Türkiye’nin kaderi Anayasa Mahkemesi’nin elinde

Türkiye’nin kaderi Anayasa Mahkemesi’nin elinde
12 Aralık 2014 11:37

Herkesin bildiği gibi Türkiye’de uygulanan yüzde onluk seçim barajı hak ihlali sebep gösterilerek kaldırılması için birkısım Meclis dışı siyasal partilerce Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü.

 

 

İbrahim ÖZDOĞAN H&H YORUM

 

 

Öncelikle bu yüzde onluk seçim barajının demokratik değerler ve insan hakları açısından bir tahlilini yapmamız gerekiyor.

 

 

Ayrıca seçim barajının istikrarı sağlama konusunda bir yararı olup olmadığını ortaya koymamız gerekmektedir.

 

 

Hemen hükmümüzü ortaya koyalım; bir ülkede yüzde on gibi çok yüksek oranda seçim barajının olması demokrasinin ırzına geçilmesi ile eşdeğer bir olaydır.

 

 

Örneğin, ülkemizde 2015 genel seçimlerinde yaklaşık olarak altmış milyon seçmenin olduğunu kabul edersek, seçim barajı nedeni ile altı milyon insanın milli iradeleri, düşünceleri, görüşleri, değerleri, inançları çöp bidonlarına atılacaktır.

 

 

Milli iradeleri çöp bidonlarına atılan milyonca seçmenin seçmediği kişiler parlamentoya girdiğinde istikrar sağlandı aldatmacası ile ülke en büyük istikrarsızlığa ve kaosa sürüklenecektir.

 

 

Bugün Türkiye’mizin hali bu çok acıklı noktada değil midir?

 

 

Şimdi tek tek sıralayalım.

 

 

Eğer Türkiye’de böyle yüzde on gibi çok yüksek seçim barajı değil de yüzde üç gibi sembolik olarak bulunsaydı aşağıdakilerden hangisi olabilirdi?

 

 

BOP Eşbaşkanı RTE iktidar olmak ve onu sürekli hale getirmek için ABD ile çıkar ilişkilerine girip bu ülkeye Türkiye’nin aleyhine olarak taşeronluk yapabilir miydi?

 

 

RTE ve güruhu sıfır noktasına gelmiş olan PKK terörünü kaşıyıp, daha sonra da Türkiye’nin bölünmesi karşılığında terör örgütü ve azgın katil liderleri ile devlet adına anlaşma masasına otururlar mıydı?

 

 

RTE aziz şehitlerimize kelle, azgın katil Öcalan’a sayın diye hitap eder miydi?

 

 

RTE’nin bizzat kendisi ihaleleri belli nedenlerle istediği kişilere, yandaşlarına verebilir miydi?

 

 

Havuz medyası oluşur muydu?

 

 

Yandaş medya olur muydu?

 

 

Satılık kalemler AKP’ye aşağılık çıkarlar karşılığında satılabilir miydi?

 

 

Şerefli Türk subayları, yurtsever aydın, siyasetçi, gazeteciler kodeslere tıkılabilir miydi?

 

 

RTE köylüye küfredebilir miydi?

 

 

Bütün pisliklerin deşilip ortalığı dışkı tarlasına çevirdiği 17-25 Aralık yüz kızartıcı olayları olabilir miydi?

 

 

Düzinelerce haram yoldan gemicik edinme olayları olabilir miydi?

 

 

Düzinelerce haram yolla villa edinme olayları olabilir miydi?

 

 

Vakıf kurup ülkenin mal varlıklarını korku, rüşvet ve makam verilme karşılığında üstlerine geçirme aşağılık olayları olabilir miydi?

 

 

Yabancı banka sır hesaplarında aile boyu milyarlarca dolar ve avro hesapları olabilir miydi?

 

 

RTE kendisini eleştiren kişileri hukuksal dayanak olmadan kodese tıktırabilir miydi?

 

 

RTE küresel güçlere diyet borcu olarak ülkenin mal varlıklarını ölmüş eşek fiyatına peşkeş çeker miydi?

 

 

RTE yine küresel güçlerin talimatları doğrultusunda ektirip biçtirmeyerek Türk tarımını yok edebilir miydi?

 

 

RTE kökten dinci azgın terör odaklarına her türlü yardımı yaptırarak, Suriye’nin bugünkü savaş meydanına dönmesi sonucunda iki milyon insanın ülkemize göçü sonucu ekonomimizin çökmesine ve kriminal suçların yoğunlaşmasına yol verebilir miydi?

 

 

RTE fakir fukaranın ekmek parası ile yüz karası kaçak sarayı yapabilir miydi?

 

 

RTE Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alabilir miydi?

 

 

Kamu kuruluşlarından TC ibaresi kaldırılabilir ve milli bayram törenlerimiz yasak edilebilir miydi?

