Çanakkale Zaferi’nde Ruhumuz ve Anzaklar
18 Mart 2022 08:02
Halkın Habercisi ailesi olarak, 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri anma gününüz kutlu, Cuman’nız Mübarek olsun.
Numan ALADAĞ H&H YORUM
Bu Mübarek günde, Şanlı tarihimizdeki Kahramanlık destanlarından birine kısaca temas etmek istiyoruz:
O destan; Birinci Dünya Savaşın da yazılan Çanakkale ve Avusturalya-Silver şehri-Brokin Hil savaşında, iki Kahraman Türk şehidin destanıdır.
Savaş, bir milletin haysiyetini ve varlığını ortaya koyduğu en zor sınavdır. Yalnız silahların konuştuğu sanılan bu sınavda ancak maddi güç, manevi değerlerle beslenip desteklendiği sürece zafere ulaşılır. Savaş gibi bir ölüm kalım muhasebesinde başarı şansı döneminin Milli beraberliği koruyucu ve pekiştirici çalışmalarıyla çok yakından ilgilidir ve mücadele, çok daha önceleri, barış yıllarında kazanılır veya kaybedilir.
Tarihin karanlıklarına gömülü çağlardan bu yana binlerce yıllık hayatı boyunca Türk Milleti, her dönemde, sayısız zaferler kazanmasını bilmiştir. Denilebilir ki, zaferin sınırsız zevkiyle olgun maneviyat arasında, hiç bir millet, Türk kadar sıkı bir ilgi kurmayı başaramamıştır.
Ekonomik gücün eseri askeri zaferlerle ruh dünyasının, Türk Milletin de mevcut bu ahenkli birleşmesine özellikle dikkati çekmek gerekir. Çünkü bu, bizim hangi nedenlerle savaşla dost, zafere dost, zafere tutkun olduğumuzu ve neden ölümsüz millet hüviyetiyle yükseldiğimizi gözler önüne serecek en değerli dillerden birini teşkil eder. Ve ayrıca tarih de onaylıyor.
Zaferde cesaretin ön planda etkisi olduğu bir gerçektir. Ancak bu özelliğin bir toplumu, millet bütünlüğü halinde başarıdan başarıya koşturmak için yeterli olmadığı da bir gerçektir. Tarihin bütün açıklığıyla ortaya koyduğu gibi savaşlardaki civanmertliğimiz, mağluplar karşısında asil tavrımız, buyruğumuz altına giren kavimler hakkındaki insancıl düşüncelerimiz Türklerin ne kibirlenme, ne de sömürme amacıyla değil, fakat toplumu ilerletmek ve dünya uygarlığından bütün cihanı nasipli kılmak için çarpıştıklarını ispat eder. Esasen Türklerin asıl başarısı da harikulade tutumlarında gizlidir. Büyük milletimizin bu kudretini, her toplumda az çok rastlanan, cesaretten çok, o cesaretin kültür ve insancıl duygularla kaynaşmasının ürünü olan yiğitliğinden almaktadır. Türk yiğitliğinin tarihi belgelerle tespiti her zaman mümkündür.
Türk zaferlerini anlatırken yiğitlik, hak ve adalete dayanan yasa saygısı gibi etkenler arasında Büyük Türk Milletinin savaşçılık imkanlarını söz konusu etmek de gereklidir. Bu özelliği ile Türkler, dünyanın her bölgesindeki savaş alanlarının şartlarına uygun tabiye (Taktik) sistemleri bularak ve çağın et etkili silahlarını kullanmakta tarihte yerini alan bir çok başarı göstererek ”İhanet şebekesi” bir çok ülkede kendilerine karşı kurulan direnç setlerini kolaylıkla yıkmış, düşmanlarını zaferle yenmiş, bu yolla şanla dolu, çok zengin ve çok renkli tarihlerini yaratmışlardır.
Karşılaşmalar çok kez, güç yönünden, dengesizlik içinde olmuş, fakat düşmanların bilmedikleri savaş aletleri ve gene onların beceremedikleri savaş taktikleri sayesinde az sayıda Türk, kalabalık düşman ordularını perişan etmeyi başarmıştır. Azın çoğu yenmesi, yani niceliğin niteliği kovması, Türk Zaferler Tarihinin değeri, üzerinde ısrarla durulması gereken çok önemli bir özelliğidir
Büyük Türk Milletinin, ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hayal edenler, Türk Ordusu, Türk Ulusu kadar eski bir geçmişin sahibi olduğunu unutmayıp, aşağıda yazdıklarımızın gerçeklere ve tarihte yeri silinmeyecek stratejik önem taşıyan bu bilgilerin paylaşımını iyi okuyup anlayarak, Türk Milletine iftira ile zulm etme düşüncesi olan ”İhanet şebekeleri” nin, ilk önce Türkün kim ve ne olduğunu bütün tarih göstermiştir, ifadesini dikkatlice inceleyip ve bir an önce zulm etme düşüncelerinden vazgeçmelidirler.
