CHP sağlam kazığa nasıl bağlandı ?

CHP sağlam kazığa nasıl bağlandı ?
1 Nisan 2013 11:02

Kılıçdaroğlu’na yakın Tuncelili bir “siyasetçi” konuşuyor:

 

 

 

 

 

Cemil CAN H&H YORUM

 

 

Genel Başkanım sizi önümüzdeki dönem, çok önemli ve sorumluluğu ağır bir görevde değerlendirmek istediğini söylediğini duydun mu? Ayaküstü öyle kulağınızı çınlattık. Senin için, pekala milletvekili veya  belediye başkanı olabilir dedi. Kimden ne eksiğin var sanki. Parti Meclisi üyelerine bakıyorum, çoğu eline su dökemez. Eğitimse eğitim, yürekse yürek… Ne aranıyorsa  fazlasıyla sende var sende… Yerinde olsam; İl Genel Meclisi veya Belediye Meclisi üyeliği gibi tekliflere  “evet” demem…

 

Cancağızım; bizim partide o kadar çok hayranın var ki… Bir o kadar da kıskananın tabi. Bu geçiş döneminde kendini harcamamalısın! Sana bu ülkenin çok ihtiyacı olacak. Bazı arkadaşlarımız, bir dönem partide danışman olarak çalışmanı isteyebilirler, sakın onlara kanma! Buna bizim partide “ön kesme” diyorlar. Biliyorsun bürokraside olduğu gibi siyasette de yükseldikçe kadrolar azalıyor. Örneğin; bir partide iki genel başkanlık kadrosu olamaz. O bakımdan, aynı makama talip olanlar, birbiriyle yarışarak yükseliyor. Ne yazık ki, yarışmada özel yaşam dahil, pek çok konu masaya yatırılabilir. Can ciğer bir arkadaşın, eğer rakibinin kadrosunda yer almışsa yandın! Bir tek onunla paylaştığın özel yaşamına ait sırları, bir gün gazetelerde okuyabilirsin. Böyle bir konu yüzünden, yarışı kaybedebilirsin.  Siyasetin en sevmediğim yanı budur Azizim… Aman kendine dikkat et!..

 

 

 

 

Genel Başkanın gözünün  üzerinde olması ne büyük şanstır. Kendini “uzman” satmaya çalışan ve bunun için kanalları dolaşanlar var ya, onların talip olduğu bütün görevler, senin  talip olman halinde, bankodur.  Buna yürekten inanıyorum.  Gözünü seveyim, çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Parti disiplininden sakın ayrılma, olur olmaz yerlerde de Genel Başkan’ı eleştirme. Zaten sana yakışmaz. Nihayet, o da senin benim gibi bir insandır. Hatalar yapabilir, hatalı değerlendirmeleri olabilir. Biz “yol arkadaşıyız”, birbirimizin hatalarını göstermekle değil, örtmekle görevliyiz. Genel Merkez’deki çekirdek kadro, senin için çok iyi şeyler düşünüyor!.. Bunu hiç bir zaman aklından çıkartma!..

 

 

Bu ve benzeri tavlayıcı sözlerle; sİyaset yapmaya heveslenenlere dağıtılan mavi boncuk, pek çok yurtseverin kendiliğinden yapacağı protesto eylemlerini engeliyor. Eleştiri yapmaktan alıkoyuyor insanları. Siyasetin önünü böyle tuzaklarla tıkıyor, siyasetçilerin yolu böyle kesiliyor…  Yüksek mevkilere geleceğine inanan ve oralarda çok ve daha önemli görevler ifa edeceklerini sananlar, ne yazık ki, suskun kalıyorlar. İnsanoğlu böyledir işte. Kendisini fazlasıyla önemser ve çoğu zaman da egosuna yenik düşer. Bu şekilde girilen  sessizlik koması içinde, yine de kendilerin avutabiliyorlar: Şimdi yapmam gerektiği halde yapamadığım işleri, günü geldiğinde, o önemli makam ve mevkilere getirildiğimde, fazlasıyla yapacağım diyor kendilerine.  Yetkili ve görevli olduğunda, millete ve memlekete çok daha yararlı olabileceklerini sanıyor. O bakımdan, öğütlendiği gibi sabırlı olup, susuyorlar. Bu yıpratıcı “Süreç”i geçelim hele, sonrası Allah kerim diyorlar!..

