10 Kasım 1938; Cumhuriyet kızı Sehavet hanım ve Bruno Taut

10 Kasım 1938; Cumhuriyet kızı Sehavet hanım ve Bruno Taut
12 Kasım 2012 08:12

Cumhuriyet kızı annem Sehavet 10 Kasım 1938 sabahı İnönü Kız Lisesinde derste pencereden Dolmabahçe’de bayrağın yarıya indirildiğini görür ve öğretmeni Güzin Duran hanıma söyler.


Mustafa MERSİNOĞLU H&H YORUM

Güzin hanım ‘kızlar ayakkabılarınızı çıkarın küçük sınıflar duymasın der’ ve doğru merdivenlerden ve yokuştan aşağıya Atalarına koşarlar. Binlerce kişi aynı şekilde her yerden Atalarına koşuyorlardır. Annem bir kaç gün sonra Atatürk’ün naaşını ziyarete gelenler arasında olan izdihamda bir kız arkadaşının öldüğünü de söylemişti.

ATATÜRK’ÜN CENAZE TÖRENİ: YAS VE METANET adlı kapsamlı yazısında Tunç Boran ölenlerin listesini vermiş:

1) “Deniz Yolları İşletmesi Müdürü Raufi Manyas’ın kızı Bilun (16  
yaşında)  
2) İstiklal Caddesi 236 numarada oturan Anna (58 yaşında)  
3) İstiklal Caddesi’nde Yıldırım Apartmanında oturan Bayan Roya  
Koşnir,  
4) Roya Koşnir’in kızı Bela Koşnir,  
5) Bakırköy’den Aşçı Hatice (55 yaşında)  
6) Kurtuluş’tan Sütçü Diyamendi (40 yaşında),  
7) Topkapı Arpaemini Yokuşu Sokağında oturan Abdülhamit (50  
yaşında)  
8) Aksaray’da Laleli Caddesinde oturan Bayan Kevser Mehmet (35  
yaşında)  
9) Tarlabaşı 19 Numara’da oturan Satenik Ohannes (35 yaşında)  
10) Saint Benoit Lisesi Öğrencisi Paul Kuto (15 yaşında)  
11) Beyoğlu Lüksemburg Otelinde kalan Belçikalı Leon

’17 Kasım 1938 gecesi, Atatürk’ü ziyaret için gelen ve izdihamdan hayatını kaybeden insanlar, farklı etnik kimliklere sahip Türk vatandaşları idi. Her yaştan, her kesimden insan, bu ortak üzüntüyü paylaşıyordu. Aralık 1938 günlü Cumhuriyet Gazetesi, ölenlerin sayısının 13 olduğunu belirtmektedir. O tarihte, hala tedavi altında olan yaralı sayısı ise 6 kişi idi.’

Şimdi cenaze namazı bile kara propaganda için kullanılıyor. O zaman  ‘Diyanet  İşleri Başkanı  Rıfat Börekçi “O’nun cenaze namazı, tertemiz hale  getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir” demiş. Tunç Boran’ın yazısının tümünü okumanızı siddetle öneririm. (YAZIYI OKUMAK İÇİN)

Annem sıklıkla her şeyini Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyet’e borçlu olduğunu söyler. Ben Atatürk öldüğünde babama ağladığımdan çok ağladım der. Babası da okumasını çok istemiş ancak annem genç yaştayken ölmüş. Yetim büyümesine rağmen kurulan Cumhuriyet sayesinde ailede tek annem yüksek öğrenim görmüş hatta kaçak olarak iki fakültede okumuş. Güzel Sanatlar Akademisinde ve İstanbul Üniversitesinde Coğrafya bölümünde.

Ablaları çarşaf içinde büyümüşler ve okumaya imkanları olmamış. Gerçi onlarda Cumhuriyetle beraber çarşafları çıkarmışlar, anneannem dahil ve kara boyalı sokak kapılarında tebeşirle yeni yazıyı öğrenmişler.

Anneannem çarşaf gitti namus geldi derdi. Çünkü eskiden kimin kimin evine gittiği, kim olduğu bilinmiyor, görünmüyormuş. Hatta bir keresinde arkalarına kendi abileri takılmış onlar da mahsus cilve yapıp takip ettirmişler, sonra dönüp yüzlerini açıp utanmıyorsunuz diye dalga geçmişler.  

Annem  Amerika Birleşik Devletlerinde burslu Kartoğrafya yüksek lisansı okumuş çünkü üniversiteden Ord. Prof. Dr. Hamit Nafiz Pamir, Güzel Sanatlarda resim de okuması yüzünden onu seçmiş ve dünyaca meşhur Prof Robinson’un yanına yollamış. Döndükten sonra Prof Robinson’un tavsiyesi ile yeni kurulan Birleşmiş Milletler’de ilk kadın uzman olarak çalışmış hatta istese kalabilirmiş ama yurduna dönmüş ve  yıllarca ülkesinde Maden Tetkik ve Arama’da çalışmış ve her hafta trenle Ankarada’dan İstanbula gidip üniversitede ders vermiş.

