‘Uluslararası İsmail Gaspıralı Avrasya Üniversitesi’ni, devlet vakıf üniversitesi modeliyle süratle kurmayı öneriyorum’

‘Uluslararası İsmail Gaspıralı Avrasya Üniversitesi’ni, devlet vakıf üniversitesi modeliyle süratle kurmayı öneriyorum’
20 Mart 2019 10:32

Avrasya’da yükselen bir güç olarak Çin’in iddialı çıkışı, siyasi iddialar aşamasına varmadan ABD tarafından sınırlandırılmak istenmektedir.

 

Kemal Üçüncü/Odatv

 

Giriş:  15.09.2017 Odatv’deki yazımdan

 

“Bu tabloda artık Kuzey Irak referandumu ve Suriye koridoru gerçekliği ve geçerliliğini yitirmiştir. ABD derin devleti karizmayı çizdirmemek için İsrail’in provokasyonları ile anlamsız ve sistemsiz son faaliyetlerini sürdürüyor. Suriye’de artık Avrasya güçlerinin dediği oldu. Biraz daha zaman alacak ama sonucun böyle olacağını görebiliyoruz. Gerisi makyaj ve düzenleme olacaktır. ABD’ye onurlu bir çekiliş şansı tanınacaktır.”

 

 

 

Amerika’nın Suriye’den çekilişini 2 yıl önceden öngören bu tahlili yaptığımda pek çok uluslararası ilişkiler uzmanı ve analist bıyık altı gülümsedi, kendi yazdığım site dahil basın görmezden geldi, oysaki bizi bu sonuca ulaştıran şey bölgenin uzun süreli tarihsel ilişki ve çelişkilerini incelemiş olmaktı. Büyük Fransız tarihçi Braudel’in tarihsel olay, olgu, zamanı incelerken kullandığı yöntem bu anlamda yol göstericidir.

 

 

Braudel, “histoire evenemenlielle (olaysal tarih), histoire conjoncturelle (konjonktürel tarih) ve histoire structurale (yapısal tarih) arasında üçlü ayrım yapar. Ona göre, “Tarih farklı düzeylerde vardır.Yüzeyde görünen olayların tarihi, kendisini kısa vadede dışa vurur; bu, bir tür mikro-tarihtir. Ortada bulunan konjonktürler tarihi daha geniş, daha yavaş bir ritim izler. Şimdiye kadar öncelikle maddi düzlemdeki gelişmeler, iktisadi olay, çevrimler ve çevrimler arası dönemler incelenmiştir. Konjonktürün ‘ezberciliği’nden farklı olarak, yapısal tarih ya da uzun süre [longduree] tarihi, tüm yüzyılları aynı anda inceler.Yapısal tarih, hareketli ile durağan arasındaki sınırda işler ve değerlerinin kalıcı bir istikrar taşıması nedeniyle, kendisinden daha hızlı bir biçimde akıp işleyen ve son analizde [yapısal tarihin] yörüngesinde dönen diğer tüm tarihlerle kıyaslandığında hiç değişmiyormuş gibi görünür” [Braudel ,OnHistory][i]

Bizde sadece olaylar, dar bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde ne yazık ki olan biteni, olması gerekene ilişkin tasavvur ve planlamalar hep havada kalır. Türkiye’de stratejik analiz ve uluslararası ilişkiler alanında yapılan değerlendirmeler hâlâ büyük ekseriyetle papatya falı gibidir. Uluslararası ilişkiler ve stratejik, jeopolitik analiz için disiplinler arası bir birikime ve özellikle temel sosyal bilimler birikimine ihtiyaç vardır. Bu altyapı kültürel çalışmalar, disiplinler arası kesişim kümesi henüz ülkemizde altyapı olarak pek zayıftır.

 

 

Menkıbe ve tahkiye tarihçiliğinden, papatya falı analizlerinden bu bilgileri üretemeyiz. Tarih, Sosyoloji, Halk bilimi, Antropoloji, Coğrafya, Felsefe araştırmalarının verilerini operasyonel bilgiye dönüştürecek “instutut/enstitüler”, mekanizmalar Türkiye’de çok eksiktir.