 

 

 

Buyurun  işte, size en değme siyasetçimizin röntgeni işte…

Siyasete bu tür yargılarla girildiğinde; ne yanlışlara karşı çıkılabilir ne de insanın içindeki “otosansür”  mekanizmasının çalışması durdurulabilir. Örneğin, bunca olup bitene rağmen, hala CHP’den neden ses çıkmıyor sorusunun yanıtını da burada aramak gerekiyor! Bir neden daha vardır kuşkusuz: O da ön seçimi küçümseyip, merkez yoklaması yöntemiyle; “söz dinletecek” insanların yerine “söz dinleyecek” olanların tercih edilmesidir elbette. Siyasetin önü böyle tıkanmıştır ülkemizde. Sorumluları da bellidir. Bu  durum, siyaset baronları için arzu edilmiş bir sonuçtur ve bir tür açık çek hükmündedir. Halktan her zaman  peşin alınmak istenir!.

 

 

 

 

 

 

 

Şimdi söyleyeceklerimi can kulağınız ile dinleyin lütfen!

 

İsrail’in Mavi Marmara olayı ile ilgili olarak “sözlü” özür dilemesi üzerine, Başbakan yaptığı konuşmada; “eşeği sağlam kazığa bağlamaktan” söz etmişti. Ne zaman söz kazıktan ve eşekten açılırsa, aklıma hep Y-CHP’nin seçmenine attığı kazık gelir. Y-CHP, gündeme taşınan hayati öneme sahip konularda, yetkili kurullarını toplayıp, ortak akılla görüş oluşturmaktan nedense özenle kaçınıyor. Genel Başkan’ın bir yerlerden kulağına üflenen sözler, üstelik emrivaki de yapılarak, alel acele yandaş bir kanalda açıklanıp, parti sağlam bir kazığa bağlanıyor!.. Çoğu kez, BOP kapsamında olan ve AKP’nin kısa bir süre sonra uygulamaya koyacağı politikalar, bir bakıyorsunuz Kılıçdaroğlu tarafından açıklanıveriyor! İnsan o anda Y-CHP’yi, koalisyonun gizli ortağı sanıyor.

 

 

 

 

 

Partililer de Genel  Başkan’la ters düşmemek ve olası siyasi geleceklerini tehlikeye atmamak için seslerini çıkartamıyorlar!..  Arada çıkan tek tük sesleri ise,  “çok seslilik” ile geçiştirebiliyorlar. Bu yöntem işe yaramazsa “parti disiplini” sopası  devreye sokuluyor… Kim ne derse desin TESEVCİ ekip bu konudaki başarısı tartışılmaz!..

 

 

 

Söz sopaya kadar gelmişken, bir hususu daha aktarmak istiyorum. Türkiye siyasetinde, son derece etkili olan yeni bir sopa ile tanışmaya ne dersiniz? Bu seferki; tanıdığınız cinsten bir beyzbol sopası değil! ABD’nin, AKP’ye gösterdiği yeni sopa: Kılıçdaroğlu’dur! Ne zaman Erdoğan, ülkemizin çıkarlarına göre bir iş yapmaya çalışırsa,  ABD ona derhal Kılıçdaroğlu sopasını gösteriyor. Muhtemelen, ardından şu sözler de ediliyor: Geçmiş 10 yıl içinde, kabinenizi bir kaç kez ipe götürecek ağırlıkta suçlar işlediniz. Şimdi sırtınızdan elimizi çekip, CHP’ye destek verdiğimizi düşünün. Anında tepe taklak olursunuz! Bu sözlerle başlayan bir konuşmanın devamında, söylenecekleri tahmin etmek hiç de zor olmasa gerekir. O halde devam edelim: Beyler! Şimdi sizin “Ergenekon Mahkemesi” hala orada duruyor. Hesabını veremeyeceğiniz ne kadar da çok icraatınız var. Bu özel görevli mahkemeye, şimdi hesap verin bakalım! Özellikle de TSK’yı tasfiye etme konusunda, bizimle yaptığınız işbirliği, Türk halkı tarafından af edilir gibi değil! Sadece bu olay bile, hepinizin çırasını yakmaya yetebilir.

