Bakanının bir gün sonra Kırıkkale’ye geleceğini haber vermek için Veli Korkmaz’ı aradığını söyledi. Bir gün sonra, Bakan Kırıkkale’ye gitmiş olsaydı, basında yer alırdı. Öyle bir kayıt olduğunu söyleyen kimse yok… Belli ki, Koruma Müdürü doğruyu söylemiyor. O hala koruma görevini sürdürüyor, her şart altında bakanını koruyor! Tıpkı asrın yolsuzluk soruşturmasının sanıklarını İçişleri Bakanımızın koruduğu gibi!..  Anlaşılan delilleri yok etmeleri için onlara zamanında haber vermiş! Bazı sanıklar için delil üretiliyor, yandaşlar için deliller yok ediliyor. Adaletimizin son durumu bu! İçişleri Bakanımız daha önce bu sanıkların iş ortağı idi!.. Gazete çıkartmak için Nehir Medya adlı bir şirket kurmuşlardı… Bu arada hatırlatırım, “Aytaç” şirketi de TSK’ne mal satması yasaklanmış şirketlerin arasındaydı…


 


 Kamuoyundaki yaygın kanıya göre, AKP’nin kuruluşundaki finansmanı, Deniz Feneri e.V. yurt dışında çalışan işçilerden topladığı paralar ile sağlamıştı!.. Daha kuruluşunda şaibeli paralar ile yasa dışı hale gelen AKP’nin sadece bu bağlantısı bile başlı başına partinin kapatılma nedenidir!.. Yeni bir kapatma davası açılabilse, bizim “Deniz Feneri”nin içinden ne “el fenerleri” çıkar!..  Bütün bu gerçeklere rağmen, hükümetin her geçen gün “iki kişiden biri”nin desteğini alarak büyümesini ise, anlamak mümkün değil!.. Aklıma gelen ters bir soru daha var; onu da paylaşmak isterim: Acaba “iki kişiden biri” şimdi bu yasa dışılıkları “meşru” mu görüyor?.. Öyleyse eğer, yandığımızın resmidir!..


 


 Hükümet, soruşturmayı yürüten savcıları görevden aldırdıktan sonra, elinden gelse  “Deniz Feneri” adını da yasaklayacak!.. Bunu şimdi de yapabilirler belki. Yetki kanununa bile ihtiyaç duyacaklarını sanmam. Örneğin, yarından itibaren “Deniz Feneri”ne “El Feneri” denilmesini zorunlu kılan bir Kanun Hükmünde Kararname çıkartabilirler!.. Biliyorsunuz Kanun Hükmünde Kararnameler, uzun tatil gibi durumlarda, acil yasaları çıkartmak için kullanılırdı. Şimdi bu yöntemle Meclis devre dışı bırakılıyor. Nasıl olsa bugünlerde kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyecek aygıt da işlemiyor.  Biliyorsunuz bir zamanlar bu işleri yapan  mahkemenin adına Anayasa Mahkemesi deniyordu!.. Wikileaks’tan sızan belgelere göre, bu en yüksek mahkemenin başkanı Haşim Kılıç, şimdi ABD elçilerine bilgi sızdırıyormuş!.. Siyasi partilerin kapatma davalarına bakmakla görevli en yüksek mahkemenin başkanı, ayrıca ABD elçilerine CHP aleyhine söylemediğini de bırakmamış… “İki kişiden biri”nin 12 Eylül Referandumu ile Anayasa Mahkemesi’ne verdiği son şekil de böyledir işte… O bakımdan ondan da bize bir fayda yok!..


 


 Her neyse, bakalım hükümet bu zam furyasından “iki kişiden biri”ni nasıl koruyacak!.. Aksi halde o cephede çözülme başlar!.. Zira geniş yığınlar, AKP’ye  acil gıda yardımları ve kömür ile bağlanmışlardı!.. Mideden hortumlar kesilince yeni arayış başlar. Zira, tekel ürünlerini tüketenlerden alınacak dolaylı vergiler, cari açığı kapatmak için kullanılacak. Bu son “güncelleme”lerden gelecek paradan, yandaşların payı olmayacak!..


 


***



           Antalya’nın Muratpaşa İlçesi’nde bir Milli Eğitim Müdürü var. Adı: Erdem, Soyadı: Kaya. Müdür Bey, tam da bu ara kaya gibi sağlam bir buluş yapmış! Üstüne vazifeymiş gibi son günlerin en çok tartışılan konularından birini, kişinin “sosyal alanını”  metre ile belirlemiş… Bundan böyle kızlara 1 metreden fazla yaklaşılamayacakmış! Bu yasağı yazılı hale getirip, ilan ettikten sonra, gerekçesini de açıklayıvermiş. Müdür Bey, öğretmenlerin rencide edilmemesi ve her hangi bir ithama maruz kalmamaları için böyle bir karar aldığını savunuyor!.. Kendisi de bir öğretmen olan müdüre göre, öğretmenler potansiyel sapık!..  Kız öğrencilere 1 metreden fazla yaklaştıklarında, cinsel istismarda bulunabilirlermiş! Şu kafaya bakar mısınız?.. Gerekçesi bu kadar basit işte. Mili eğitimimiz kimlere teslim edilmiş. Müdür Beyimiz, böyle bir önlemi gerekli görmüş ve uygulamaya koymuş! Belli ki Erdem öğretmenin analitik düşünme yeteneği yok. Tarihe geçeceği kesin olan bu kararda, hazret erkek öğrencilere yaklaşma mesafesini unutmuş!.. 