 

 

Başta Atatürk olmak üzere milli kahramanlarımıza hakaret edilebilir miydi?

 

 

Türkiye’de AKP’nin bir çıkar tezgahı olması sonucu bu kadar iğrenç yolsuzluklar olabilir miydi?

 

 

Türk karşıtlığında bir duoyen olan RTE, cumhurbaşkanlığı makamına oturabilir miydi?

 

 

RTE yargıyı iktidar pençesine alıp tıpkı Hitler gibi siyasallaştırabilir miydi?

 

 

Binlerce yurtsever yurttaşlarımızı kusturan olaylar dizisi yazabiliriz ama bugün en büyük tehlike olan Türkiye bölünme noktasına gelebilir miydi?

 

 

Tüm bu olaylar istikrar adına olmuştur.

 

 

İstikrar ona nasıl tarif getirdiğimize bağlıdır.

 

 

İstikrar eğer yararlı icraatlara vesile oluyorsa koalisyon hükümetlerinde de adı istikrardır.

 

 

İstikrarsızlık eğer bozguncu işlere, rüşvet yemelere, ihale komisyonculuğuna, gemicik ve villa hikayelerine, yabancı banka sır hesaplarının oluşmasına, ülkenin bölünmesine sebep oluyorsa tek başına iktidar da olsa onun adı istikrarsızlıktır.

 

 

Din iman hikayeleri ile tek başına iktidara gelen AKP ve onun başı RTE en büyük istikrarsızlığa sebep olmuştur.

 

 

Ve şu bir hakikattir ki, Türkiye gibi okuma yazma oranı ile eğitim düzeyi düşük ülkelerde seçmenlerin çoğu dinsel masallarla dolu dogmaların, hurafelerin etkilerinde kalıp oy kullandıkları için RTE ve AKP gibi çıkarcı siyasal figürlerin din simsarlığı sonucunda tek başlarına iktidarlara gelip ülkeyi en büyük istikrarsızlığın ve kaosun içine sürüklüyorlar.

 

 

Büyük filozof Nietzsche ‘’Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz.Sadece seçim yaptığını zanneder.Cahil toplumda seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır.Böyle bir seçimle iktidara gelenler düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir…’’ diyor.

 

 

Şimdi insaf ile söyleyin Nietzsche’nin çok üstün zekasından çıkan tespitleri AKP’ye ‘’cuk’’ oturmuyor mu?

 

 

İşte böyle bir istikrarsızlığı önlemenin tek çaresi seçim barajının sembolik seviyeye düşürülerek 1960 ve 1970’ler de uygulanan ‘’milli bakiye’’ sistemine geçilmesidir.

 

 

Neden?

 

 

Okuma yazma bilmeyen ve eğitim düzeyi düşük seçmenin oylarını daha çok din tüccarı siyasilere, partilere vermelerine karşın eğitim düzeyi yükseldikçe oyların çok değişik siyasi partilere gittiğini istatistiksel rakamlarla çok iyi bilmekteyiz.

 

 

Parlamento’da çok değişik siyasal partilerin bulunması hem demokrasinin gelişmesine çok katkı sağlıyor, hem AKP gibi tek başına iktidar olup ülkeyi kaosa sürüklemesine engel oluyor, hem de yukarıda tarifini verdiğimiz anlamda istikrarsızlığı önlemiş oluyor.

 

 

Şu da bir siyasal gerçektir ki, Parlamento’da bulunan milletvekili sayısı az olan partilerin bilgi düzeyi çok yüksek milletvekillerine sahip oluyorlar.

 

 

Bunun nedeni çok basit; çünkü bu partileri bilgi düzeyi yüksek seçmenler Parlamento’ya sokmaktadır.

 

 

Ama din tüccarı partilerin çok yeteneksiz ve bilgi düzeyleri çok düşük milletvekilleri bulunmaktadır.

 

 

Çünkü din tüccarı partilerde adaylar ne kadar çok bilgiden uzak ama dogmatik hurafe din masalları ile bezenmiş iseler seçilme oranları eğitim düzeyi düşük toplumlarda çok yüksektir.

 

 

Ama eğitimli seçmenin Parlamento’ya gönderdiği milletvekillerinin sayısı az olsa bile kalitesi çok yüksek olmaktadır ki, bu da ancak din tüccarlığı yapmadıkları için şu anda Meclis dışında olan partilerle mümkün olmaktadır.

 

 

Bakıyorsunuz aynı partinin üç kişilik milletvekili, yüzlerce milletvekili bulunan iktidar partisini Parlamento’da haşat ediyor.

 

 

Ben bunun nasıl olduğunu kendi parlamenterlik deneyimimden çok iyi bilmekteyim.