 

 

 

 

 

Beş altı yılda, Silivri toplama kampında, üstelik ne ile suçlandığınızı da öğrenemeden, öylece tutuklu kalacağınızı düşünün. Böyle bir yargılamaya müstehak mıyız sorusu hiç aklınıza geldi  mi? Eeee, düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Hukuku ayaklar altına alarak, haksızlık ettiğiniz nice insanla doğrudan karşılaşmayabilirsiniz ama kürsüde oturanların, onların çocuklarının olmamasını garanti edemezsiniz! Yemin ederiz, içine düştüğünüz bu bataktan sizi, bizim Kılıçdaroğlu bile kurtaramaz!..  Allah’tan idam cezasını kaldırarak, kendinize son bir iyilik daha ettiniz!..

 

 

 

 

 

Benzer sözlerle, hükümetimiz yıllardır manevi baskı altında tutulmaktadır!.. 

Bu nedenle, hükümete Türk Milleti aleyhine yaptırılan işler ile bu işleri yaparken, hükümetin işlediği suçlardan, AKP iktidarlarını sorumlu tutmak çok da adaletli davranmak kabul edilemez!?.. Zira o suçları işleyen hükümetlerin, ceza ve fiil ehliyetleri yoktu!.. Diyet ödüyorlardı ABD’ye. AKP iktidarları zamanında hukukun üstünlüğüne saygılı olsalardı, şimdi   böyle bir savunmaya sığınabilirlerdi… Yine de bu durumu, bir cezayı hafifletme nedeni olarak kabul edebiliriz!..

 

 

 

 

 

 

PKK’nin “Akil adamı” İlter Türkmen için Sovyetler Birliği’nin Yüksek Prezidyum Başkanı Podgorni, vaktiyle TBMM Başkanına: “…sizin bu büyükelçiniz Amerikan casusudur” demişti. Bu konu ile ilgili olarak Aydınlık Gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller’in köşe yazısını okumanızı öneriyorum.(1) İlter Türkmen’in, Amerikan casusu olduğuna inanırsınız, inanmazsınız sizin bileceğiniz. Ben size Amerikanın, başımıza çorap örmekle meşgul bir has adamını daha tanıtmak istiyorum. O da  Türkmen gibi büyükelçilikten gelmiştir. Adını söylemeden önce, hukuksal bir duruma özellikle işaret etmek isterim. 

 

 

 

 

 

Yürürlükteki Anayasamızın 87. maddesini aşağıdaki dipnotların arasına yerleştirdim.(2) 87. maddede; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri yazılıdır. Bir de üç  numaralı dipnottaki bağlantıyı açıp okuyun lütfen. (3) Orada TBMM İç Tüzüğü ile TBMM’ndeki komisyonları göreceksiniz. 20. maddeye  kadar olan hususları atlayın. Gördüğünüz gibi TBMM’nde 18 tane “İhtisas Komisyonları” vardır… Birazdan soracağım soruya doğru yanıt verebilmek için, Anayasa hukuku uzmanı olmanız gerekmiyor. Okuma yazma bilmek ve okuduğunu anlayabilmek yeterlidir! Biliyorsunuz Abdullah Öcalan’ın TBMM’nde kurulmasını istediği “Akil Adamlar komisyonu”nu için Y-CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu üstünü başını parçalamaktadır! Kılıçdaroğlu’nun; AKP’nin önerisi ile Y-CHP’ninki arasında 180 derece fark olduğu savunuluyor. Doğru değil tabi.

 

 

Bu açıklamanın ne anlama geldiğini tartışmaya başlamadan önce, bu fikri ısrarla savunarak, kamuoyunun gündeminde tutan bir diğer siyaset adamını, Y-CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı O. Faruk Loğoğlu’nu tanıyalım: Beyefendi, Tarsus Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra, ABD’de Brandeis Üniversitesi’nden mezun olmuş ve Princeton Üniversitesi’nde siyasi ilimler alanında doktorasını almıştır. Dışişleri Bakanlığı’na katılmadan önce Vermont eyaletindeki Middlebury College’da siyasi ilimler alanında bir yıl öğretim üyeliği yapmış, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Vaşington büyükelçisi görevine atanmıştır. (4) Her konuda ABD’nin çıkarlarından önce Türkiye’nin ali çıkarlarını gözetmesi gerekir!..  Aldığı eğitimin gereği budur…

