Türkiye’nin Ve Annemin Halleri

Türkiye’nin Ve Annemin Halleri
13 Kasım 2011 09:52

Sağlıkta Performans Sistemi:“Fazla hastaya bak, fazla par al!” demekmiş. Yani hastalara doğru dürüst bakmayın deniyor doktorlara. Hükümet diyor ki, biz hastalara kaliteli hizmet verilmesini istemiyoruz! Önemli olan hizmeti vermek değil, verir gibi yapmaktır şimdilerde. Arzu edilen hekim ise, hakim gibi hükümete bağımlı ve niteliksiz olandır. Mantığa bakar mısınız Bayanlar, Beyler!  Besbelli ki, halkın sağlığı hükümeti  hiç mi hiç ilgilendirmiyor!..


Gelişmiş ülkelerin sigortaları, belli sayıdan (50) sonraki hastalara bakılması halinde, fazlalık olanların sağlık harcamalarını karşılamıyor. Bunun anlamı:Bir doktor 50 hastadan fazlasına baktığında, ona karşı işinin gerektirdiği özeni gösteremez. Dolayısıyla da hatalı teşhisler koyabilir. O ülkelerde devlet, doktorlarına diyor ki:Hastalarınızla gerektiği kadar ilgilenin!..
Bir ülkede bakılan hasta sayısının artmış olması ile övünülebilir mi?



Her geçen gün hasta sayısı artıyorsa eğer, ya koruyucu hekimlik sistemi işlemiyor ya da hastalar doğru dürüst tedavi edilmeden evlerine gönderiliyor. Ve bir süre sonra geri gelmek zorunda kalıyorlar!…  Tüketilen ilaç sayısı da her geçen yıl artıyorsa, durum yine kötü demektir!.. Batıda yüzde 8 civarında olan acil servise başvuru oranı, bizde yüzde 30’lara ulaşmış. Yine onlardan farklı olarak, bizde acil servise başvurmak; hem bazı ücretlerden kurtulmak, hem de bir an önce hizmete ulaşmak içindir. Kısaca sağlıktaki  durumumuz, yargıda olduğu gibi  tam bir rezalet içindedir. Ne var ki, hükümet yine de bu durumla övünebiliyor.  Ve bu ülkede böyle bir hükümete destek her geçen gün giderek artıyor!?..
Toplum olarak çıldırdık mı ne!..



Sağlık Bakanı, üniversite hocalarını sağlık hizmetleri dışına çıkarttıktan sonra, hastaları ambulans uçaklarla yurt dışına gönderecekmiş!.. Bu gidişle hastalardan önce, hocalar yurt dışına gideceğinden, anlaşılan hastalara orda yine onlar bakacak!.. Geçmiş yıllarda Türkiye’de tedavi ucuz olduğu için, yurtdışından hastalar Türkiye’ye gönderilirdi. Şimdi bu trafiği tersine döndürmüşler!..



Bir ülkede güvenlik, sağlık, adalet ve eğitim hizmetleri, ücretli hale getirilirse, o ülkede devletin varlığı tartışılmaya başlanır… Aslında devlet vardır da “ele geçirilmiş” olduğundan söz edilir…



Adalet arayanlardan, yargılama süresince olabilecek masrafların tamamının peşin alınması, bu ücretleri ödeyemeyecek kişileri,  yargı dışında arayışlara iter. Bir zamanların çek-senet mafyaları yeniden türetilirler! “Adli yardım”la bu işler yürütülemez. Ankara Barosu’nun  Başkanının feryadından, daha adli  yılın birinci ayında adli yardım parasının bittiği anlaşılıyor…



***



Bu işlere ne diyor Başbakan: Alman Vakıfları CHP’li belediyeler üzerinden PKK’ya para yardımı yapıyor. Topu taca atmak buna denir. Sözü edilen vakıf KfW de bu konuda bir açıklama yapmak zorunda kalmış.  Türkiye’deki belediyelere verdiği paralar, en çok alt yapı ve kanalizasyon projeleri için kullanılmışmış! 353.5 milyon Avro ile aslan payını AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi almış. Kredi kullanan belediyelerin tümü AKP’li. Başbakan buna rağmen CHP’li belediyeleri suçlamaya devam ediyor. Sağlık sorunlarına gelmeyeceği belli. Biliyor ki, CHP’liler her zamanki gibi tam kadro halinde  savunmaya  çekilecekler. O gürültü arasında Deniz Feneri soruşturması da unutturulacak!..



İlginç fakat gerçek. Deniz Feneri soruşturmasına bakan savcılar, “evrakta sahtecilik” yaptıkları iddiasıyla görevlerinden uzaklaştırılmış!  Sıra bilirkişi İbrahim Aydoğan’a gelmiş. Güya “sadece Aytaç firmasından” alınan belgelerle raporunu hazırlamış. Bu nedenle o da evrakta “tahrifat” yapmakla suçlanıyor!..  Bizim bildiğimiz, bilirkişiler kendilerine verilen dosya üzerinden raporlarını hazırlar. Mahkeme bu konuda yetki ve görev vermedikçe, kendiliklerinden kanıt toplayamazlar. Bu çıplak gerçeğe rağmen bilirkişiyi “tahrifat” yapmakla suçlamanın anlamı: “Fener’ime dokunmayın” anlamına geliyor!.. Çünkü bu fener kolay söner!..



