‘Tüyü bitmemiş yetim’in hakkı!..

‘Tüyü bitmemiş yetim’in hakkı!..
3 Şubat 2014 09:01

“Tüyü bitmemiş yetim”in hakkı…

 

Cemil CAN H&H YORUM

 

Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre, 2013 yılı toplam dış ticaret açığı bir önceki yıla göre yüzde 18.7 artarak 99 milyar 782 milyon dolara ulaşmış! 17 Aralık’ta başlayan Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonlarında takip edilen para, dış ticaret açığını kat kat aşmıştır!… Sadece Başbakanın çocuklarına ait TÜRGEV’e tahsis edilen hazineye ait arazilerin bedelİ bile, dış ticaret açığımızdan fazladır… Maliye’nin İstanbul Tuzla’daki 120 dönümlük arazisinin 57 dönümü de aynı vakfa tahsis edilmiştir. TÜRGEV’in, İstanbul’daki 66. Mekanize Piyade Komutanlığı’nın bulunduğu askeri arazi üzerinde de “eğitim tesisleri” kurması için Maliye Bakanlığı onay vermiştir. 76 milyona ait hazine arazilerini, kendi çocuklarına tahsis etmek ne kadar etiktir bilmiyorum!? Onu ancak iktidar değiştiğinde öğrenebileceğiz! Gece gündüz, beş vakit, tüyü bitmemiş yetimin hakkını aslanlar gibi “savunan” hükümetimiz, isterse havuzlarda topladığı paralarla tüm açıkları kapatabilir… Sonunda bu iş de elbette hükümetin başarı hanesine yazılacaktır… Ama nerdeee! Nedense hükümetimiz kendi başarısından çok, kabine üyelerinin çocuklarını hapisten kurtarmanın derdine düşmüştür!.. Bütün mesaisini bunun için harcıyor. Görünüşe bakılırsa, bu hükümet giderayak gözü kara bir şekilde en temel yasaları dahi değiştirebilir!..

 

Kahramanlarımız hapistedir…

 

Silivri’de yapılanların, yargılamadan çok maskaralık olduğu, şüphe götürmeyecek şekilde ortaya çıkmıştır. Özellikle de İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in yaptığı tarihi savunmadan (1) sonra, iddianameleri hazırlayan savcılar ve bu iddianamelere değer vererek hüküm kuran yargıçlar, kaçacak delik arıyorlar. Zira bir zamanlar bu davaların başsavcılığını üstlenen ve savcılara Başbakanlığa ait zırhlı otomobiller veren Erdoğan bile, son iki haftadır yaptığı açıklamalar ile Perinçek’in savunmalarını yüzde yüz doğrulamıştır. Aynı şekilde, Başbakan Erdoğan’ı dinledikleri iddiası ile tutuklanan Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ile Ulusal Kanal Haber Müdürü Ufuk Akkaya haklarında açılan davalar da bizzat Başbakanın sözleri ile çöpe atılmalık hale gelmiştir!.. Ne var ki, Perinçek, Silivri’de yaşanmakta olan çadır tiyatrosunu, kamuoyuna duyurabilmek için oldukça ağır bedel ödemiştir. 6 yıldır hapistedir, dile kolay… Sadece savunması nedeniyle 20 yıldan fazla hapis cezası alan Perinçek, 4 metrekarelik hücresinden Türk halkına doğru yolu göstererek, gerçek bir kahramanı olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır… “TSK’ya kumpas kurulmasının”ın ortaya çıkması ve “5 numaralı CD’nin sahte” olduğunun rapora bağlanması ile doğal olarak verilen o cezaların da hukuksal dayanağı kalmadığı ortadadır!..

 

Ceza hükümleri “yok hükmünde”dir…

 

Ergenekon davası kapsamında tutuklanan Abdullah Arapoğulları; Akyazı Asliye Ceza Mahkemesi’ne 28.11.2013 günü verdiği ifadede, Kılıçdaroğlu’nun kendisi kadar “dürüst” gördüğü Cemaatin Savcıları Zekeriya Öz ile Mehmet Ali Pekgüzel’in, sanıkların koğuşlarını dolaşarak, gizli tanıklık teklif ettiklerini ve kabul edenleri salıverdiklerini açıklamıştır… Demek ki, özel görevli ağır ceza mahkemelerinin hakimleri gibi, gizli tanıkları da “dürüst” savcılar tarafından bizzat yerinde ayarlanmıştır!.. Hükme esas alınan kanıtlar; bilirkişi raporu ile sahteliği saptanan dijital kanıtlar (5 numaralı CD) ve gizli tanıklar olduğuna göre, bunlara dayanılarak verilen mahkumiyet kararlarının hukuksal dayanağı kalmamıştır!.. Bu noktadan sonra yapılacak olan iş; yeniden yargılama değildir. Üst mahkeme olan; Yargıtay veya Anayasa Mahkemesi’nden birinin, bu durumu tespit ederek, özel görevli mahkemelerden verilen kararların “yok hükmünde” olduğuna karar vermesi şarttır ve yeterlidir!..