 

 

Y-CHP’nin büyükelçilikten gelme Miletvekili Loğoğlu, Anayasamızın 87. Maddesine ve TBMM İçtüzüğüne göre, TBMM’nin yapamayacağı bir iş için, komisyonunun kurulmasını istiyor. TBMM İçtüzüğü’nün bağlantısını da veriyorum. 20’nci maddeden itibaren okuyun, sonra devam edersiniz. Göreceksiniz ki, mevzuatımızın hiç bir yerinde; “Akil Adamlar Komisyonu” ve “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulmasına olanak verecek bir tek hüküm yoktur…(5)

 

Y-CHP’nin bu tavrı ile ne yapmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü?..

 

 

Özetle Y-CHP, AKP’ye diyor ki: Siz kurulacak olan bu komisyonların anayasa aykırı olmasına aldırış etmeyin. Yasayı çıkartın ve bu komisyonları kurun. Biz sesimizi çıkartmayacağız, size muhalefet de etmeyeceğiz. Anayasa Mahkemesi’ne de başvurmayacağız. Zaten Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Süreç”i desteklediğini açıklayarak, bu konuda yapılacak başvurular için daha şimdiden oyunu peşin olarak açıklamıştır…

Görüldüğü gibi ABD, PKK, BDP ve AKP  “süreç”te en zor işi, CHP’nin sırtlanmasını istemektedirler. Zaten  daha önceden BDP’nin önerdiği “Akil Adamlar” listesinde bulunan 705 kod numaralı Sezgin Tanrıkulu, şimdi Y-CHP’de Genel Başkan Yardımcısıdır. Dolayısıyla Genel Başkan ile iki Yardımcısı, “Bu kişiler ‘Akil Adam’lardır”  dediler mi, buna parti içinden kimse  karşı çıkamaz! Karşı çıkanlar ise, aynı zamanda Genel Başkan’a karşı gelmiş olacağı için, ya  partiden ihraç edilirler ya da bir daha hiç bir yere aday gösterilmeyecek şekilde dışlanırlar! Gelecekte CHP’de siyaset yapmaya heveslenenler içerisinden, mavi boncuk dağıtılmış olanlar ise, böyle bir durumu kolay kolay göze alamazlar!  Buyurun hodri meydan,  Halep oradaysa, arşın buradadır!..

 

Bir tek CHP’nin “son kale” olarak ele geçirilemediğini savunanların aklına şaşarım!

 

 

***

 

 

Şimdi sırası geldi açıklayalım: “Akil Adamlar” komisyonu kurulmasının fikir babası; Apo, BDP,  AKP veya Y-CHP değildir. Bu stratejik kurum, ilk defa Endenozya’da uygulanmış, ardından Yugoslavya’da milli devleti parçalamak için kullanılmıştır. Bu ihanet fikrinin büyük babası ABD olmasına rağmen, Y-CHP bu fikri evladı gibi sahiplenmektedir. Nedeni ise bellidir: İleride kendi fikrini desteklemek zorunda kalmak tabii ki! Öyle ya, iktidar muhalefetin isteğini yerine getirdiğinde, muhalefet buna karşı gelebilir mi? Muhalefetin, kendi karar taslağını desteklemesi kadar doğal ne olabilir? Dolayısıyla AKP’nin, ilerleyen günlerde, TBMM’ni de işin içine sokacak şekildeki girişimlerine, Y-CHP hiç bir şekilde itiraz edemeyecektir! Kılıçdaroğlu, aylar önceden sürecin adını “Analar Ağlamasın” olarak koyarak,  verilen görevi yapacağını belli etmiştir. Öcalan’ın “Yol Haritası”nı daha o günlerde koltuğunun altına sıkıştırıp yola çıkmıştı!.. ABD’nin “Büyük Kürdistan”ın (Üçüncü İsrail) kurulması yolunda, geride bırakılmasını şart koştuğu bu etap, anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu ile geçilecektir…  Başka bir söyleyişle;  CHP “kaset olayı” ile  çok sağlam kazığa bağlanmış ve Y-CHP’ye dönüştürülmüştür!..  Şimdi söyler misin İlter Türkmen mi ABD’nin ajanıdır, yoksa Kılıçdaroğlu, Loğoğlu ve  Tanrıkulu gibiler mi  ABD’nin has adamlarıdır?..

