Türlü türlü meyva

Türlü türlü meyva
4 Ocak 2013 19:05

Anadolu coğrafyasında yaklaşık 10.000 bitki vardır ve bunların 3.000’i ise endemiktir; yani yalnız bu coğrafyada yetişir.


Mustafa MERSİNOĞLU H&H YORUM

Anadolu coğrafyası tüm Avrupa’dakinden daha fazla endemik bitki türüne sahiptir. Bunun sebepleri arasında Anadolu’nun Asya ve Avrupa arasında olması dağlık yapısı, üç iklimi birden barındırması ve su kaynaklarının bolluğu vardır.

 
Yalnız Anadolu’da yetişen bitkiler arasında Anadolu Sığla Ağacı aynı zamanda dünyada yetişen en eski ağaç olarakta bilinir. Bugün Muğla, Antalya, Isparta, Burdur’da küçük korular halinde kalmıştır. Halikarnas Balıkçısı ‘Doğanın Anadolu’ya İmtiyazı: Buhur (Günlük) Ağaçları diye bir yazı yazmıştır.


 

Kazdağı kardeleni ve kantoru, Aydın Tülüşahı, Sevgi çiçeği, Yanardöner, Çiğdem (Ankara), Toros Kızılağacı, Artvin kuduz otu,  Amasya Dağ çayı ve daha bir çokları yalnız Anadolu coğrafyasında   yetişmektedir.

 

 

Bitkilerimizde gün geçtikçe yok olmaktadır en çok bilinen ve konuşulan ormanlarımızdır. Yangınlar ve çeşitli şekillerde talan dışında bir çok ağaçlarımızda gerekli gereksiz açılan yollar ve diğer inşaatlarla yok ediliyor. Gazi Orman Çiftiği de Başbakanlık binası yapılarak yok ediliyor.


 

Aşık Veysel’in türlü türlü meyvasına ve bir çekirdek verip dört bostan almasına bakalım.

 
Meyve Suyu Endüstrisi Derneği’nin hazırladığı ‘Türkiye Meyvecilik Kültürünün Tarihçesi’inden bir alıntı yapalım:
 
 

‘Türkiye bir çok meyve türlerinin anavatanı ve meyvecilik kültürünün beşiğidir. Bugün, meyvecilik kültüründe önem kazanmış olan elma, armut, ayva, fındık, antepfıstığı, vişne, kiraz, erik, ceviz, badem, kestane, incir, üzüm ve nar gibi birçok meyve türü bu topraklarda ortaya çıkmıştır. Kültürü yapılan meyve türlerimizden başka kuşburnu, alıç, ivez, böğürtlen, muşmula, melengiç, keçi boynuzu ve idris gibi bir çok yabani meyvelere de rastlamak mümkündür.

 

Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre 4-5 bin yıl önce Anadolu’da yukarıda anılan meyve türlerinin yetiştirildiği ileri bir meyvecilik kültürü vardı. Ayrıca bu çağlarda Hindistan’da manço, Çin’de portakal, şeftali, brabîon hurması ve Amerika’da avacado yetiştirildiği düşünülürse; bu ülkelerin meyve türlerine büyük bir katkıda bulunmadığı ancak kontrollü yetiştirme tekniğini ilerlettiği görülür.

 
Türkler Batıya yaptıkları sefer ve gezilerle, Doğu Asya meyvelerini Batıya taşıyarak dünya meyvecilik kültürüne çok değerli hizmetlerde bulunmuşlardır. Alman tabiat tarihi bilimcilerinden Hehn, eski Yunanlılar ve Romalıların, Etiler ve Finikeliler zamanından sonraki meyvecilik kültüründen bahsederken “…bu memleketlerdeki yabani ormanların yerinde simdi içerisinde dokunun meyve ağaçları yetişen ağaçları kurulmuş ve halkı tabiatın yabani ve ilkel kaynaklarının av ve mer’a ürünleri yanında, doğunun kültür meyvelerinin ferahlatıcı sularından zevk almaya başlamışlardır…” demektedir.

Buradan anlaşılıyor ki, Dünyanın en eski ülkelerinden sayılan Yunanlılar bile, meyvecilik kültürünü Anadolu’dan almışlar ve sonradan Roma’ya ve oradan da Avrupa’ya geçmiştir.