Soğuk savaş sonrası dönemde Afro Avrasya alanındaki güvenlik mimarisi temelden sarsılarak yeni dinamikler etrafında şekillenmeye başlamıştır. Soğuk savaş dönemindeki statüko Türkiye için büyük ölçüde öngörülebilir bir çerçeve sunuyordu. Oysaki soğuk savaş dönemi sonrasında Türkiye’nin her anlamda öncelikleri, etkileyen ve etkilenen dinamikleri değişmiştir. Bu yeni durumu öngören ve kuşatan bir Grand strateji maalesef ki üretilememiştir.

 

 

Prof. Dr. Zbıgnıew Brzezınski ‘Büyük Satranç Tahtası’ kitabında Avrasya’daki güç mücadelesi ve jeopolitik eğilimleri tahlil ederken “satranç tahtası” benzetmesini kullanır. XXI. yüzyılda dünya tarihi bu coğrafyada şekillenecektir.Mesele çok mühimdir.

2025 yılından itibaren Asya Bloğunun toplam üretimi Atlantik’i geçecektir. Ekonomik üretimin temel dinamikleri ekseni Asya Pasifik bölgesinde şekillenmektedir. Bu yeni bir siyasal sistem örgütlenmesi, güç paylaşımı, güç ilişkileri matrisini ve mimarisini zorunlu kılar. Asya bloğundan siyasi askeri ve ekonomik olarak baktığınızda en önemli güç Çin olarak belirmektedir. ABD Çin’in yükselişini engellemek için ucuz, sürekli ve güvenli enerjiye erişimini kontrol altına almak istemektedir. Afrika operasyonlarıyla Çin’in bu yönelimi ve imkânı engellenmiştir. Pasifik Çin için aşılamayacak bir duvar gibidir. Yegâne alternatif Orta Asya, Hazar, Sibirya Havzasıdır. Bu alan kontrol edilirse Çin’in alternatif olma özelliği seçenek dışı kalacaktır. Bu alan kontrol edilirse keza AB üzerindeki ABD velayeti süreklilik kazanacaktır.

 

 

AVRASYA PERSPEKTİFİNİN BÜYÜK BİLGESİ

 

 

ABD, Suriye’den çekildikten sonra ağırlığını Çin’i çevreleme ve kuşatma politikalarına verdiği bu konuya yoğunlaştığı gözükmektedir. Avrasya’da yükselen bir güç olarak Çin’in iddialı çıkışı, siyasi iddialar aşamasına varmadan ABD tarafından sınırlandırılmak istenmektedir. Bu anlamda son 5 yıldır ardı ardına Asya’daki Kuzey Müslümanlığı ve bölge halkları arasında başlayan din eksenli şiddet olayları dikkat çekmektedir. Bölgede El Kaide ve IŞİD benzeri yapıların hareketliliği artmaktadır.Stratejik lojistik koridorlardaki Müslüman=Hindu, Müslüman= Budist, Türk Uygur=Çin çatışmaları dikkate değerdir. Bu anlamda Çin’in Doğu Türkistan/ Şincan Uygur Özerk Bölgesindeki uygulamaları davetli olarak yerinde görme fırsatı buldum. Sorun ifrat ve tefrit arasında sürekli bir gerilim yaratmaktadır. Meseleye tarafsız bir gözle baktığınızda “ne mesele Çinlilerin anlattığı gibi güllük gülistanlık ne de Batı propaganda araçlarının, çekyat mücahitlerinin asılsız haber ve yaygaralarında ifade edildiği gibidir”.

Bu tahlil kolaylıkla anlaşılabileceği üzere belagat şehvetiyle meseleleri anlamaya çalışan sloganlarla sembollerle düşünen kitleleri memnun etmemektedir.

