AKP'nin Büyükanıt'ı emekli etme planına kim taş koydu…

AKP'nin Büyükanıt'ı emekli etme planına kim taş koydu…
26 Nisan 2012 22:07

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 27 Nisan’daki e-muhtıranın ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı emekliye sevk etmek konusundaki en önemli engelin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer olduğunu söyledi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 27 Nisan’daki e-muhtıranın ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı emekliye sevk etmek konusundaki en önemli engeli açıkladı.

 

 

Çelik, Büyükanıt Paşa’yı emekli etmelerinin önünde en büyük engelin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer olduğunu söyledi.

 

Doğru Açı programında Belkıs Kılıçkaya’nın 27 Nisan ‘e-muhtırası’na ilişkin sorularını yanıtlayan Hüseyin Çelik, “Anlattıklarım, anlatmadıklarımın yüzde 10’udur” dedi. Çelik, 27 Nisan’dan sonra Büyükanıt’la yaptığı görüşmede ”Kim kime hesap verdi” sorusuna ”Büyükanıt hayatta… Şu anda nasıl konuşuyorsam öyle konuştum” dedi. Çelik ”27 Nisan hükümete bir el-ense çekmedir. Aba altından sopa gösterdiler”diye konuştu.
 

Türkiye’de bugün artık yargıdaki dosyalar ve ortaya çıukan bir takım günlükler ve belgelerle  2003’ten itibaren pekçok darbe girişimi olduğu anlaşılıyor. Bu girişimler 27 Nisan e muhtırasıyla aşikar oldu denilebilir mi?
Evet, Türkiye’de 50’li yıllardan beri orduya bu virüs bulaşmıştır, 60’da, 80’de gördük, 12 Mart’ta muhtıra olarak, 28 Şubat’ta post modern ve 27 Nisan’da da e muhtıra olarak yaşadık. 2003’ten itibaren zaten Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven, Balyoz bir yığın darbe girişiminden ve cuntadan söz edebiliriz.  27 Nisan’da  da hükümete el-ense çekilmiştir.
 

Bunlar Genelkurmay ve hükümet arasındaki görüşmelere nasıl yansıdı o dönemlerde?
Güdümlü demokrasilerde bürokratik cumhuriyetlerde, partiler devlet adına millet üzerinde siyaset yaparlar. Devletin doğruları ve ideolojileri millete aktarılır. Ve bu partiler akredite partilerdir, makbul partilerdir. Biz milletin isteklerini devlete yansıtmaya kalkışınca müesses nizam bizi akredite etmedi. Böyle olunca ya 27 Mayıs’taki gibi trajik sonlar yaşandı ya da iktidarlar alaaşağı edildi, muhtıralar verildi. 2002’nin son aylarından itibaren bizim gerçek muhaliflerimiz o günün siyasi partileri olmadı. Takoz görevini yapan kurumlar başkaydı, ordunun bir kısmı, Cumhurbaşkanlığı makamı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, YÖK, HSYK gibi… AK Parti’nin 4 tekerine fren takılmıştı.
 

Biraz hatırlayalım, 6-7 eylül olaylarını konu alan sergiye baskın,Hrant Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk 301 davasında mahkeme önünde olaylar, şubat 2006’da Rahip Santora cinayeti, peşinden Cumhuriyet’e bombalı saldırı, Danıştay cinayeti, 2007 Hrant Dink cinayeti, Başbakan’ın ”beni de öldürmek istiyorlar” beyanı, Nisan 2007 Zirve Yayınevi’nde katliam…Türkiye’nin geçmişine bakınca bu olayların peşpeşe gelmesi tesadüf değil, size ne söylüyordu bütün bu vahim olaylar?
6-7 Eylül olayları tarihte kara leke olarak kaldı, derin devletin organizasyonunun hesabı Yassıada’da Menderes’e soruldu. Kafes Eylem Planıyla Ermeni patriği başta olmak üzere misyonerlere yönelik girişimleri öğrendik. Denilemk isteniyordu ki AK parti’nin getirdiği siyasi iklimle bunlar yaşanıyor. Müslüman olmayanlara hayat yok, Danıştay saldırısıyla başörtü meselesine ilişkin mesaj ve bu arada mitinglerle de ortalık ısıtılıyordu.