İnsanlık tarihi kadar eski olan bağ-bahçe ziraatı içindeki meyvecilik tarihi de eskidir. Önceleri göçebeler gördükleri yabani meyvelerin meyvelerini tüketmeye başlamışlardır. Ancak taze meyvelerin kısa bir süre içinde görünüp kaybolmaları karşısında, bunları saklama gereğini duymuşlardır. Öncelikle ağaç üstünde kuruyan ve yere dökülen ceviz, fındık, badem meyveleri toplamakla işe başlamışlar; sonraları ise, kendileri kurutma ve saklama yoluna gitmişlerdir. Yabani olarak yetişen meyvelerden sürekli yararlanma istekleri ise göçebeleri bu meyvelerin oldukları yerlerde yerleşik hayat düzenine geçirmeye zorlamıştır. Bu nedenledir ki çok eski zamanlarda Anadolu’da yabani meyve türlerinin çok fazla bulunduğu yüksek yaylalarla, kıyılar en eski kültür merkezleri konumundadırlar.

Meyvecilik kültürünün sonraki gelişme periyodu ise; ormanlarda yetişen ağaç ve fidanların sökülerek evlerinin yakınlarına meyve bahçeleri kurmakla başlamıştır. Bu nedenle öncelikle ayva, elma, armut, kızılcık, badem ve erik gibi meyve ağaçlarından kurulu çitler yapılmıştır. Daha sonraları ise yenilen meyvelerin atılan çekirdeklerden ve dip sürgünlerinden yeni bitkilerin oluşabildiğini gördükten sonra çoğaltma tekniğini öğrenmişlerdir. İleriki yıllarda ise iri meyvelerin tohumlarından daha iyi meyve aldıklarını fark ettikten sonra ise bir ıslah metodu olan seleksiyonla üstün özellikli yeni bireyler elde etmişlerdir. Tabii bu durumu bitkinin vegetatif kışlalarından faydalanarak da yapmışlardır.

Kesilen bitki parçalarının toprağa değdikleri yerde köklenmelerini ve yeşermelerini görmeleri ise bunlara çelikle çoğaltmayı; dalları kırılan ve seyrek meyve araçlarındaki meyvelerin daha iri ve kaliteli olması budama ve terbiye şekillerini, birbirine sürtünen ve sürtündükleri yerden iki dalın kaynadığının görülmesi gibi olaylar ise meyveciliğin ileri bir teknolojisi olan aşıyla çoğaltmayı öğretmiştir. Meyvecilik kültürünün daha ileri aşaması ise, doku kültürüyle çoğaltma, bitki fizyolojisi (hormonların ve bitki büyümeyi düzenleyici maddelerin, iyonize radyasyonun kullanımı gibi), kimya ve bitki ıslahı (melezlemeler, kendilemeler ve mutasyonlarla üstün özellikli yeni bireylerin elde edilmesi) vb. alanlardaki gelişmelerle; hasat sonrası soğuk teknolojisindeki gelişmelerin meyveciliğe uygulanmaya başlandığı dönemleri oluşturur.

 
Yukarıda belirtilen tarihsel gelişimin birçok aşamasını memleketimizde görmek mümkündür. Bugün bile hala yurdumuzun birçok yöresinde yabani meyvelerden hem doğal haliyle hem de onları aşılayarak yararlanma yoluna gitmektedirler, örneğin, yabani zeytinler, melengiçler, mahlep, kuşburnu, kızılcık, böğürtlen gibi.

 
Özet olarak söylemek gerekirse, Türkiye bugün de bütün bu gelişme aşamalarıyla ve çok farklı ekolojilere sahip olması nedeniyle, muzdan, şeftali, hurma ve elmaya kadar bin bir meyveyi bünyesinde barındıran meyvecilik kültürünün tarihi bir müzesi durumundadır.