 

Balyoz, Poryazköy ve Amirallere Suikast davalarının temelini oluşturan Gölcük Donanma Komutanlığı’nda bulunan “5 nolu harddisk” için TÜBİTAK’ın verdiği “tarih ve saati ile oynanmış” şeklindeki rapordan sonra, “kesin” hükümle sonuçlanan Balyoz Davası’nda, neden bu incelemenin yapılmadığı sorusunu gündeme getirmiştir! Yanıt olarak, mahkemenin peşin hükümlü olduğundan başka bir şey akla gelmiyor, ne yazık ki!.. Hükme esas alınan bu sahte CD için, vaktiyle sanıklar ve savunma avukatları, sahtelik iddialarını defalarca dile getirmişlerdi. Salt bu nedenle bile Balyoz davasında mahkemenin “ayarlanmış” olduğunu ve “kasten” adil yargılama yapmadıklarını söyleyebiliriz. Bu yerinde iddianın asıl kanıtı; koşulları oluştuğu halde, Haberal’ı tahliye etmeyen yargıçların, tazminata mahkûm edilmesinden sonra, hükümetin yaptığı, yargıçlara karşı açılacak olan tazminat davalarında hükmedilen tazminatı devletin ödeyeceği şeklinde düzenlemedir. Bu düzenleme ile yargıçların bağımsızlığını değil, tam aksine, hükümete daha da bağımlı hale gelmeleri sağlanmıştır. Düzenlemeye göre, siyasi iradenin haksız bir şekilde “mahkûm edin!” dediği muhalif kişiler, hükümetin ayarlanmış yargıçları tarafından mahkûm edileceklerdi. Daha sonra, bu yüzden bir tazminat davası açılır da hakkıyla hukuk fakültesi bitirmiş bir yargıcın önüne gelirse ve o da tazminata hükmederse, hükmedilen tazminatı devlet ödeyecekti!.. Demek ki, helal süt emmiş ve hukuk fakültesini hakkıyla bitirmiş yargıçlar, yargı teşkilatından tamamen temizleninceye kadar, bu hüküm işletilecekti. Keyfi kararlar veren bir yargının, kararlarını; hiç kuşku yok ki, (Yargıç teminatı, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, doğal yargıç ilkesi, adil yargılanma ilkesi, masumiyet karinesi, aleyhteki hükümlerin geriye yürümezliği ilkesi, hukukun üstünlüğü ilkesi vb gibi…) evrensel ilkeler karşısında, yok hükmünde kabul etmek, hukuki, vicdani ve ahlaki bir zorunluluktur!..

 

Yargının ne hale getirildiğini en iyi anlatan olay, 16 Temmuz 2005 tarihinde Kuşadası’nda Kadınlar Denizi’ne giden minibüse konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybedenlerin yakınlarının açtığı tazminat davasının başından geçenlerdir. İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesince o insanlık dışı eylemi gerçekleştiren PKK’lı M.S.K. eylemi sabit görülerek, 5 kez ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırılmıştır. Bunun üzerine, “asayiş ve güvenliği” sağlamada “hizmet kusuru” işleyen İçişleri Bakanlığı aleyhine açılan tazminat davasını, yerel mahkeme son derece isabetli bir şekilde kabul etmiş ve bakanlığı tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Danıştay 10. Dairesi ise, temyiz üzerine ele aldığı davayı, bu olayda “devletin hizmet kusuru bulunmadığı” gerekçesi ile bozarak geri göndermiş ve ödenen tazminatların geri istenmesi yolunu açmıştır… Oslo’da, İmralı’da, belki de daha önceleri başka yerlerde PKK ile diz dize görüşmeler yürüten hükümetimiz, teröre karşı – gerekli önlemleri alsaydı demiyorum artık- PKK’ya rica etseydi de bu eylemi önleyebilir ve o insanların hayatta kalmalarını sağlayabilirdi!.. Bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde terör eylemleri nedeniyle yaşamını kaybedenlerin açtığı davalarda, mahkemeler hükümeti “kusursuz” bulmuş değillerdir!.. Böyle hükümler, bir tek hükümete “çelme takmak“ istemeyen yargının bulunduğu muz cumhuriyetlerinde verilebilir!.. “Hizmet kusuru”nu bir tarafa bırakalım; çağdaş-demokratik ülkelerde devlet, en azından “hizmetin kötü işlemi” gerekçesine dayanarak tazminata hükmederdi. Bu dahi mümkün olmazsa, bu defa da “kusursuz sorumluluk” ilkeleri gereği, yine devlet sorumlu tutulur ve kişilerin uğradığı zararlar devlet tarafından karşılanırdı… Bizimkiler, nimet-külfet dengesi nedeniyle yurttaşlara ödenmesi gereken paraları, hak sahiplerine ödemek yerine, “imam-hatip okulu yaptırmak” gibi inandırıcı olmayan sebepler göstererek, yatak odalarındaki kasalarda veya ayakkabı kutularında saklamaktadır. Bu yapılanlar ise tek kelime ile ahlaksızlıktır!..