 Erdem öğretmenin az ilerisinde bir yerde, emekli bir yargıç var. O da ayrı bir alem adam. Elinde tükenmez bir kalemi var, yazdıklarını on binler okuyor bugün. Adı: Nusret, Soyadı: Çiçek. Eski adalet bakanlarından Şevket Kazan’a danışmanlık yapmış. Anımsadınız mı bilmem. Şevket Bey 1997 yılında: “Aydınlık Türkiye İçin Bir Dakika Karanlık” eylemleri için “Mum söndü oynuyorlar” demişti!.. İşte Nusret Bey, o bakanın danışmanlığını yapmıştı.. Tencere kapak hikâyesi yani… Eski yargıç,  geçen dönem AKP’den Ankara Milletvekili Aday Adayıydı. Temayül yoklamasından çıkamamıştı. Bu nedenle olsa gerek, AKP’lilerden söz ederken, “bizimkiler” diyor. Meşhur Hüseyin Üzmez gibi o da Vakit Gazetesi’nde yazıyor… Son köşe yazılarından birinde: “Sokaklardaki dar pantolon giyen kadın popolarındaki iğrençlik Meclis’e taşınıyor” demişti. AKP’lilerin Meclis’te pantolona serbesti getiren yasa teklifini kıyasıya eleştiriyor. Pantolonun “cinsel teşhir” olduğunu savunuyor bu eski yargıç!.. Pantolon giyilmesine karşı olduğuna göre, kafasında “şalvar” olduğu belli..O da Antalya’daki  Erdem öğretmen gibi,  teorisinde erkekleri unutmuş!..


 


 Anlaşılan o ki, bu iki “cinsel taciz uzmanı”, erkeklere de taciz yapılabileceğini düşünemiyor, kafaları şalvarın dışına basmıyor bir türlü! Ama ahlak bekçiliği hususunda kendilerini uzman ve yetkili sayıyorlar. Belki de erkeklere tacizi  “normal” görüyorlar, kim bilir!..


 


 Her neyse,  bugün bu iki değerimizle ne kadar övünsek yeridir deyip geçelim.. Ne de olsa biri, kişinin “sosyal alanı”nı keşfetmiştir, diğeri dar pantolon altındaki kadın “poposunun çirkinliğini”!.. İkisine de aferin!..


 


***



 Bu şaklabanlıkları geçelim isterseniz. Önümüzde önemli konular var, onlar güme gitmesin! Magazin değeri bile olmayan bu tür haberlerle eş zamanlı olarak komutanlar Hastal’dan uyarıyor. Halkın dikkatini çekmek istedikleri konu, hayati önemi sahip. Üstelik son zamları bile gölgede bırakacak kadar önemlidir…


 


 Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Cem Gürdeniz konuşuyor. Paşa: “Doğu Akdeniz’deki en muharip amiral ve albaylar seçilerek tutuklanıyor” demiş. Gürdeniz, bu sözlerinin ardından Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervleri hakkında bilgi veriyor: Türkiye buralardan uzaklaştırılmak ve sadece Antalya alanındaki rezervlerin yüzde beşine hapsedilmek istenmektedir. İşte oyun, belki de “oyun içinde oyun” budur… Amiraller, “Mavi Vatan dediğimiz Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de hak savaşındadırlar ve tutuklamalarda, donanmayı hazırlıksız bir savaşa sokmakta hedef budur, diyorlar. 25 Şikellik CD’ler bahanedir, mesele donanmadır”!..


 


1 metrelik “sosyal alan” ve “dar pantolon altındaki kadın poposunun çirkinliği” üzerine söylenenler, sadece ve sadece bu gerçeklerin tartışılmasını engellemek içindir… 


 


 “İki kişiden biri”ne bir soru daha soruyorum: Komutanın ne dediğini anladınız mı? Öyleyse ben anladığımı aktarayım: Komutan diyor ki: Darbe planı yapmak vs hepsi bahanedir, asıl mesele Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarını yağmalamaktır. Ulusalcı komutanların hapislere tıkılmasının asıl nedeni budur. Bu bir savaştır!.. Görüldüğü gibi cephenin arkasında bırakılanlar, “iki kişiden biri”nin hükümete verdiği destek nedeniyle, bu yağmaya karşı koyamamaktadır!..  Diğerleri için “NATO Subayı” diyorlar ve haksız değillerdir!..


 


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..