50 Yıl: Benim adım PARA… James PARA…

50 Yıl: Benim adım PARA… James PARA…
5 Mart 2013 00:50

James Bond filmlerinin 50. yıl dönümü dolayısıyla İngiltere’de Brighton Film Okulunun düzenlediği bir panele gittim.


Mustafa MERSİNOĞLU H&H YORUM

Burada eleştirel bir bakış açısı vs yoktu ben de zaten beklemiyordum. Eğlence olsun diye, ailecek gittik, bir de üstüne kişi başına 12’şer Sterlin giriş ücreti verdik.

Konuşmacılar bir çok James Bond filminde yardımcı yapımcılık ve direktörlük, özel efektler, sanat yönetmenliği ve yıllarca dublörlük yapmış, dört sinema emekçisi idi.

James Bond film çekimleri sırasında bir çok kaza olmuş bir dublör ölmüş. Kimisi ilk James Bond filminin yapımından beri çalışıyordu.

Her bir konuşmacı ile panel yöneticisi soru cevap görüşüyordu sonra hep beraber sohbet ediliyorlardı, sonunda da dinliyecilere soru sorma imkanı veriliyordu. Her konuşmacı arasında da film okulu öğrencilerinin yaptığı James Bond filmlerinden düzenlenen soruları ilgilendiren montajlar gösteriliyordu.

Kötü adamlardan, Bond kızlarına, alet edavattan arabalara ya da düblör kullanılan sahneler gibi her Bond filminden bir şeyler vardı.

Bazı sahneler beni çocukluğuma götürdü. Meraklı bir James Bond seyircisiydim çocukken.

O zamanlar filmler Türkiye’ye geç gelirdi. Türk  Parasını Koruma Kanunu geçerliydi boşu boşuna paramızı yabancılara kaptırmazdık.

Kimisi yabancı filmlerin şimdi anında gösterilmesini ilerleme sanıyor ancak beklemenin keyfi de başkaydı. Şu film çıkmış vs beklersin, Türkiye’de gösterime girecek.

Babamın Bond çantasıyla oynardım. Filmin en sevdiğim bölümü de başlangıçtaki koşarak o heyacanlı müzikle 007’nın elinde silahı ateşliyerek tünel gibi bir yerden geldiği ve kanla kaplandığı sahne idi. Bir de arabası vardı, arkasından yağ bırakıp kovalıyan arabaları uçuruma yuvarlıyan, mahmuzları olan,  arkadan kurşunlara karşı zırhı çıkan ve en keyiflisi de zora kalınca bir düğme ile sürücüsünü dışarı fırlatan koltuktu.

Bir tanıdığımız bana yurtdışından modelini getirmişti, ne çok oynadım onla. Çocukluk işte…

Dr. No ile başlayan, sonra çoğu İstanbul’da geçen, bizden Ali Kerim Bey’in de bulunduğu Rusya’dan Sevgilerle devam eden seyirlerim Sean Connery’nin baş rolü oynamasının bitimiyle ve benim de ilgimi Görevimiz Tehlike türü gerçek sevimsiz casusların ülkemizi sarması ve insanlarımızı birbirine düşürmesiyle  sona erdi.

Ankara’da kültür emperyalizmini ve soğuk savaşı yaşayarak öğrendik. James Bond filmlerinin yerini palto bombası ile öldürülen Onat Kutlar’ın kurduğu Sinematek aldı. O zamandan beri hiç James Bond seyretmemiştim, hatta yenilerden  birinde yine İstanbul, hem de çok sevdiğim Kız Kulesi varmış görmedim, filmin adını bile bilmiyorum.

Şimdi de ülkemizde çekildi diye duyunca el mecbur göreceksin, gittik ailece Skyfall’u gördük.

Iıh olmamış, beni pek sarmadı, biz büyüdük bunları yutmuyok artık.

Şimdi burada uzun uzun James Bond’un kültürel eleştirisini yapmayacağım, ne de Türkiye’yi nasıl yansıtıyormuş vs.  Ancak şunu söyleyim, Bond soyadını aynı adı taşıyan Londra’nın en lüks erkek giyim kuşam mağazlarının olduğu sokaktan alındığını ABD’de 1975 yılında üniversitede verilen bir okuma parçasından öğrendim.

Bond çantası da adını bu sokaktan almış.  Bu yazıda daha bir çok ilginç yorumlar vardı, şimdi başka detayları pek anımsamıyorum ama ticari yönünü iyi anlatıyordu. Filmde gösterilen her mal ve marka  iyice ince hesap kitap işiymiş. Bu da bana ABD eğitiminin faydası idi. Şu anda James Bond filmleri, kazancı bakımından  Uzay Savaşları’ndan sonra milyarlarca dolarla ikinciymiş.

İngiltere’ye gelince de Sir Sean Connery’nin filmdeki rolünde kadınları nasıl kullanıp atıyorsa gerçek yaşamında bir de üstüne dövüyormuş, onu öğrendim. Bu yüzden Sir ünvanı geri alınsın diye bazıları kampanya yapıyormuş.

Geçen yaz Londra 2012 Olimpiyatlarının açılışında James Bond, Kraliçe Elizabeth II’ye eşlik etti. Beraber yine meşhur müziği eşliğinde Birleşik Krallık bayraklı paraşütleri ile helikopterden süzüle süzülü Olimpik Stada indiler.

Guardian gazetesinde 19 Ocak 2013’te ‘James Bond bir hayal ürünüdür polislere el kitabı değil’ adlı yazısında Jonathan Freedland, şok veren bir mahkeme kararını eleştirmiş.

Gizli polisler yani provakatör ajanlar, bir çok barış taraftarı, çevre koruma vs kanunlara uygun yürüyüşler ve mücadele veren derneğe, sızıp direnişçi kadınlarla yıllarca aşk ilişkisi kurup bilgi toplayıp sonra birden bire bırakıp yok olmuşlar. Yıllar sonra bunu farkeden on kadın, polisi mahkemeye vermiş ancak hakim, James Bond’u örnek gösterip kadınları kandıran polisleri suçsuz bulmuş.

Bir de  James Bond kitaplarının yazarı Ian Fleming’in, eski bir casus olduğunu da İngiltere’de öğrendim. Yakın zamanda da  Yalçın Soner’in  ‘Güz Sancısı´nın başrolünde James Bond olmalıydı’  yazısından İngilizlerin 6-7 Eylül felaketinin provakatörleri olduklarını ve Ian Fleming’in  o zaman İstanbul’da bulunduğunu öğrendim.

Yaşadıkça insan neler neler öğreniyor ve seyrediyor.

007’den 6-7 Eylül’e sonra 12 Mart’a bir  de üstüne çifte 12 Eylül’e zaman tünelinde arabesk müzik eşliğinde,  susturuculu silahlar patlıyarak geldik… Her  yeri kan ve casuslar sarıyor… Elli yıl nasıl da geçti.. Benim adım tafa, Mus tafa…
 
Brighton, İngiltere.


Yazarın Son Yazıları:
İngiltere’deki yeni korona variyantının yayılmasına neoliberalizm dogmasının etkisi oldu mu?
Başımız sağ olsun! Halkın Habercisi’nin vicdanlı, vatansever yazarını kaybettik
Yabancı basında Karadeniz gazı