 

 

***

 

TBMM bu işlerin içerisine sokulunca neler olacak?

Herşeyden önce, PKK “taraf” olarak tanınmış olur. Doğal olarak işin içerisine “Uluslararası Hukuk” da girmiş olur!..  Birleşmiş Milletler’de ABD mi etkilidir yoksa  Türkiye mi? Bu soruya vereceğiniz yanıta göre, ulusal çıkarlarımızın Birleşmiş Milletler’de nasıl güvence altına alınacağına da bir yanıt verin.  Dilerseniz konuyu biraz daha açalım. Biliyorsunuz, BDP’nin sahaya sürdüğü en son slogan: “Kürtlere statü, Öcalan’a özgürlük”tü. Öcalan’a “özgürlük” son derece açık ve anlaşılır bir istektir. Bunu anlayabiliyoruz: Kürt halkı, 43 bin kişinin ölümünden sorumlu olan bebek katilinin,  serbest bırakılması istiyor. Sloganın asıl büyülü olan bölümü: “Kürtlere statü” kısmıdır. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre, Statü; Bir kimsenin, bir kurum veya bir toplum içindeki durumunu ifade ediyor. Kürtlerin statüsü ise, Türk Milleti içerisinde Kürt “etnisite”sinin(6) durumunu ifade eder ki, bunu açıklamaya gerek bile yoktur. Zira bu anlamda Kürtler; tıpkı Türkler, Lazlar, Çerzekler, Gürcüler vb. gibi  eşit bir statüye sahiptir. O halde PKK’nın “statü” ile anlatmak istediği, bu durum olamaz! “Kürtlere Statü”: PKK militanlarını “özgürlük savaşçısı” olarak kabul edip, tanımaktır. Savaşan “taraf” hiç bir şekilde suçlu sayılamaz zaten. Günümüzde, savaşta düşman tarafından insan öldürenlere madalya bile veriliyor. İnsan öldürmek bir tek savaşta suç değildir. O bakımdan, savaşan taraf statüsü, af yasasından çok daha etkili ve önemlidir. Kaçırmayalım; işin özü buradadır!..

 

 

 

 

Bu bilgiden sonra, TBMM’nde “Akil Adamlar” komisyonu kurmanın sonucunun ne olabileceğini kestirmek hiç de zor olmasa gerekir. Onun için, önce bu komisyonun ne iş yapacağını tartışalım: “Akil Adamlar” komisyonu, PKK militanlarının sınır dışına çıkmasına nezaret edecektir. Başka bir deyişle, Meclis kararına dayanılacağı için, güvenlik kuvvetleri bu katilleri yakalayıp, adli makamlara teslim edemeyecektir! Sonra, silahları ellerinde diledikleri ülkelere gidip, yerleşebileceklerdir. Bu konuda da kendilerine her türlü yardımlar yapılacaktır! Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu ağır suçluları, daha sonra hiç bir şekilde takip de edemeyecektir! Çünkü bu işler, TBMM’nden çıkartılacak bir kanuna veya karara dayandırılarak yapılmış olacaktır…

 

 

 

Sonuçlardan geriye doğru bakarsak; yapılan ilk işin suçluların silahları ile birlikte sınır dışına çıkmasına göz yummak olduğu görülecektir. İkinci aşamada PKK’lı suçlulara  “Analar Ağlamasın” adı konulmuş bir özel af çıkartılmış olacaktır! Her iki eylem de yürürlükteki mevzuatımıza göre ağır suçtur! Zira bir hareketi suç olmaktan ancak yasa ile çıkartmak mümkündür. Yasalar genel olur ve TBMM’nde çıkartılabilir. PKK’nın, illa da muhalefeti işin içinde görmek istemesini bu yüzden iyi anlamak gerekir. PKK’nın kendisinini TBMM’ne muhatap kabul ettirmek istemesi elbetteki boşuna değildir.  Taraf statüsü kazanılınca, artık bir yasa çıkartmaya gerek kalmadan, mevzuata aykırı olarak kurulan o “Akil Adamlar Komisyonu”nun marifeti ile af sonucunun elde edilmesi mümkündür. Öte yandan, muhalefet de işin içerisinde olduğundan, çıkartılacak olan yasanın Anayasa’ya aykırılığı da ileri sürmeyecektir!..