 

 

İnsan hak ve hürriyetleri bağlamındaki sorunlar terörle, IŞİD unsurlarıyla mücadele edilirken teröristler ve sivil halk ayırt edilmelidir. Tarassut kitleselleşmemelidir. Temel hak ve hürriyetlerdeki yerel uygulamalardan kaynaklı sorunlar Türkiye ve Çin arasında başlatılacak samimi ve iyi niyetli bir diyalogla aşılabilecek bir durumdadır. Bunu ikili görüşmelerde ifade ettim. Öncelikle Türkiye ve Çin arasında, geçmişin özeleştirisini yaparak karşılıklı güven artırıcı bir önlemler paketine ihtiyaç vardır. Rusya’yla çok daha büyük sorunlar yaşarken bugün geldiğimiz nokta bu meseleye verilebilecek en iyi örnektir. İki ülke bu diyalogu, liyakatli bir heyetle gecikmeksizin başlatmalıdır. Bu anlamda Vatan Partisi heyetinin başlattığı çalışmaları takdir ve saygıyla vurgulamak gerekir. Çin’in kuşak ve yol projesinin en kritik bölümü Türk ve Müslüman ülkelerden geçmektedir. Pozitif bir diyalog olmaksızın bu projenin tahakkukunda zorluklar çıkacağı aşikârdır. Bunu Çin’in dünya sisteminde oynadığı dengeleme rolünü bilen ve önemseyen bir Türkolog olarak iyi niyetle ifade ediyorum. Keza Avrasya perspektifinin büyük bilgesi Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in bu konudaki ikazlarını Çin’in dikkate alması gerekir.

TV ekranları önünde diplomatik nezaketi aşan bir üslupla ve eksik bilgilerle yürütülen atışmalar her durumda Uygur Türklerine ve iki ülke ilişkilerine zarar vermektedir.

 

 

Nitekim Çin’in Ankara Büyükelçisi DengLi, Reuters’a yaptığı açıklamada görüşümü teyit etmektedir. “Dostlar arasında yanlış anlaşılma veya görüş ayrılıkları olabilir. Ancak biz bunları diyalogla çözebiliriz.”Dostunuzu toplum içinde her yerde eleştirmek yapıcı bir davranış değil. Eğer yapıcı olmayan yolu seçerseniz, bu ortak güven ve anlayışı zedeler ve bunun ticari ve ekonomik ilişkilere zararı olur” dedi.[ii] Sonuna kadar katılıyorum. Bu açıklamanın yeni bir başlangıç için iyi bir zemin olduğunu değerlendiriyorum.

Bu yapılmadığı takdirde ABD’nin ekmeğine yağ sürülmüş olur. Çin ve Türkiye büyük fotoğrafa odaklanmak durumundadır. Çin’in savunması Akdeniz seddinde, Türkiye’nin savunması Hazar ötesinde Türkistan’da başlar. Uygurlar üzerinden radikalleştirilen fakir 1 milyarlık bölge Müslüman nüfusuna Çin düşman ve hedef olarak takdim edilmektedir. El Kaide’nin geçen yıl Hindistan’da cihat ilan etmesi bu tabloyla ilgilidir. Çin sınırı boyunca oluşturulmaya çalışılan terör fidelikleri keza bölgenin ortak bir sorunudur. Emperyalizm bölgede din ve etnik savaşlar üzerinden çıkardığı büyük yangınla hem Türk ve Müslümanları saf dışı ederken Çin’in yükselişini durdurmuş ve istikrarsız bir ada haline getirme hedefine ulaşmış olur. Yerel hadiseleri bu büyük perspektif içinde okuyup bu sorumlulukla davranmak iki ülkenin de yararınadır.

 

 

Asya,Samuel Huntigton’un Medeniyetler Çatışması Tezinin [=Clash of Civilisation] bir laboratuvarı olarak kullanılmaktadır. Huntigton’un öğrencisi Fukuya’manın Tarihin Sonu [Theend of theHistoryandLast Man] eseri [hoca öğrenci sürekliliğinde] tahlil etmeden yakın dönem ABD uluslararası ilişkiler perspektifi ve ABD Asya vizyonu anlaşılamaz.