 

 

Dünyadaki Yetiştirilen Meyve Türleri ve Türkiyenin Tür ve Çeşit Zenginliği

 

Dünya üzerinde yetiştirilen meyve türlerinin sayısı 138’i bulmaktadır. Bunlardan 85 tanesi tropik ve subtropik, kalanı sıcak ve soğuk mutedil iklim bölgelerinde yetiştirilmektedir. Türkiye çok değişik iklimleriyle çok sayıda tür ve çeşitleri bünyesinde barındırır. Bu şekilde yurdumuzda yetişen meyve tür sayısı, yeni ürünlerle birlikte 75’in üzerindedir. Bu türlerin büyük çoğunluğunun orjini Anadolu olup, turunçgillerin büyük çoğunluğu, şeftali, kivi, ananas, pikan gibi bazı meyve türleri ise çok önceden veya yakın zamanlarda yurdumuza başka ülkelerden getirilmişlerdir. Türkiye’de görülen bu büyük tür zenginliği yanında, büyük bir çeşit bolluğu da vardır. Bu şekilde elmalarda çeşit sayısı 500, armutlarda 600, eriklerde 200, kirazlarda 1500 ve şeftalilerde ise 100’ün üzerindedir. Dünyadaki çeşit sayıları ise bunların çok üzerindedir, örneğin, kirazlarda 1500, şeftalilerde ise 2000′ e yakın çeşit vardır. Türkiye’nin bu çeşit zenginliği, tür zenginliği gibi ıslahçılar için, damızlık materyali sağlayan kaynakları oluşturur. Gerçekten Erwin Baur 1927′ de Kocaeli bölgesinden topladığı değişik erik tiplerini Almanya’ya götürmüş, aynı şekilde Kanada’lı Hunter Karadeniz bölgesinde Fusikladiuma dayanıklı Demir eî’nasî çeşidinden faydalanma yolları aramıştır. Ayrıca çeşit bolluğunun sayesinde değişik ekolojilere uyum sağlayan üstün kaliteli çeşitleri ayırarak, buralarda yetiştirme imkanları ortaya çıkar. Bu kaynakları korumak amacıyla gen bankaları yanında, koleksiyon bahçeleri tesis edilmelidir.’

 
Ülkemiz 12 Eylül Darbesinden bu yana müthiş bir hızla ithal muz cumhuriyeti olmuştur. Meyveciliğimiz de gerilemekte bir çok sorunla uğraşmakta buna örnek olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odasının,  ‘Türkiye, Findikta Belirleyici Rolünü Yitirmektedir(27.08.2003)’ adlı basın açıklamasının tümünü alacağız. Lütfen sabırla okuyun bu 
dışarı bağımlı tarımımıza ışık tutuyor:

 

‘Uygulanan yanlış politikalarla ülkemizde fındık sektörü çöküşe sürüklenmekte, üretimde ve dış satımda dünya tekeli konumundaki Türkiye, fındıktaki belirleyici konumunu hızla yitirmektedir. Politika yapıcıların gelişmelerden çıkar sağlaması, yapılanların “masum yanlışlıklar” olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Fındığın dünyada ve ülkemizdeki durumu incelendiğinde; Dünya fındık üretiminde 548.000 ha alanda 570.000 ton üretimle ülkemiz ilk sırada yer almakta ve üretimde tekelci konumda bulunmaktadır. Ülkemizi sırasıyla, 68.185 ha alanda 120.000 ton üretimle İtalya, 21.000 ha alanda 25.000 ton üretimle İspanya ve 8.000 ha alanda 22.000 ton üretimle A.B.D. izlemektedir. Sosyo-ekonomik yapı üzerinde belirleyici role sahip olan fındık üretimi Ordu, Giresun, Rize, Trabzon ve Artvin illerinden oluşan 1. Standart Bölge ile Samsun, Sinop, Kastamonu, Bolu, Düzce, Sakarya, Zonguldak ve Kocaeli illerinden oluşan 2. Standart Bölgede, ortalama 14 dekar büyüklüğündeki işletmelerde gerçekleştirilmektedir. Oysa, 5 kişilik bir ailenin en düşük düzeyde geçimini sağlayabilecek üretim miktarı yaklaşık 2.5 tondur ve bu düzeyde bir üretimi yapabilmek için sahilde 22 dekar, orta yükseklikte 34 dekar, yükseklerde ise 45 dekarlık bir alan gerekmektedir.