***

 

 

 

Bu işler tamamlandıktan sonra, PKK aynı zamanda TBMM kararı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin toprakları içerisinde yaşayan bir “milliyet”ten “ulus” statüsüne taşınmış olacaktır! Dolayısıyla “Kürt Ulusu”na karşı yapılacak olan insan hakları ihlallerine, Birleşmiş Milletler rahatlıkla karışabilecektir. Uluslararası mevzuat çerçevesinde bu mümkündür.(7) Ayrıca “Kürt ulusunun”, diğer uluslar gibi  “kaderlerini tayin etme hakkı” kendiliğinden tanınmış olacaktır… Kürtler, bu çerçevede dilerseler kaderlerini bağımsız bir devlet kurmak şeklinde tayin edebilirler artık. Eğer, tercihleri bu yönde kullanırlarsa, doğrudan Birleşmiş Milletler’in koruması altına gireceklerdir. Sonuç: Yugoslavya’da olduğu gibi olacaktır. Türkiye parçalanacaktır. İşte “Kürtlere Statü” istemenin bizi götüreceği yer burasıdır!..

 

 

 

 

 

Nedense, bu durumu en çok isteyenlerin başında, bugünlerde “Anayasanın ilk 4 maddesi bizim kırmızı çizgimizdir” diyerek Atatürkçüleri sakinleştirmeye çalışan Y-CHP gelmektedir. İlk 4 madde içerisinde devletin şekli ve değiştirilemez niteliklerinden birinin “laiklik ilkesi” olduğunu hatırlatmak isterim. Çarpıcı bir örnek olarak; Y-CHP’nin “türban sorununu biz çözeriz” dedikten sonra, ortalığa düşmesi ve bu sorunun nasıl çözüldüğü ortadadır. Y-CHP’nin kadınlara türban dağıtmasını veya çarşafa CHP rozeti takmasını unutalım gitsin. Kılıçdaroğlu’nun “kırmızı çizgi” sözlerinin gaz almaktan başka bir amacı olmadığı açıktır. Aynı şekilde CHP Programı’na aykırı bir şekilde(8) “Kürt sorunu”nu da TBMM’nde “Akil Adamlar Komisyonu” ile çözmeye talip olan, yine Kılıçdaroğlu ve ekibidir!.. “Analar Ağlamasın” edebiyatı ile duygu sömürüsü yapanların, önde gideni de onlardır. Ne yazık ki,  ülkemizi adım adım parçalamaya götüren bu sürecin, en önemli aktörleri, bu ülkeyi düşman işgalinden kurtardıktan sonra Cumhuriyet’i kuran o yüce insanların örgütü olan CHP’nin son Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile toz kondurmadığı SOROSÇU ekibidir!..

 

 

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:
(1)http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/mehmet-ali-gueller/20334-baskanin-tum-adamlari.html
(2) ANAYASA
II. Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri
A. Genel olarak
MADDE 87- (Değişik: 3/10/2001-4709/28 md.; 7/5/2004-5170/6 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.
(3)http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyonlar_sd.liste
(4)http://tr.wikipedia.org/wiki/Faruk_Lo%C4%9Fo%C4%9Flu
(5)http://www.tbmm.gov.tr/ictuzuk/ictuzuk.htm
(6)Etnisite: Etniklik, genel anlamda bir sosyal gurubun ırk, dil veya millî kimliğidir.
(7)Cenevre sözleşmeleri ya da Cenevre Konvansiyonları, İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılmış dört muahededir. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış önemli sözleşmelerdendir ve uluslararası olan veya olmayan çatışma durumunlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler.1859 yılındaSolferino Savaşı’nda yaşanan vahşete şahit olarak etkilenen Jean Henry Dunant’ın çabaları sonucunda oluşmuştur. Silahlı çatışma hukuku veya harp hukuku olarak da bilinen uluslararası insancıl hukukun temel kaynağıdır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Cenevre_S%C3%B6zle%C5%9Fmeleri
(8) CHP Programına göre, “terörle müzakere değil, mücadele” esas alınmıştır.

 


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..