Sigara içenler memur olmasın

Sigara içenler memur olmasın
25 Temmuz 2014 12:24

17 ve 25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk operasyonu sonrasında “Rüşvete fetva verdi” iddialarıyla gündeme gelen Hayrettin Karaman şimdi de sigara içen devlet memurlarını kızdıracak bir açıklama yaptı.

 

17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları sonrası Bilal Erdoğan ve TÜRGEV vakfı konusunda fetva veren Hayrettin Karaman’ın “Orucu bozmayan şeyler” listesi tartışma yaratmıştı. Karaman şimdi de Sigara içen devlet memurlarını kızdıracak bir açıklamanın altına imza attı.

 

“Sigara içen, namaz kılmayan, itikadı ve ahlakı bozuk kimseleri bu okullara veya başka okullarda din eğitim ve öğretimine memur kılmak yaman bir çelişkidir.”

 

Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP çevrelerinde görüşleri dikkatle dinlenen ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman, TEOG’ta yüksek puan alan öğrencilerin imam-hatip okullarına akın ettiğini yazdı. Karaman, bu okullarda okuyacak öğrencilerin sahip olması gereken kriterleri sıralarken, “Formasyonu bu davaya uygun olmayan kimseler –başka okullarda din öğretmenliğine de değil- masa memurluklarına atanmalıdırlar. Sigara içen, namaz kılmayan, itikadı ve ahlakı bozuk… kimseleri bu okullara veya başka okullarda din eğitim ve öğretimine memur kılmak yaman bir çelişkidir” görüşünü dile getirdi.

 

Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (25 Temmuz 2014) nüshasında yayımlanan, “İmam Hatiplerin varlık sebebi ve nitelikleri” başlıklı yazısı şöyle:

 

İslam toplumunda ilim adamlarını ikiye ayırmayı; bir gruba ‘İslam alimleri’, diğer guruba da ‘Müslüman alimler’ demeyi tercih ediyorum

 

İslam alimlerinden maksadım İslam ile ilgili sağlam, derin ve kapsamlı bilgi edinmiş alimlerdir. Eskiden bunlar medrese adı verilen öğretim ve eğitim kurumlarında yetişiyorlardı, şimdi ise daha çok, çeşitli derecelerdeki okullarda yetişiyorlar; bu arada medrese usulü dersler de devam ediyor, okullular medreselerden, medreseliler de okullardan istifade ediyorlar.

 

Müslüman alimlerden maksadım ise ‘din ilimleri’ alanında değil de başka alanlarda ilim tahsili yapmış, ama dinini ve mümkün ise dininin (ümmetin) dilini bir ilim adamından beklenecek ölçüde öğrenmiş ilim adamlarıdır.

 

İslam toplumunun bu iki grup alimlerinin ortak vasıfları ‘iman, ibadet, İslam ahlakı ve İslamlaşma vazifesini amaç edinmek’tir.

 

Bu yazıda konumuz İmam Hatipler olduğu için ‘İslam alimleri’ bahsine dönmek istiyorum.

 

Ülkemizde İslam alimi daha çok İmam Hatipler ve daha sonra İlahiyat Fakültelerinde okuyan, bu okulları bitirdikten sonra lisans üstü ilim tahsili yapan kimseler arasından yetişecektir. Medreseler de İslam alimi yetiştirirler; ancak bugünün şartlarında onların, yardımcı unsurlar olarak hizmet etmeleri daha uygun görünüyor.

 

İmam Hatip okulları her iki alim grubunun fideliği olacak; burada kabiliyet ve eğilimine göre yönlenecek öğrenciler mezun olunca ya İslam alimi veya Müslüman alim (ilim adamı) olma yoluna girecek ve bu amaca uygun fakülteleri seçeceklerdir.

 

İmam Hatip okulları bu nitelik ve imkanları elde edince halkımızın da rağbeti arttı, bu yıl yüksek puanlar almış pek çok öğrenci bu okullara akın ediyor. Bazı okulların kontenjanı şimdiden dolmuş görünüyor.

 

İşte benim uykularımı kaçıran, sevincimi gölgeleyen endişelerim de bu noktada başlıyor: İmam Hatip okulları bu teveccühe layık olacak, bu ulvi vazifeyi hakkıyla yerine getirebilecek mi?

 

Bu soruya ‘evet’ cevabı verebilmek için asgari şartlar üzerinde düşünmeli ve bu şartları gerçekleştirmeyi ‘ibadet-vazife’ bilmeliyiz.

 

Ben şartlarımı şöyle sıralayabilirim:

 

1. Bu okullar birer ekmek teknesi, çekildiği yere gidecek birer araç değildir/olmamalıdır; bu okullar büyük bir davanın orta öğretim seviyeli ocaklarıdır.

2. Bu okulların –Din Eğitimi Genel Müdürlüğünden itibaren- yöneticileri ve öğretmenleri mutlaka seçilmişlerden olacaktır. Bilgisi, ilgisi, uygulaması, heyecanı, gayreti ile bu okullarda çalışmaya layık olduğu anlaşılan kimseler, ancak bunlar yönetici ve eğitici olmalıdırlar.

3. Formasyonu bu davaya uygun olmayan kimseler –başka okullarda din öğretmenliğine de değil- masa memurluklarına atanmalıdırlar. Sigara içen, namaz kılmayan, itikadı ve ahlakı bozuk… kimseleri bu okullara veya başka okullarda din eğitim ve öğretimine memur kılmak yaman bir çelişkidir.

4. İmam Hatip okullarında öğrenciler daha başından sevdirerek, ikna ederek ibadet ve güzel ahlak eğitimine tabi tutulmalı, bu hususa öğretimden daha ziyade önem verilmelidir.