Emekli olduktan sonra yine Birleşmiş Milletler için dünya’da bir çok yerde yetmiş yaşına kadar çalıştı. Kendisini kafa avcıları Galler’den bir firma için neredeyse yetmiş yaşında bulup herkezin korkup gitmediği Uganda’ya yolladı, o da seve seve gitti. Afrika’ya Amerika’ya gitmek çocukluk isteğiymiş ama kimse de yetim bir posta memurunun kızının bu isteklerinin olacabileceğine inanmamışlar. İşte bence Atatürk ‘Bir Türk Dünyaya Bedel’ öz sözünü annem gibiler için demiş.  Yani bir Türk annem gibi okuyunca dünyanın her yerinde saygı gördü, bir bedel, aranan bir kıymet oldu.  Böyle cumhuriyet kadınlarımız dünyayı sardı, ülkemizi aydınlattı ve aydınlatmaya devam ediyor. İsimleri saymakla tükenmez.
 
 
Sehavet Mersinoğlu
 


Sehavet Hanım’ın Akademiden öğretmeni  Feyhaman Duran tarafından portresi.

Yine bir kıymet olan Bahriye Üçok yeni öldürülmüştü. Ben İstanbul’da eski Güzel Sanatlar Akademisi sonra Devlet Resim ve Heykel Müzesi olan Dolmabahçe Sarayının Beşiktaş Polis Karakalonuna bakan kapısının önünden geçerken müzenin çöplüğünde bir takım projeler, çizimler ve dergiler vs. buldum. Bunlar çeşit çeşitti. Bunlardan yalnız ikisini ele alacağım biri Köy Enstitüsü yenileme ve Bruna Taut’un projeleri.

Bulduklarımın bir kısmını topladım, taksi ile eve götürdüm ve hemen Cumhuriyet Gazetesini aradım, ama ilgilenmediler, hep böyle şeyler oluyor dediler. Bunun üzerine kitap fuarına gittim orada yıllardır yazılarını okuduğum Oktay Akbal kitaplarını imzalıyordu ona söyledim, o da ‘maalesef bu tür şeyler oluyor’ dedi ama eşi o zaman Cumhuriyet Halk Partisi yönetim kurulunda idi, ‘ben gelirim’ dedi. Oktay Akbal ‘olmaz’ dedi. Hemen anladım bir tuzak olabilir diye haklı olarak korktu ancak eşi peşini bırakmadı ve Köy Enstitülü, Yazarlar Derneğinde Aziz Nesin’in yardımcısı Yılmaz Elmas’la beni tanıştırdı. O da hemen ‘ben gelirim’ dedi ve beraber taksi ile gittik ve hemen projelere daldık.

Yılmaz Elmas ilk olarak kendi okuduğu Köy Enstitüsünün projesini şaşkınlıkla buldu. Atılması çok acı olmakla beraber bu projeler gerçek sahibini buldu.  Bunları kuracakları Köy Enstitüsü Vakfının arşivi için sevinçle  toparladı. Bulduklarım arasında Bruno Taut’un çizimleri ve projeleri de vardı. Bruno Taut’ın Nazi Almanyasından Türkiye’ye sığınanlardan olduğunu adından hemen tahmin etmiş sonra özgeçmişi hakkında bilgiler edinmiştim ama tam kim olduğunu Londra’da öğrenecektim. Mimarlık okumuş İngiliz bir arkadaşıma Bruna Taut’dan bahsedince hemen kütüphanesinden bir kaç kitap çıkardı ve modern mimarinin öncülerinden olduğunu söyledi ve eserlerini gösterdi. Bunların arasında en meşhuru 1914 yılında camdan yaptığı sergi binasıdır.

 
 
1936 yılında Türkiye’ye sığınan bu kıymetli insan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi yöneticisi ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığında Mimarlık bölümü başkanlığı görevini yapmıştır. Üstünde ‘HAYAT’TA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR’ yazan Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi binası gibi bir  çok eseri vardır. Şimdi yazarken farkına varıyorum ki annem İDGSA okurken  yönetici imiş. En son eseri de Atatürk’ün katafaltının çizimi.

24 Aralık 1938 yılında ölünce, hak ederek İstanbul Edirnekapı Şehitliğine gömülmüştür ve şimdiye kadar bu mezarlıktaki tek gayri müslimdir. 

İşte Atatürk Cumhuriyeti hem anneme hem de Almanya’dan kaçan böyle kıymetli bir  insana yaşam hakkı vermiş. Bu küçük iki gerçek yaşam öyküsü 10 Kasım’ın unutulmayacağını ve öneminin  git gide artacağını, çünkü Atatürk yalnız Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarınca  değil tüm dünyada en hakiki yol gösterici olarak anılacağını bana gösterdi.  


Yazarın Son Yazıları:
İngiltere’deki yeni korona variyantının yayılmasına neoliberalizm dogmasının etkisi oldu mu?
Başımız sağ olsun! Halkın Habercisi’nin vicdanlı, vatansever yazarını kaybettik
Yabancı basında Karadeniz gazı