Hegel’in egosentrist ve etnosentrist temelsiz bilgilere dayalı Avrupa merkezci, Roma Cermen’i yücelten, onu insanlığın vardığı en ileri seviye olarak gösteren, Doğu dünyasını aşağılayan şovenist, ilerlemeci, tek hatlı tarih felsefesinin [iii]sığ bir yorumu olan bu tezler entelektüel dünya ve ülkemiz tarafından teorik planda yenilgiye uğratılmalıdır. Bu yaklaşım etik olarak derin problemler üretir. Tarihi, toplumu, doğayı tek bir biçimli tek bir totaliteye ve ideolojiye dayalı olarak açıklama girişimi en başından itibaren şiddet içerir. Varlık ve fıtrat, oluş çoğulcudur. Gerçeğin, yasalı altın anahtarını elinde tutan/tuttuğunu vehmeden diğerlerini bu standarda uydurmayı rasyonelleştirip kendine göre ahlaki bir zemine, ülküye oturtması ve şiddete yönelmesi kaçınılmaz olur. Bütün kutsal savaşların, Tanrı adına, siyasi ve felsefi davalar uğruna kan dökmelerin temel dinamiği buraya dayanır. Oysa ki Dilthey, Carr gibi filozofların da gösterdiği gibi tarihte ilerleme kadar çöküşler ve düşüşler de söz konusudur. İbn-i Haldun, Vico, Toynbee, Spengler, filozoflar çizgisel tarih anlayışına karşı döngüsel, tekrarlar yapan tarih modelini savunurlar. Dünyada farklı zaman ve mekanlarda farklı gelişme dinamiklerinin olduğu artık bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Kültürün ve doğanın sonlu ve nihai, değişmez bir bilgisini elde etme kaygısı bir vehimdir. Her çağ kendi okumasını ve anlamlandırmasını ihtiyaçları nispetinde yapar. Bu yönüyle anlamın ve metnin doğası çoğulcudur ve tarihseldir. İnsan deneyiminden bağımsız, tarih üstü, aşkın bir anlam yoktur.

 

 

TEK TANIM VARDIR O DA TERÖR

 

 

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde Nur camiinde Cuma namazı sırasında BrentonTarrant tarafından iki camiye silahlı saldırı düzenlendi. Terör saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı 49’a çıktı. Polis saldırıyla ilgili 1’i kadın 4 kişinin gözaltına alındığını açıkladı. Saldırganın silah ve teçhizatındaki mesajlar sıradan bir hezeyan sözleri değil. Psikolojik savaş uzmanları tarafından kaleme alınmış, stratejik sembollerle, hedeflerle donatılmış Batı’nın kolektif bilinçaltındaki tarihsel Türk tanımına uygun bütün hesabı Türk’e soran bir metin. Camiye Türk kökenli Müslümanların gitmediği, Türk kökenli Müslüman olmadığı biliniyor oysa. Enternayonalist, siyasal İslamcı Türk düşmanı müselmanlarımız da bu tabloya iyi bakmalı. Bu hadise karşısında yapılacak tek tanım vardır o da terör.

 

 

Saldırgan denilip mesele perdelenmemelidir.

 

Yüzeysel görünümü dini motivasyonlu bir terör saldırısı, derin yapıda stratejik hedefleri olan bir hibrit savaş hamlesi söz konusudur. Bu anlamda ortak insanlık vicdanının dayanışmasını bütün kalbimizle selamlıyoruz. Diğer taraftan devlet ve siyasete yön verme mevkiinde olanlar, bilim adamları, aydınların bu konuda esnaf bilgileriyle çay ocağındaki gibi yaptıkları doğaçlamalar olayın vahametini ve stratejik hedeflerini görmemizi engelleyecek kadar kaygı vericidir. Konu yukarıda izah etmeye çalışılan Avrasya güç mücadeleleri tablosuyla çok yakından alakalıdır.