***



“İki kişiden biri” bir süreden beri hükümetin icraatlarını, diğer kişiye karşı savunamıyor! O nedenle ”pes” etmek üzeredir dersek yeridir. Bizim buralarda, artık haberleri bile dinlemiyorlar. Her gün iki yeni dizi izleniyor. Günlük zihinsel faaliyetler ise, dizilerin gelecek haftaki bölümlerinde yaşanacak olayları tahmin etmekle sınırlı. 80’i aşkın kişiler bile, televizyonların karşısına çivilenmiş gibiler!..



Ülkenin temel sorunları, savaş tehlikesi, terör, yoksulluk, sağlık sorunları gırla gidiyor. “İki kişiden biri” oldukça rahatsız, bunların hiç birini duymak istemiyor!.. En deneyimli olanları bile, bu konulara girildiğinde rahatsız olduğunu gizleyemiyor… Bu kötü gidişin kısmen sorumluları olarak, kendi paylarını  ve hatalarını biliyorlar tabi. Etkileyerek oyunu “çaldıkları” insanların, o nedenle şimdi yüzüne bakamıyorlar…  Onlara “kıyamette” ne verecekler, bilemem!..
“Kolektif vicdan”ın içinde erittikleri bireysel vicdanlarını aramak akıllarına bile gelmiyor!..  Bu durumun farkında olan hükümetimiz, seçmenini rahatlatmak için, bütün TV kanallarını satın almaya karar vermiş. Anadolu Yakası’nın elektriği karşılığında Habertürk’ü,  Çalık Grubu için istemek de neyin nesidir? Çalık Grubu isteseydi  10 tane daha kanal daha açabilirdi. Ama hükümetin derdi onları kanal sahibi yapmak değil ki. AKP için “Brezilya Dizileri” dışında programların yapılmaması çok önemlidir.. Çünkü “İki kişiden biri”  arada bir de olsa o programlara takılarak, rahatsız oluyor, uyuyamıyor… “İki kişiden biri”nin rahat bir uyku çekmesi için, “gürültü”yü kesmek şart gibi!..



***



BM Güvenlik Konseyi’nde 5 Ekim günü  yapılan oylamada, Suriye’ye yönelik yaptırım kararını, Rusya ve Çin’in vetosuyla engellemiş… BM’nin veto yetkisine sahip 5 daimi üyesine Erdoğan köpürüyor!.. Ona ne oluyor?..



Öte yanda, Suriye lideri Esat; kısa süre önce, ziyaretine gelen CHP’lilerin Başkanı Faruk Loğoğlu’na sitem ediyor:” Türkiye-Suriye dostluğunu ABD istemedi. Ne Tunus, ne Libya ne de Suriye’de dertleri demokrasi değil. Asıl mesele kaynaklarımızı kontrol etmek. Türkiye’den gelenler Obama’nın sözcüsü gibi davranıyor. Obama şöyle istiyor, böyle istiyor diye geliyorlar bana. ABD’nin Şam’da büyükelçisi var, gelip söylüyor bize zaten. Türk kardeşlerimizin aynı sözleri tekrarlaması üzüyor bizi.”



Son olarak Esat, “Türkiye içişlerimize karışırsa biz de Türkiye’deki sorunları içişlerimiz olarak görürüz” diyerek aba altından sopasını göstermiş! Anlaşılan, onlar da sabrın sonuna gelmişler. Çünkü bizim için PKK neyse onlar için de Müslüman Kardeşler aynıymış. Bizimkiler, Müslüman Kardeşler örgütü ile al takke ve külah… Bundan sonraki PKK eylemlerine Suriye yön verirse, şaşırmamak gerekir. Onlara söz söylemeye ne hakkımız olabilir ki?..



ABD güdümünde ve onların çıkarlarına endeksli bir dış siyasetin gideceği yer bu kadardır işte. “Sıfır sorunlu dış siyaset” diyerek, sonunda iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdiler. Bu “diplomatik” uyarı dolu sözlerden sonra, yoruma gerek var mı bilemem. Büyük Ortadoğu Projesi içinde Türkiye’nin üstlendiği görev, ABD’ye elçilik etmekmiş meğer!.. Erdoğan’ın “Arap Baharı” diye adlandırdığı süreçte, ABD’nin tebligat memuru gibiler!..



86 yaşındaki annem de “iki kişiden biri” zaten. Ara sıra onunla konuşuyorum. Bu durumun çok zoruna gittiğini söylüyor!.. “Yakında seçim olsa” diyorum.  Duraksamadan; “CHP ne yapabilirdi sanki” deyip, yine oyunun rengini belli ediyor!..



Kurtuluşumuzun tek yolu kaldı. O da:”İki kişiden biri” ile oturup yeniden konuşmak. Onların diliyle tabi!..


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..