Türk Milleti hakkında Alphonse De Lamartine’nin özdeyişinde, Türk Milletine düşman gözüyle bakmak isteyenlerin ders alması gerekir: ”Türkler, bir ırk ve Millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Bütün içgüdüleri asilanedir, aşırı coşku içinde yaşayan duygulu bir millettir. Onların yurdu efendiler diyarıdır; kahramanlar şehitler ülkesidir. Bence insanlığa şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun.” bu özdeyiş, güncel ve bencil zihniyetli çıkarcıların kulağına küpe olmalıdır!
1914 Yılında Avusturaliya-Silver şehrine yerleşmiş Türk asıllı iki Osmanlı çalışarak hayatlarını kazanmaktadırlar. Çanakkale Savaşı sırasında Halifeleri’nin İngilizlere karşı Sancak-ı Şerifi çıkardığını ve bütün İslam alemini cihada çağırdığını öğrenirler. Bu sırada Çanakkale cephesine sevk edilmek üzere Avusturalya’nın her bölgesinde asker toplama seferberliği başlamıştır.
İki isimsiz Kahraman Türk, şehrin valisinin karşısına çıkıp şöyle bir öneride bulunurlar:
”Halifemiz size karşı savaş ilan etmiş. Türk geleneklerine ve tarihine göre bizim de buna icabet etmek namus borcumuz ve vazifemizdir. Fakat biz sizin bu kadar zamandır ekmeğinizi yedik. Bırakın gidelim. Sizinle cephede savaşalım. Burada size karşı bir harekette bulunmayı nankörlük sayıyoruz.” Vali gülmüş ve iki isimsiz kahraman Türk’ün taleplerini reddetmiş:
”Bizi tehdit mi ediyorsunuz? Haddinizi bilin, edebinizle oturun yerinizde” İsimsiz Kahramanlar da:
”Eh ne yapalım, bizden günah gitti” diye söylenerek uzaklaşmışlar.
Hemen neleri varsa hepsini satmışlar. İki makinalı tüfekle bol cephane edinmişler. Sonra?
Sonra da Çanakkale’ye gönderilmek üzere limana sevk edilecek olan Anzak askerlerini taşıyan trenin geçeceği dar bir boğaza gidip mevzilenmişler. Namazlarını kılıp helalleştikten sonra, kazdıkları siperlere yerleşmişler.
Üzerinde elde dikilmiş bir Osmanlı Bayrağının dalgalandığı bu siperlerin hizasına gelince, raylar üzerine yığılan taşlar treni durdurmuş; yaklaşık yedi yüz Anzak askerini ölü ve yaralı olarak orada bırakmak zorunda kalmış.
Etraftaki tepelerde Osmanlı kuvvetini arayan Avusturalia ordusu, bütün bu savaşı verenin sadece iki şehit Kahraman Türk olabileceğine çok zor inanmış. Neredeyse bizim bugünkü aydınlarımız kadar gafil olan ve Türk İslam kültürünün gönlündeki hakimiyetini bilemeyen İngiliz valiye de, o iki Kahramanın Mübarek na’aşlarını selamlamaktan başka yapacak bir şey kalmamış.
Değerli okuyucular!
Bendeniz Numan Aladağ, 18/Mart/1998 yılında Avusturalya’nın Queensland eyaletinin başkenti Brisbane’de düzenlenen Anzak törenlerine katıldım. İki Anzak askeri, biri 17, biri de 19 yaşında Çanakkale savaşına gönderilmişler. Törene katılmak için, Brisbane tören alanında karşılaştığım, 1895 doğumlu Dwight Mannix ve 1897 doğumlu Will Science isimli Anzaklar, çantamdaki Türk Bayrağı çıkartmasını görünce hemen yanıma gelip, sevincinden bana sarılarak gözleri yaşardı. Tören bittikten sonra beni yemeğe davet ettiler; kendilerine dedim siz benim misafirim olun, Türk kebabını özlemişsinizdir. Will Sience dedi biz misafirperverliği Türklerden öğrendik olmaz ve ben yine ısrar edince davetimi kabul ederek, Brisbane de en meşhur Türk kebapçısı Kıbrıs Türkü Ahmet İsmail’in, lokantasına götürdüm, lokanta da Türkleri görünce sevincinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Yemeğimizi yiyip hesabı istedim Dwight Mannix, lavaboya gidince gizlice hesabı ödemiş. Yalnız bizim masanın değil, garsona demiş lokantada ne kadar Türk varsa hesabını ben ödeyeceğim diyerek hesabı ödemiş. Benim üzüldüğümü görünce, Mr. Numan Aladağ, Türk Milleti dünyanın en misafirperver Milletidir. Dünya tarihindeki yerini almış ve kendisini kanıtlamıştır. Vedalaşırken Numan Aladağ, Allah aşkına sana maddi manevi nasıl yardımcı olabiliriz ısrarları beni duygulandırdı. Atalarımızın, Türk geleneklerini uygulayarak bizlere bıraktıkları miraslara sahip çıkmalıyız. O törende Atalarımız, Allah korkusunu ve Türk geleneklerini uygulamasalardı, büyük eleştiri ve tepkilerle de karşılaşabilirdim!