 

Hasan Cemal yayında anlattı, kitabında da var. Kuvvet komutanları 2003-2004 arasında yeni bir 28 Şubat için medya patronlarından ve iş dünyasından yardım istiyor. Bu bu kadar geniş bir alanda konuşulduğuna göre size de yansımıştır. Siz askerlere ikaz da bulundunuz mu? Görüşmelerinizde bu durum nasıl yansıdı?
Askeri Şura ve MGK’larda bu konuşmalar yapıldı tabii. Bu görev sayın Başbakan’a ait. Gerekli cevaplar da verilmiştir. Bu arada şimdi andınız diye bu vesileyle söylemek istiyorum. Hasan Cemal cunta tecrübesi yaşamış biri olarak, Mehmet Altan da aynı 27 Nisan’da bir aydın namusuyla hareket etmiştir. Başka birçok yazar da sayabilirim. Zira medya 27 Nisan’da 28 Şubat’taki kadar teşne değilse de çok iyi bir sınav vermedi. Onların da isimlerini sayabilirim. CHP’li yöneticileri aratmayacak yazılarla bildiriye destek verdiler, meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Oktay Ekşi, Tufan Türenç de mesela cuntacılık konusunda askerleri aratmadılar.
 

Hükümet muhtıraya cevap hazırlamadan önce medyadan kamuoyunu anlamaya çalıştı mı?
Tabii canlı yayınları izledik. Sabaha kadar sürdü. Ama sadece medyayı izlemedik, il ve ilçe teşkilatlarımızdan da bütün Türkiye’deki tepkileri aldık. Biz bildiriyi yayımlayana kadar medya çok kasvetli ürpertici bir hava yaydı. Bizim bildiriden sonra medyadaki hava değişti, daha vesayet karşıtı oldu.

 

Neden hükümetin bildirisinde cevaben Genelkurmay Başkanı’nın da emekliye sevk edildiği yoktu? Bunu aranızda hiç konuşmadınız mı, tartışmadınız mı?
Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’di. Her ne kadar sivilse de, duruşu ve zihniyeti jakoben devlet anlayışına uygundu böyle bir tutum izledi. 60 darbesinde mesela Menderes eğer önceden haber alsaydı, bunu yapabilirdi, zira cumhurbaşkanı Celal Bayar’dı. cumhurbaşkanı,hükümet ve millet iradesi o zaman örtüşüyordu. Ama bizim dönemimizde böyle bir atmosfer sözkonusu değildi.


27 Nisan bir 28 Şubat mıdır? önündeki ve arkasında yaşananlarla beraber düşünüldüğünde?
28 Şubat  enine boyuna düşünülmüş, sivil,medya,akademisyen,üniversite,STK ayakları kurulmuş, derli toplu bir darbedir. 27 Nian hükümete El ense çekmek ve arada aba altından sopa göstermektir. Çünkü şunlar şunlar olmazsa biz gereğini yaparız deniyordu. Biz ama tavrımızla bu muhtırayı paçavraya dönüştürdük.

 

367 kararı çıktı. Yargı yoluyla bir darbe gerçekleşmedi mi?
Türkiye’de darbeler hep sivil ve askeri bürokrasinin beraberliğinde oldu. Üniversiteden de destek alarak. ODTÜ rektörünün 27 Nisan sonrası konuşması, 27 Mayıs’ta Sıddık Sami Onar’dan farklı değildir. Sabih Kanadoğlu’ndan 367 fikri çıktı. 2008’de de kapatma davası açıldı. Ben size soruyorum tesadüf mü bunlar?

 

Hayır,zaten o yüzden bu yayını yapıyoruz. Genelkurmay başkanı ve kuvvet konutanları da Türkiye Cumhuriyeti’nin 11’inci Cumhurbaşkanı’nın yemin törenine katılmadılar. 30 Ağustos’ta keza Büyükanıt Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a selam vermedi. Siz bütün bunların ardından başka bir yanıt vermediniz mi?
Her karşılaşmada bazı konuşmalar oldu. 28 Nisan’da 3 televizyon kanalına çıktım. Bildirinin mesnetsiz olduğunu anlatınca, meslektaşlarınız ”Bunları neden Genelkurmay Başkanı’na anlatmıyorsunuz” dedi. ”Ben genel kurmay başkanına hesap vermem, başbakana, millete veririm” dedim. Ama bir köşe yazarı yahut bir muhabir yanlış anlamaya mahal verecek bir şey yazdığında biz onu nasıl muhatap alıyor ve anlatıyorsak Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’la da 2 saat 10 dakika konuştum.

 

Kim kime hesap verdi?
Büyükanıt hayatta. Sizinle şu anda nasıl konuşuyorsam ne kadar rahatsam o kadar rahattım. Bol çaylı kahveli bir oturum oldu. Hesap vermedim, aksine bunu kesinlikle kabul etmediğimizi söyledim. İftiraları da red ettik. O da bu muhtıra değil, birileri böyle algılamış, hayretler içinde kalıyorum” dedi.

 

Yani bu beyanları geri adım telakki edip mevzuyu kapattınız mı?
Sahip çıkmadılar muhtıraya. Ayrıca muhtıra da değil, biz hep böyle açıklamalar yaparız” dediler. Sonra Başbakan konuştu ve devamı da geldi.

 

Hüseyin Bey, anlattıklarınız anlatmadıklarınızın yüzde kaçı?
Yüzde 10’u!