Bu oyunu bozacak stratejik ve entelektüel donanım sen, ben, bir de bizim oğlan, nepotist kasabalı hamlelerinden çıkmaz.

Türkiye’nin bu konuda bilgi ve proje üretme, teknoloji transfer etme ve bunu üretime dönüştürmek için yeni bir ihtisas üniversitesine, akademi modeline ihtiyaç var. Bu konularda bilgilerimiz maalesef yok denecek kadar azdır. Konsept projesini tamamladığımız “Uluslararası İsmail Gaspıralı Avrasya Üniversitesi”ni, devlet vakıf üniversitesi modeliyle süratle kurmayı öneriyorum. İlgililerin dikkatine sunuyorum. Bizim üniversite ve akademi modelimiz eskimiştir. Ortega Gasset’in “Üniversitenin Misyonu” eserini, “Unesco Üniversiteler İçin Lima Deklerasyonunu” bir daha okuyarak yeniden düşünelim. Ülkemizde henüz böyle sohbetler açma imkanı yoktur.

Bu yeni modeli eskinin devamcıları ve sürdürücüleri hiçbir şekilde kuramaz.

 

 

Türk kültür ve medeniyeti kök değerler itibarıyla Avrasya eksenindeki 55 milyon kilometrekarelik coğrafyada şekillenmiştir. Varlık, bilgi, değer, insan, zaman ve mekân anlayışı kadim zamanlardan itibaren Batı dünyasından farklı olagelmiştir. Farklı kültür ve bilgi gelenekleri, birbirine eklemlenerek, dönüşerek kendi zihniyet dünyası içerisinde yorumlanarak yeniden üretilerek oluşur. Türklerin tarih içerisindeki en önemli becerisi bu sentez kabiliyetidir.

Modern dönemde bu hasleti kaybettik.

Düşünmeyi bilmiyoruz; olaylar, sorunlar, semptomlar, görünüşler, bulgular “Theoriya /Nazariye” bağlamına oturtulmazsa, tahlil edilemez. Nazar edeceksin, yüksek bir tepeden ormana bakacaksın, tek tek ağaçlardan ormana geleceksin. Nazar/teoriye yaslanarak attığın ağ bütün bu sorunları kapsayıp kucaklayacak bir imkân sunmalı.

Sorunlar karşısında, kişiler ve kurumlar düzeyinde çözümleme yapamıyoruz.

Askeri, siyasi, bürokratik elitlerimiz uzunca bir süredir vasat ve vasat altı seviyede. Ülkemizin en büyük talihsizliği, kıramadığı kısırdöngü budur maalesef. Mevcut tabloyu bu yaklaşımlarla toparlamanın imkân ve ihtimali yoktur, özellikle not edelim.

Bunlarla derdimize çare bulamazsınız.

Biz halen ezber, kes kopyala yapıştır ile kültüre ve beşeri dünyaya ait olgu ve durumlar üzerinde konuşabileceğimizi onlar hakkında önermelerde bulanabileceğimizi zannediyoruz.

Türkiye soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan bölge ve dünya resmini doğru bir biçimde okuyup yorumlayamamaktadır. Artık stratejik akıl üretememektedir. Bu anlamda yeni bir politik ve askeri stratejiye ihtiyacı aşikârdır. Türkiye’nin jeopolitik konumu onu Atlantik ittifakının hedef ülkesi haline getirmiştir. Bu açıktır.

Müttefiklerimizle yakın coğrafyamızda ve nüfuz alanlarımızda çelişkilerimiz var, bunu not edelim. Soğuk savaş sonrasında şekillenen yeni Avrupa güvenlik mimarisinde Türkiye’ye yönelik tehdit ve asimetrik tedhiş karşısında NATO maalesef makul, zevahiri kurtaracak bir desteği bile sunmaktan imtina etmiştir.

Bunun karşısında siz ancak kendi milli güç unsurlarınızı ve potansiyellerinizi etkin bir biçimde planlayarak bu stratejik manevra ve mücadelede yer alabilirisiniz.