MEHMETÇİĞİN RUHUNDA Kİ, ALLAH KORKUSU VE MERHAMETİN ZİRVELEŞTİĞİ AN
Avusturalyalı Horold Vlive Newman anlatıyor: ”30 Haziran günü aralık arazide, siperlerimizin hemen yakınında sinmiş üç Türk askeri bulunduğunu görmüştüm. İçlerinden biri durmadan beyaz bir mendil sallamakta idi, diğer ikisinin ise çok ağır yaralı oldukları anlaşılıyordu. Aramızdaki mesafe 25-30 adım kadar vardı. Bir anda verdiğim kararla, karşılaşacağım tehlikeyi göze alıp siperden dışarı fırladım. Olanca gücümü kullanarak yaralıları taşımaya başlamıştım. 5-6 dakika kadar sürmüş olan bu iş Türk tarafından hiç bir müdahaleyle karşılaşmadım. Halbuki, onlar isteselerdi, anında avlanabilecek çok güzel bir hedef durumunda idim.” Hemen aynı günlerde benzeri bir olay daha başımdan geçti. Türk askerlerinin bizim ön siperlerimize kadar geldikleri bir hücum sonunda, bazılarının çekilmeyerek orada kalmış olduklarını görmüştük. İçlerinden birinin ağır yaralı olmasına elinden silahı bırakmıyor, ateş etmeye devam ediyordu. Nihayet mermisi tükenince, yanına sokulabildik. Baygın haldeydi. Hemen sargı yerine taşıdık. Yaralarından akan kan, iç çamaşırlarını vücuduna yapıştırmıştı. Doktor onları keserek çıkardıktan sonra ancak yaraları sarabilmişti. Bu askerin metaneti, cesareti, orada olanların hayret ve takdirini kazanmıştı. Çok geçmeden geriye, hastahaneye sevk edilmiş bu yiğit delikanlının hayatı kurtarılabilmiş miydi, hala merak ederim.”
”Savaşta bizleri en fazla etkileyen durumlardan biri de, Türk askerlerinin centilmenlikleri olmuştur. Anzak koyu açıklarında demirlenmiş bulunan hastahane gemimiz, Türk topçusu tarafından daima büyük bir dikkatle korunmuştur. Zaman zaman savaş gemilerimiz hastahane gemisine yaklaşınca, Türk topçusu Kızılhaç işaretini taşıyan gemiye zarar vermemek için hemen ateş kesmekten geri kalmıyordu. ”Bunlar ve benzeri olaylar, birliğimizin bütün mensupları üzerinde derin bir saygı ve sempati uyandırmakta gecikmemişti. Pek çoğumuzun düşünce ve kanaatini de ifade ettiğimden emin olarak belirtmek isterim ki, Türklerin karşımızda değil, bizimle aynı safta olmalarını yürekten arzulamıştık. O dehşet verici savaş içinde bizler, Türk Askeri’ni ”Coni Türk” olarak tanımış ve hayranlık duymuşuzdur.
İlerlemiş yaşlarımda yürekten dileğim, Türkiye ile Avusturalya arasında sağlam bir dostluk duygularıyla, ekonomik iş birliğinin kurulması ve sürdürülmesidir.”
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde: ”Vatanı sevmenin imanın bir gereği” olduğu gerçeğine inanmış ve bu uğurda ya şehit ya Gazi olmayı şereflerinin en büyüğü saymış bir millettir. İşte o millet, Türk Milletidir.
Çannakkale savaşında, bazı sanayi ötesi toplum ülkeleri kendilerini ”Dünyada emsali görülmemiş galibiyetlerin mümessilleri…” Türklük hamuru ve İslamlık şuuru ile yoğrulmuş Mehmetçiklerden Çanakkale de öylesine bir ders aldılar ki, bu yenilginin acısını asla unutamayacaklardır.