Günümüzde üretim alanlarının % 41’i Ordu, % 30’u Akçakoca, % 18’i Giresun, %10’u Trabzon bölgesinde bulunmaktadır. Fındığın doğal üretim alanı olan Doğu Karadeniz’i aşarak ülkenin en verimli taban arazilerine, ovalarina yayılmasi ve üretim yapilan il sayısinin 35’e kadar yükselmesi üzerine, 1983’te fındık üretim alanlarının sınırlandırılmasına yönelik 2844 sayılı yasa çıkarılmıştır. Yasaya uyulmaması ve kamu yönetiminin yasayı uygulatamaması nedeniyle dikim alanlarindaki genişleme önemli sorunlar oluşturmuş, 57. Hükümet’in Sakarya’da daralttığı fındık dikim alanları, 59. Hükümet tarafindan siyasal rant içeren bir yasal düzenlemeyle üretim alanı içerisine alınmıştır.

Ülkemizdeki fındık kalitesinin arttırılması, tek ürüne bağımlı klasik üretim bölgesi olan Ordu, Giresun ve Trabzon illerinde fındık tarımının özendirilmesi, iç ve diş piyasalarin düzenlenmesi, fındık üreticisi ailelerin refah düzeyinin artırılması ve eğimli arazi yapısına sahip bölgede fındık yetiştiriciliği ile erozyon tehlikesinin önlenmesi gerekçeleriyle 1964 yılında fındık destekleme kapsamına alınmış, fiyat ve alım garantisi yoluyla yapılan desteklemeler, 5 Nisan 1994 tarihine kadar sürmüştür.

Ulusal fındık politikasının belirlenmemesi nedenleriyle ortaya çıkan üretim ve pazarlama sorununun çözümü, 1990’li yılların sonunda, fındık politikalarının oluşturulduğu ve yönlendirildiği Almanya’daki gıda tekellerinin isteklerini yerine getirmeye çalişan IMF ve Dünya Bankası politikalarında aranmıştır, aranmaktadır.

 

9 Aralik 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubu’nda, üretimde fazlalık yaşanan ürünlerde fiyat desteğinin kademeli olarak kaldırılacağı ve doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesi taahhüt edilmiştir. Dünya Bankasi ile bağıtlanan tarımsal reform ve uygulama projesi’nde ise, yaklaşık 100.000 hektar fındık bahçesinin sökümü ve alternatif ürün projesine geçiş ile Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin özerkleştirilmesi öngörülmüştür.

Ekonomik, sosyal ve siyasal sonuçlari hesap edilmeden, dünyada benzeri görülmeyen şekilde ve kısa zamanda uygulanmak istenen ve yalnızca oluşan stoklar ve bunun hazineye getirdiği yük açısından ele alınan tarımsal dönüşüm ve reform programlarının ve alternatif ürün projesinin sonuçlarına, 2003 yılında fındık özelinde bakalım:

1998 yilindan itibaren destekleme alım fiyatlarındaki artış sürekli olarak enflasyonun altında tutulmuş, üreticiye ödenen bedel yanında toplam tarımsal ürün dış satımının % 20’sini oluşturan fındığın dışsatım geliri düşmüş, destekleme kapsamındaki alım miktarı da sürekli azaltılmıştır.

 
Son derece yanlış yönlendirilen fındık politikaları, AB ülkelerinin dış satımımızdaki payının ortalama % 80-85 düzeyinde olması ve pazarın çeşitlendirilmemesinin yarattığı bağımlı ilişki, fındık dış satım fiyatlarını düşürdüğü gibi, dış pazarların kaybedilmesine yol açmıştır.

 
Fındığın % 70’inin işlenmeden ihraç edilmesi, katma değerin ülke dışına çıkmasına neden olmaktadır.

 
Fındığını söken üreticilere girdi, bakım ve hasat amacıyla dekar başına önce 146 Dolar, sonra 200 Dolar ödeme yapılacağının belirtilmesine karşın, alternatif ürüne yönelik olarak hiçbir üretici başvuruda bulunmamıştır. Bu nedenle Dünya Bankası yetkilileri, proje süresini uzatmış ve üreticiyi ‘ikna’ edici yeni model arayışlarına girmiştir.

 

Fındık üreticisinin 2002 yılındaki gelir kayıplarını telafi edebilmek amacıyla, fındık üretimine izin verilen 13 ilde 2002 yılı Doğrudan Gelir Desteğine başvuran toplam 171.230 fındık üreticisine, dekar başına 25 Milyon TL olmak üzere, 379.352 Hektar fındık alanı için yaklaşık 95 Trilyon TL ek ödeme yapılması, fındık alanlarının azalması amacını olumsuz etkilemiştir.

4572 sayılı yasa ile özerkleştirilen Fiskobirlik, 2003 yılında üretici lehine hizmet veremez duruma düşmüştür.