 

 

Milli güç unsurlarınızın envanterini imkân ve kabiliyetini bilmiyorsanız nasıl planlayacaksınız?

Türkiye Avrupa Birliği, Atlantik, Ortadoğu, İslam Dünyası, Türk Dünyası, Rusya ve Çin ile ilişkilerini mutlak anlamda birbiri yerine alternatif olarak sunmak doğru değildir. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin’in ABD ile AB ile olan ilişkilerine bakınız çelişki ve çatışmaları hep yönetebilir bir skalada tutmaktadırlar. İran’a bakınız. Büyük krizlerde nasıl bir politika takip ediyor? Kriz anlarında diplomasi dilinden sarfı nazar etmemeliyiz. Çay ocağındaki gibi çıhış edersek gereksiz yere hem mahcup oluruz hem de yok yere bedel öderiz, ciddiyetimiz, ağırlığımız ve caydırıcılığımız azalır.

Meclis partileri önderlik kadroları ve a takımları fikir ve siyaset üretimi konusunda Türkiye’nin beklenti ve ihtiyaçlarının çok gerisindeler. Mahalli idare seçimlerinde bunun delillerine görüyoruz. Çağdaş kent yönetim ve planlama politikaları bağlamında ortaya konulmuş dişe dokunur tek bir proje ve fikir yok, adaylardan çok liderleri ön planda.

Ya devlet!, “huzurevi görüntüsü” veriyor. Onlarca kez yazdım, ciddi bölge araştırmaları yapan akademileriniz halen yoktur veya çok zayıf durumdadır. İlgi sahalarımızın ilişki ve çelişkilerine hakim değiliz. Bu iş bir ehliyet ve liyakat işidir.

 

 

Gülümseyerek büyük taşlı yüzük takarak, güveç, haşlama yiyerek, şakalaşarak, tokalaşarak, reyiz, başgan, ne var ne yok?,sazına vuran eline gurban emmoğlu ikliminde ölçüsüz bir tabasbusla bu tablonun üstesinden gelinemez.

Soğuk Savaşın Amerika’nın önderliğindeki Atlantik cephesi tarafından kazanılmasının ardından dünya iki kutuplu bir uluslararası ilişkiler sistemden tek kutuplu Amerika’nın her anlamda hegemonyasına dayanan yeni bir sürece dönüşmüştür. Adeta Amerikan kültür dünyasının da küreselleştiği bir süreci yaşamaktayız. Küresel güç ABD, bu patronajını devam ettirebilmek için yaptığı planlama ve projeksiyonlarda kendisine ve patronajına meydan okuyabilecek güçlere karşı önleyici! Tedbirler almaktan kaçınmadığı bilinmektedir. ABD’ye mevcut durumda meydan okuyabilecek güçler Asya kıtasından çıkacağı bellidir. Zira dünya siyasi tarihinde Tunç çağından itibaren dünya hegemonyası bir Asyalı bir Avrupalı güç tarafından münavebeli olarak götürülmüştür. Tarihsel arka plan bunu göstermektedir.

 

 

Elbette ki maksimalist hayalci hedeflere odaklanmadan Türkiye toplam milli güç unsurlarını ciddi bir analize tabi tutarak ortaya yepyeni bir dış politika konsepti ortaya koymak durumundadır. Dış politikanın sağlam temelleri Türkiye’nin Osmanlıdan Cumhuriyet’e devrolan Cumhuriyetin nitelikli bir biçimde donattığı kurumsal hafızada vardır.

Birbirine yan bakacak, dışlayacak, yok sayacak, ötekileştirecek bir lükse sahip değiliz. Banyoda kendi sesine aşık, ne güzel şarkı söylediğini düşünen arkadaşların bir de başka seslere kulak vererek, öğrenmeye, anlamaya, hissetmeye açık olarak dinlemeleri gerekir. Bütün birikimimizi ayırımsız Türk milleti menfaatine ortaya koymak ahlaki, vicdani ve milli bir görevdir. Buna engel olmak veya süreçleri tıkamak aynı derecede milli maslahata ve mefkûreye aykırıdır.