Yıl 1914, Birinci Dünya Savaşı bütün şiddetiyle devam etmekte… Düşmanlar hepbirlik olup çeşitli bölgelerden topraklarımıza girmek için sürüler halinde saldırmakta… Mehmetçik’te, Vatan için, Millet için, İslam dinini ve iman için var gücü ile savaşmakta, kızgın çöllerde, karlı dağlarda menkıbeler (Din büyükleri) yazmakta…
Çanakkale’de kazanılan zafer, savaşın ve tarihin akışını değiştirmiştir. Çanakkale’de donanım ve maddi imkan bakımından kendisinden güçlü ordulara karşı, inanılmaz bir direniş gösterilmiş, üstün cesaret ve özveriyle, ”Çanakkale geçilmez” dedirten, eşine nadir rastlanan ve Büyük Türk Milletinin, ülkesiyle, Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma hayalinde olanlara karşı, anlamlı bir Kahramanlık destanı yazılmıştır.
Son olarak da, 15 Temmuz günü FETÖ terör örgütüne, iç ve dıştaki ihanet şebekeleri her türlü ekonomik, siyasi ve bürokrasi de destek verenlere de Türk Milleti’nin birlik-beraberlik ruhu, onlara haddini bildirmiştir. Harici-dahili ”İhanet şebekeleri” aklını başına toplayıp, bundan ders almalıdırlar.
Ay-Yıldızlı Şanlı Türk Bayrağının dalgalandığı topraklarda yaşayıp hayatlarını idame edenlerin ve yabancı sermaye olarak, başta raf bedeli şartı olmak üzere, ticari faaliyet, bencillik ile işsizlik oluşturarak ülkemizin huzurunu ve sağlığını bozma ve ekonomik dar boğaza sürükleme düşüncesinde olanlar iyi bilmelidirler ki, Türk Milleti, gerektiğinde bu gün de, yarın da vatanına göz diken çıkarcı ihanet şebekesi vatan haini düşmanlara, tarihte olduğu gibi, bu gün de, layık oldukları dersi vermeye hazırdır.
Değerli okuyucular,
Bu mübarek günde, Cenab-ı Allah’ın iltifatına mazhar olan aziz vatan şehitlerimizin ruhuna, Kur’an-ı Kerim okumasını bilenler Kur’an, bilmeyenler ise bilgileri dahilinde okuyup ruhlarını şad edelim. Şanlı tarihimizi ve Çanakkale Zaferini unutmayalım.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK diyor ki: ”Kur’an-ı Kerim okumasını bilenler okuyarak önde, bilmeyenler ise kelime-i Şahadet getirerek arkada yürüdüler. İşte Türk Askerindeki ruh ve iman kuvveti budur. Çanakkale Zaferini bunun yüzü suyu hürmetine kazandık.” diyor.
Bugün Türkiye de anarşik terörden daha tehlikeli olan raf bedeli şartı tehlikesi vardır. Raf bedeli şartı Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Hükümetini çok zor duruma düşürmektedir.
Raf bedeli şartı, Türk sanayicisinin elemanların işine son verilmesine sebep oluyor ve işten çıkarılan elemanlar da, her türlü ahlaksızlıklara yönelmesine sebep oluyor. Onun içindir ki, bugün ülkemizde yaşanan ekonomik faaliyetler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin baş belası olan raf bedeli şartıdır. Birçok dalda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin başarılarına engel olan, bu raf bedeli şartına acilen el atıılmalı ve caydırıcı yasalar ile raf bedeli şartına son verilmelidir.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Bu mübarek Cuma gününde, cümle Vatan şehitlerini, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle, Gazileri Minnetle anar. Yurt dışında ve yurt içinde savaşan Kahraman Mehmetçiğimize, Cenab-ı Allah güç ve kuvvet versin. Hasta ve yaralılara acil şifalar dileriz.
Kaynakça:
Hadis-i şerifler. Diyanet işleri başkanlığı 635 no’lu yayın.
Mehmetçik ve Anzaklar. Baha Vefa Karatay.
Numan Aladağ’ın, 1995-2008 yılları arası, Asya, uzakdoğu ve Okyanusya (Australia) gezi notları.
Numan Aladağ’ın, 1997 de Australia Queensland Brisbane de 18 Mart töreni fotoğrafları
Yazarın Son Yazıları:
Aziz Atam, ruhun şad mekanın cennet olsun
‘CUMHURİYET’, bizi biz yapan ortak değerimizdir
Hicri yılbaşında huzur ve bereket bizimle olsun