 

İkinci Yolsuzluk Operasyonunu yürüten savcının görevden alınmasından sonra, yerine getirilen yeni savcı İsmail Uçar, İstanbul Organize Suçlar ve Mali Suçlar Şubesi görevlileri hakkında “örgüt” soruşturması başlatmış!.. Bu arada Bilal oğlan ile ilgili olarak hazırlanmış iddianame de yırtılıp çöpe atılmış tabi… Güya savcı yenisini hazırlayacakmış!.. Bu yeni soruşturmanın anlamı; devletimiz tarafından, Ergenekon ve Balyoz davalarının soruşturma evrakını hazırlayan emniyet birimlerinin, yasa dışı “örgüt” olduğunun kabul edilmiş olmasıdır!.. Alın size özel görevli ağır ceza mahkemelerinde yapılan yargılamaların, hukuk dışı olduklarına ve “yok hükmünde” sayılmaları gerektiğine dair esaslı bir kanıt daha…

 

Ekonomimiz kaldırım seviyesinde alçak sürünmededir…

 

Ekonomistlere göre, aylık cari açığımız 5 milyar dolarmış. Kısa vadeli borç ödemelerimiz ise, 9 milyar dolar. Anlayacağınız her ay 14 milyar dolar sıcak para bulmak zorundaymışız. Aksi halde, bu çark dönmezmiş!.. Bir ülkede (tarım ve sanayide) üretim durmuş, buna bağlı olarak da ihracat yerlerde sürünmeye başlamışsa, günü kurtarmak için gelen sıcak para, elimizde avucumuzda olanı faiz adı altında alıp götürür. Sıcak parayı nereden, ne zamana kadar bulabiliriz? Bu sorunun akla yatkın bir yanıtı yoktur. Üretim yoksa daha çok faiz ödeyerek yeniden borç bulmaktan başka çare de görünmemektedir…

 

Ülkemize sıcak para girişi, Suudi Arabistan ile Katar’dandır. Erdoğan’ın, Mısır’da Mursi’yi desteklemesi ve bu iki ülkenin İhvan’ı kendi ülkeleri için tehdit olarak görmeleri nedeniyle, para musluklarını kapatmışlardır. Bu da sona yaklaştığımızı gösterir. Amerikan Merkez Bankası (FED) da ayda 80 milyar doları bulan piyasaya para sürme politikasından vazgeçmiştir!..Oradan da para gelmeyecek demektir. Almanya Borsası Dax’ta satış listesinin başında Türk ve Arjantin para birimleri vardır. Bu durum karşısında yatırımcılar, ellerindeki Türk tahvillerini ellerinden çıkartmaya başlamışlar. TL’nin dolara karşı aşırı değer kaybı (devalüasyon), piyasaları önemli ölçüde tedirgin etmektedir. Daha fazlasını söylemek için yerim yok, dileyen bir zahmet elini cebine uzatsın ve gerçek durumla kendi cüzdanında yüzleşsin!..

 

Borçlarımızı nasıl ödeyeceğiz? Cumhuriyet tarihi boyunca, aralarında TELEKOM ve TEKEL gibi zarar etmeyen kuruluşların da bulunduğu kazanımlarımızı, birkaç yıllık gelirleri karşılığında yabancılara satmışız. Ortakları arasında AKP’liler var mı bilmiyoruz! Artık satacak bir şeyimiz de kalmamış. Bundan sonra, sıkıştığımızda vatanı satacak değiliz herhalde… Durumumuzu üreterek düzeltemezsek eğer, bu toprakları vatan yapanlar, yedi kat yerin altından kalkıp gelecekler!.. Ona göre…

 

Memurlara yılbaşında verilen maaş artışı, ay sonuna kadar bile dayanamamış. 2013 başında 1096 dolar olan memur maaşı, bu yıl 933 dolara düşmüş! Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 17 Aralık Operasyonunun ardından 127 milyar liralık ölçülebilir hasar oluştuğunu, ölçülemez hasarın ise daha fazla olduğunu vurgulamış. Bunların bedelini vatandaş ödeyecek tabi. Ödeme gücü olan bir tek bakanlarımızın çocuklarıdır! Ayakkabı kutularından, havuzlarından ödemeleri yaparlar mı acaba?… Hiç sanmam… Bizim çocuklarımız, becerip sınav sorularının yanıtlarını bile ellerinden alamamışlar. Bu yüzden çoğu işsizdir!..

 

Av. Cemil Can

 

DİPNOT: http://www.youtube.com/watch?v=i7tKOYWdZT8&feature=share

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..