5. İmam Hatip okullarında bilgi seviyesi, emsal okullardan geride değil, eşit değil, daha ileride olmalıdır.

6. Çocuklarını bu okullara gönderen Müslümanlar ile ilgili vakıflar ve derneklerin mensupları, kendi işleri ve evleri gibi bu okullara da sahip çıkmalı, eksikleri gidermek için canla başla çalışmalıdırlar.

Gayret bizden başarıya ulaştırma lutfu Allah’tandır.

 

Bilal Erdoğan ve vakfı için Hayrettin Hoca fetvası

 

İşte Karaman’ın o yazısı;

 

İŞTE HAYRETTİN KARAMAN’IN OLAY YARATAN TÜRGEV FETVASI

 

“TÜRGEV örneğinde, mütevelli heyeti arasında Başbakanımız’ın oğlu ve kızının bulunması; bu vakfa iftiralar atarak Başbakan’ı ve ailesini yıpratmak istiyorlar.

 

Bu dört vakıf ve benzerlerinin bize ait kültür ve medeniyet değerlerini ihya ve inşa amacına yönelmiş olması; onlar ise bir başka medeniyeti taklit etme peşindeler.

 

Sonda söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim: İşte bilhassa bu iki gerekçe sebebiyle ülkemizin güzel insanlarının bu ve benzeri vakıflara sahip çıkmaları, ellerinden geldiği kadar yardım etmeleri, yıpratma kampanyalarının etkisi altında kalmamaları, hatta bu yüzden daha bir gayret ve heyecanla işe koyulmaları önemli bir vazife oluyor.”

 

TÜRGEV’İ BÖYLE SAVUNDU

 

Hayrettin Karaman yazının devamında TÜRGEV hakkındaki iddiaları tek tek ele aldı ve adeta vakıf sözcüsü gibi yanıt verdi. İşte o satırlar;

 

“Başbakan’ın, bakanların, bunların aile fertlerinin, ülkenin seçkin simalarının vakıflarda, derneklerde vazife almaları, diğer hizmet erbabı için güçlü bir teşvik unsurudur. Kendileri için hiçbir menfaat peşinde olmadan buralarda hizmet veren bu zevat takdir ve tebrik edilecek yerde karalanır, yıpratılır, taarruz hedefi yapılırsa ülkeye kötülük edilmiş olur.

 

EN KÜÇÜK MENFAAT İZİ YOK

 

İthamların ve iftiraların arasında ‘bu oğulların ve kızların kendilerine en küçük bir menfaat sağladıklarına’ dair olanı yok. Ayıp, günah, suç diye diye ortaya atılan ithamların tamamı ‘bu vakfa (ve benzerlerine) devletin veya belediyenin arazilerinin tahsis edilmesi, uzun vadeli ve ucuz kiralaması, devlet ve belediyelerle iş yapan bazı zenginlerin ve iş adamlarının bu vakıflara bağışlarda bulunmaları ve bu bağışların ‘bir çeşit rüşvet’ olduğundan ibarettir.

 

BAĞIŞ NE ZAMAN RÜŞVET OLUR

 

Yapılan bağışların rüşvete benzer olabilmesi için iki şeyi bilmek gerekir:

 

1. Bu bağışları yapanların niyetlerini.

2. Bu bağışları yapanların daha sonra bu yüzden devlet ve belediyelerden menfaat elde ettiğini.

 

Eğer elde bu iki konuda kesin bilgi ve belge var ise ortaya konur, teşhir edilir ve bu gibi kimselerden yardım kabul edilmez. Ama sırf kötü zanna dayanılarak insanlar itham ediliyor, bu hayır ve hizmet kuruluşlarına yardımın önüne set çekilmek isteniyorsa bu oyuna da gelmemek gerekiyor.

 

HİZMETİ ENGELLEMEK İSTİYORLAR

 

Bende hasıl olan zan ve intiba, bu vakıflara yapılan yardımları yıpratma vesilesi yapanların niyetlerinin (amaçlarının, maksatlarının, oyunlarının) bize göre de ahlaksızlık olan rüşveti önlemek değil, bu önemli hizmetleri engellemek olduğudur.

 

Bu kanaatten hareketle ilgililere şu tavsiyede bulunmak isterim:

 

Adı geçen vakıflara ve hizmet kuruluşlarına yardımda bulunan kimselerin daha önce ve sonraki faaliyet ve taleplerini inceleyerek istismarcılara fırsat vermeyelim. Ama kesin bilgi sahibi olmadıkça insanları kötü zan altında bırakmayalım ve hayra hizmetleri teşvik edecek yerde engelleme oyununa gelmeyelim.
Hayrettin Karaman kimdir.

 

1934 yılında Çorum’da doğdu. İlk İmam Hatip okullarından biri olan Konya İmam Hatip Okulu’na girdi ve ikinci dönem mezunları arasında yer aldı (1959). Yeni açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde okudu ve ilk mezunlarından biri olarak 1963’te mezun oldu. İki yıl İstanbul İmam Hatip Okulu’nda meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne fıkıh asistanı oldu.

 

ÖĞRETİM ÜYELİĞİNE BAŞLADI

 

“Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad” konulu tezi ile fıkıh öğretim üyesi oldu (1971).
Aynı yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’ne tayin edildi. 1975’te tekrar İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne döndü.
Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakülteleri’ne dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak sırasıyla doktor, doçent ve profesör unvanlarını aldı. Eylül 1976-Eylül 1980 yılları arasında yayımlanan Nesil dergisini çıkaranlar arasında bulundu.