 

 

Örneğin 1960’lar da İşçi Partisi’nin Mehmet Ali Bayar’ı birkaç arkadaşı ile devrin iktidar partisini siyasal değnekleri ile haşat ediyordu.

 

 

Yine bir örnek verecek olursak, önümüzdeki dönem Doğu Perinçek’in başında bulunduğu İşçi Partisi TBMM’de olduğu taktirde AKP’nin ve Dersimli Kemal’in CHP’sinin durumunu varın siz hesap edin bakalım.

 

 

Çok yakın siyasal tarihimizi anımsarsak, ANASOL-M hükümeti istikrar adına çok yararlı icraatlarda bulunmuştur.

 

 

Çünkü koalisyonu oluşturan üç parti ve liderleri birbirlerinin aşırılıklarını dengeleyip en azından RTE ve güruhu gibi ülkeye zarar vermiyorlardı.

 

 

Ve geldiğimiz nokta itibari ile şöyle siyasal tarihimizi bir film şeridi gibi gözönüne getirirsek bizim gibi demokratik anlayışı gelişmemiş ülkelerde en demokratik yönetim tarzının birkaç partinin oluşturduğu koalisyon hükümetlerinde olduğu çok açıktır.

 

 

Aksi halde RTE gibi, ‘’Ben tek başıma iktidar oldum; dolayısı ile her şey benim iki dudağımın arasındadır’’ paradigması bizi köle olarak kullanmaya ve ülkeyi bölmeye götürecektir.

 

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti doksan bir yıllık tarihi içinde RTE’nin kişisel çıkarları nedeni ile şu anda olduğu durumda ağır bir tehlike altında değildi.

 

 

Bunun tek nedeni yukarıda açıkladığım bilgiler çerçevesinde yüzde onluk seçim barajı adaletsizliğidir.

 

 

Bu adaletsizliğin ortadan kaldırılması Türkiye’nin parçalanmaması ve Türk milletinin birliği için olmazsa olmaz bir fiili durumdur.

 

 

Bu seçim barajının kaldırılması Anayasa Mahkemesi’nin elindedir.

 

 

Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin RTE’nin çıkarları uğrunda yıkılmaması için tarihsel bir görevle karşı karşıyadır.

 

 

Seçim barajı iptal edildiği taktirde Anayasa Mahkemesi’nin ve bugünkü üyelerinin siyasal tarihimizde çok seçkin yerleri olacaktır.

 

 

Gelecek kuşaklarda dahil olmak üzere Türk milleti tarafından milli kahramanlar olarak beyinlerden silinmez bir şekilde algılanacaklardır.

 

 

Dünyada en korkunç ve yenilmesi çok zor olan düşman cahilliktir.

 

 

RTE ve güruhunu seçim meydanlarında demokratik yollarla haşat etmek işten bile sayılmaz ama biz onun din kullanıcılığını esas alıp olumsuz işlerini hiç görmeyen cehaletliği yenemiyoruz.

 

 

Bernard Shaw ‘’Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur’’ ve yine hemen hemen aynı anlamda Goethe ‘’Eyleme geçen cehalet kadar tehlikeli bir şey yoktur’’ demişlerdir ki, insanın gerçekten sarsılmaması olası değil.

 

 

Ülkemizi bölünmekten ve korkunç cehaletten kurtaracak olan Anayasa Mahkemesi’dir.

 

 

Yani, yukarıda izahını yaptığımız çerçevede Türkiye’yi her türlü kaostan ve kötü niyetli siyasetçilerin şerlerinden kurtaracak demokratik, bilgi seviyesi çok yüksek, her türlü siyasal yelpazenin olduğu bir Parlamento’nun oluşması için derhal yani 2015 seçiminde uygulanacak şekilde seçim barajının iptalidir.

 

 

Aksi halde 2015’de AKP yine tek başına iktidar olduğu taktirde devam etmekte olan görüşmelere baktığımız zaman PKK’nın istekleri doğrultusunda RTE ülkeyi bir karpuz gibi ikiye bölecektir.

 

 

Ama baraj kalktığı taktirde RTE o tarihe kadar on üç yıl içinde işlediği ağır cürümlerin hesabını vermek üzere kendini ‘’YÜCE DİVAN’’ın yüksek huzurunda bulacaktır.

 

 

Olay bu kadar açık.

 

 

Türkiye’nin kaderi Anayasa Mahkemesi’nin elinde.

 

 

‘’Ya istiklal ya ölüm.’’

 

 

İbrahim ÖZDOĞAN Twitter

 

 

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Türk ordusunu taammüden mahvetti
Tayyip Erdoğan’a karşı tüm muhalefet partileri ortak demokratik milli mücadele başlatmalıdır
Fetö teröristlerine af isteyen ya gafil ya hain ya da kaset korkusu olan şerefsizlerdir!