Türk çiftçisinden esirgenen destekler ve güdümlü dışsatım fiyatları, rakip ülkelerin üretimlerini özendirmiştir.

Dünya fındık fiyatını belirleyen ana etken, Türkiye Cumhuriyet hükümetlerinin açıklamış olduğu taban fiyatlardır. Dünya fındık gereksiniminin % 70’ini, Avrupa’nın ise % 80’ini karşılayan Türkiye’nin, tekelci konumu nedeniyle, ülke ve üretici çıkarları lehine dünya pazarlarında fiyatı etkileme olanağına sahip olmasi gerekirken, fındık ihracatçilari birliği ile başbakan’a ‘onursal altın fındık ödülü’ veren uluslararası sert kabuklu meyveler konseyi (INC) başkanlığını yürüten kişilerin danışmanlığında yürütülen tek yanlı ve amaçlı fındık politikaları sayesinde, Avrupalı dış alımcılara ucuz fındık satılmakta, Karadenizli üretici ise açlığa mahkum edilmektedir.

Avrupalı dışalımcılar ve Türkiye’de temsilcileri olan bazı dış satımcılar, yalnızca kendi çıkarları için fındığı düşük fiyata alarak ihraç etme uğraşısı içerisindedirler. Kamunun görevi üreticiyi ve ülkeyi zarara uğratmamak iken, fiyatlara müdahale etmeyip arz-talep dengesinde fiyatın piyasada oluşmasını benimseyen 58. Hükümet, geçen yıl verilen fiyatın altında brüt olarak 2.000.000 TL (net 1.788.000 TL) taban fiyatı verilmesi yönünde kamuoyuna açıklama yapmış, stoklarındaki 40.000 ton fındığı satışa çıkararak alım fiyatlarını aşağı çeken Fiskobirlik ise 2003 yılı fındık alım fiyatını brüt 2.500.000 TL lira (net 2.200.000 TL) olarak açıklamıştır.

2002 ürünü fiyatının birkaç aylık gecikmeyle 1.650.000 TL olarak açıklanmasına tepki gösteren üreticilere seçim meydanlarında; ”Fındık fiyatının en az 2 milyon lira olması gerekir. Üstelik fiyatlar bu kadar geç açıklanır mı? Biz iktidara geldiğimizde hem 2 milyonun üzerinde fiyat vereceğiz hem de Nisanda açıklayacağız!” diyenler, uygulanan IMF ve Dünya Bankası patentli politikaların dışına çıkamamakta, gerek enflasyonun altındaki artış, gerekse son 5 yılın en düşük düzeyinde gerçekleşen fındık rekoltesi sonucu üretici yoksulluğa, göçe zorlanmaktadır.

Sosyoekonomik önemi yanında ülkemize yüksek miktarda döviz girdisi sağlayan fındık, ülke ekonomisinin yükü değil, gücüdür. “Alım fiyatlarını baskılayarak dışsatım fiyatlarını düşürmek, dışsatım gelirlerini artırır” şeklindeki “tüccar” mantığıyla yanıltılmaya çalışılan kamuoyunu uyarıyor ve önerilerimizi sıralıyoruz.

 
Fındık sektörünün sorunlarının temelinde siyasi iradenin kararları yatmaktadır. Bu nedenle üreticilerimiz, demokratik kitle örgütlerimiz ve duyarlı tüm yurttaşlarımız, siyasi karar organlarını etkileme ve yönlendirme yolunda etkin çabalar göstermelidirler.

 
Ulusal Tarım Politikaları bağlamında oluşturulacak ve üretimde verim ve kalitenin artırılması, üreticilerin etkili örgütlenmesinin sağlanması, üretici gelirinin yükseltilmesi ve sürekli kılınması, tüketiciye güvenilir gıda sunumu, iç ve dış pazarların geliştirilmesi, fiyat istikrarı, dış satımın ve döviz gelirinin artırılması amaçlarına yönelik fiyat destekleme politikası, fındık alanlarının sınırlandırılması, alternatif ürün programı, iç tüketim politikası, dışsatım ve dışalım politikası ve kurumsal politika araçlarından oluşacak Ulusal Fındık Politikası, üretim-işleme-dışsatım boyutunda sektörel planlamaları içermelidir.