 

 

Bir son not olarak ifade etmeliyim: Askeri akademik kurumlarımız dünyadaki benzerleri dikkate alındığında ilk 5 içerisinde yer alan Osmanlıdan müdevver geleneği olan kurumlardı. Bu ayarda üniversitemiz yok. Yeni Milli Savunma Üniversitesi modeli aynı etkinlikle işliyor mu?, süratle tedbir alınmalıdır. GATA’da yaşanan çöküş ortada. Sorun kurumları dinci terör yapılanmalarından uzaklaştırmaktı. Bu amaca ulaşıldı mı? A dini örgütünün gidip B’nin gelmesi tehlikesi vardır. Dinci epistemoloji aynı zemin ve referanslardan beslenir. Tarih bilinci yoktur. ”Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğu!”, “Müslümanlığı ortadan kaldırdığı!”, ” Mason olduğu”, kâfir rejimi kurduğu, evrimin yalan olduğu konusunda Haydar Baş Hoca dışında bütün tarikat ve cemaatler hemfikirdir” benden söylemesi.Fesli Kadir Hocadan duyduklarınız sadece ona mahsus görüşler olduğu zannediliyor, oysaki bunlar bu camiadaki ortak referanslardır.Buna dikkat edilmeli. Milli beka diyorsanız bizleri dinlemeniz lazım zira bilmiyorsunuz. Türkiye Cumhuriyetinin “raisond’etat”[=kurucu felsefesi] siyaseten ve sınıfsal olarak boşluktadır. CHP, 10 Aralık haraketinin Atatürk ilkeleriyle temelden çelişen felsefesiyle, eşit vatandaşlık teranelerinde, 6 okundan biri olan Milliyetçilik ilkesini rafa kaldırmış vaziyette. MHP tarihsel Türk milliyetçiliği perspektifinden çoktandır uzaktadır. Kalpakla, taşlı yüzükle, vesileler dilemekle, selfiyle, tumturaklı dualarla milli beka olmaz. Türkiye’nin yaşadığı kaos,çoğu kere öngörülemez uçlara salınım aklı başında bir milli merkezin kalmaması/olmamasıyla ilgilidir. Dinleyin kendiniz yapın, bizlerin makam ,mansıp, masa, nisa, kasa, yan dönüp foturaf! çektirme, derdi yok, biz yarış bittikten sonra da koşan atlarız. 20.000 kitap, şöminesi (boğazlı kazağı kaldırdım sıkılanlar var), postu olmayan adamlarla devlet maslahatı görülmez , yazıda yabanda yetişen adamlara şehir eminliği vermeyelim, Muhsin Çelebi’yi bir daha okuyalım.

Bütün partiler milliyetçi oy istiyorlar, bu konuda anılar anlatıyorlar lakin hiçbiri milliyetçi hadi onu da geçtim millî mefkûre durağında değil. Dünkü tıfıl İslamcı aplalar, ağbiyler bile milliyetçi oyların nasıl verilmesi gerektiği konusunda kafa yoruyorlar, eksik olmasınlar. Bu köklü bir arayış sancısıdır. Not ediyoruz. Yenilikçi fikirleri, projesi, vitrini olan, servis adamlarından, siyaseten bitmiş yeni bir sözü olmayan son çare tesisleri arayan personelden mümkün mertebe izole milli bir merkez kitle partisi %65’lik kerhen oy veren Müdafâ’â-yi Hukuk seçmen kitlesine yaslanabilir.

 

Ayle salonu! Esnaf lokantası, görüntülerine iktidar ve muhalefet olarak artık devlet ve siyaset alanında bir son verelim.

Lumpenlik bizi batırıyor yeminlen!

 

 

[i]https://sosyologlar.net/braudel-fernand/

[ii]https://tr.sputniknews.com/politika/201903011037952620-cinin-ankara-buuykelcisinden-uygu-aciklamasi/

[iii] Bu konuda geniş bilgi için bk.Ömer Naci Soykan, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/743/9496.pdf