 
Dünya fındık dışsatımının yaklaşık % 73’ünü gerçekleştiren Türkiye, son 10 yılda ihraç ettiği 2.105.421 ton fındıktan, 7.104.557.000 dolar gelir elde etmiştir. Fındık dışsatımı sorunu, fazla üretimden değil, artan üretime parelel olarak dışsatımın artırılamamasından kaynaklanmaktadır. Almanya, fındık üretmemesine karşın, dışarıdan aldığı fındığı işleyerek dışsatımda dünya üçüncüsü konumundadır. Bademi fındığa seçenek olarak sunan A.B.D., son 10 yıldaki % 30’luk artışla dünya pazarlarına egemen olma uğraşısı içerisindedir. AB, üye ülkelerin fındık üreticilerini korumak üzere dışalım sertifikası, Alfatoksin kodeksini düşürme ve test zorunluluğu gibi engelleme politikaları yürütmektedir. Tüm bunlara karşın, yeni pazarlar bulunması doğrultusunda tanıtım ve reklam faaliyetleri yoğunlaştırılmalı ve fındık dışsatımı 1.5-2.000.000.000 dolar düzeyine çıkarılmalıdır.

 
Türkiye’de “Uluslararası Fındık Alım Satım Borsası” kurulmalı, geliştirilmeli ve Hamburg Borsası’nın dünya fiyatları üzerindeki spekülatif etkinliği kırılmalıdır.

 
Batı Avrupa ülkelerinde kişi başına 1.5 kilogram düzeyinde olan fındık tüketimi Türkiye’de yaklaşık 400 gramdır. İç pazarda, Türkiye’de üretilen fındığın yalnızca % 10’u tüketilmektedir. Bu bağlamda, Fiskobirlik stoklarındaki fazla fındığın okullara ve askeri kurumlara hibe şeklinde dağıtımı yanında, uygun fiyatlarla kaliteli fındığın iç pazarda tüketimi artırılmalıdır.

 
Arz-talebe uygun üretim oluşana kadar desteklemeler devam etmelidir. Sağlıklı rekolte tahminlerine dayalı olarak maliyet hesabı çıkarılmalı ve hasata başlamadan önce fındık taban fiyatı mutlaka açıklanmalıdır. Özellikle taban arazilerden fındık sökülmesi ve alternatif ürüne geçilmesi çalışmasında gereken önlemler alınmadan desteklemeler kaldırılmamalıdır. Desteklemede bölgesel seçicilik olabileceği gibi, üretim miktarı arttıkça verilen desteği azaltıcı sosyal amaçlı politikalar uygulanabilir.

 
Gerekli üretim planlaması yapılmadan ve gerekli finansman olanakları sağlanmadan etkin hizmet vermesi beklenemeyecek olan Fiskobirlik, AB’ye uyum doğrultusunda kooperatiflere verilen özel krediler ve ayrıcalıklı finansman olanaklarıyla donatılmalı, gerçek üreticilerin etkili örgütü olmalıdır.

Fındık, çay, tütün, şeker pancarı, pamuk, hububat ve diğer ürünlerin ve üreticilerin sorunlarına, ürün bazında değil, Ulusal Tarım Politikaları bütünü içerisinde yaklaşılması gerekmektedir.

IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Birliği tarafından üretimsizliğe mahkum edilmeye çalışılan Türkiye’deki üretici, sanayici, tüccar, dış satımcı, tüketiciler, bürokrasi ve siyasiler, sorunlara yalnızca kendi pencerelerinden bakmamalı, sorunlar yumağını doğru algılamalı ve konulacak doğru tanılar doğrultusunda sağlıklı ve uygulanabilir çözümler üretmeli ve uygulamalıdırlar.

Ulusal çıkarlar doğrultusunda yapılan her türlü çalışmada yerini alan ODA’mız, böyle bir süreçte de etkin görev yapmaya devam edecektir.

 

İşte dışa bağımlılık ve iç sömürü düzeni türlü türlü meyvalarımızı köküyle bize veren kara topraktan söktürüyor.


Yazarın Son Yazıları:
İngiltere’deki yeni korona variyantının yayılmasına neoliberalizm dogmasının etkisi oldu mu?
Başımız sağ olsun! Halkın Habercisi’nin vicdanlı, vatansever yazarını kaybettik
Yabancı basında Karadeniz gazı