Popülizm meselesi

Popülizm meselesi
21 Mayıs 2016 15:40

Halkınhabercisi ailesine merhabalar 

 

 

 

 

Ozan ŞAHBUDAK H&H YORUM

 

 

 

Sosyal medya paylaşımlarım ilgi çektiği için, sıkça yazmam doğrultusunda öneriler alıyodum. Çocukluğumdan beri okumaya, fazlaca düşkün, ve rahmetli Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.” sözünü kendine şiar edinmiş bir gencim. Ancak kendimi yeterince hazır ve donanımlı hissetmediğim için, böyle bir şeye faal olarak girişmeyi pek düşünmemiştim açıkçası. En son, Halkınhabercisi eski GYY sevgili Engin Balım’ın ciddi teşviki ve ısrarıyla, kendi penceremden baktığım dünya ve insan hallerini yorumlamayı sosyal medya aracılığıyla değil, artık Halkınhabercisi ailesinin bir ferdi olarak sürdüreceğim  Sadece, can sıkan günlük siyaset konuları değil, geniş bir yelpazede sizlerle paylaşımlarda bulunmak ve Aydınlanma davasının bir neferi olmak benim için bir zevk 
Türkiye, en aklı başında insanı bile çok hızlı yoran bir ülke. Gündemin bu kadar hızlı değiştiği, rüzgarlarla yaşadığımız bir ülkede, ilk yazımda, popülizm meselesini ele almak istedim. Bence, ülke olarak, şu ara yaşadığımız çoğu pisliğin temelinde, bu popülizm olgusu var.

 

 

 

Popülizmin kelime anlamı, Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika” yada “Halk yardakçılığı” olarak belirtilmiş. Aslında, ilk başta kulağa çok hoş geliyor. Özellikle de, CHP vari, kendini sol, sosyal demokrat ve halkçı diye niteleyen partilerin söylemlerinde. Peki gerçekten öyle mi?

 

 

 

Popülizm, yani halk dalkavukluğu ile hakçılık çok farklı kavramlardır. Kendini halk adamı olarak gösteren pek çok kişi, tarih boyu, süslü laflarla, geniş halk kitlelerini kandırmış ve sömürmüştür. Dünya ve Türkiye tarihi bunun çok acı örnekleri ile doludur. Popülist bir isim, geniş halk kitlelerinin, eski yönetimler döneminde yaşadığı kimi sıkıntıları, kişisel ve zümresel çıkarı için, ileri derecede manipüle eden, kullanan, şovmenlik yapan, insanların duygularına hitap eden ve duyguları ileri derecede sömüren kimsedir. Ve biliyorsunuz ki, çağımız PR yani reklam çağı 

 

 

 

Dünya siyasetinin en büyük popülistlerinden biri, şüphesiz ki Hitler’dir. Eğitim seviyesinin görece düşük olduğu, büyük yıkımlar ve travmaların yoğun olduğu toplumlarda, toplumların acılarını sömürerek, geniş toplum kesimlerine cinnet geçirten, iğrenç adamlar çok olmuştur. Hitler onların en popülerlerinden biridir. Ve tabi, bunları yapabilmesi için, ülkedeki tüm aydınlığı yok etmesi gerekliydi. Çünkü aydınlık ve hey sen ne yapıyorsun diyen insanlar, popülist isimler için tehlikedir. Ve Hitler’de Yahudi soykırımından önce, çok sayıda yazar, çizer, bilim adamı, muhalif siyasetçi, düşün insanı, sendikacı vs içeri attırmıştır. Ne kadar tanıdık değil mi?

 

 

 

Ve o gün de, bugüne benzer olarak, kendinden olmayan herkesi, özellikle de sosyal demokratları, seçkin, halktan kopuk, tuzu kuru vs ilan etmiştir. Ve 1. Dünya Savaşı yenilgisi, akabinde iç savaş ve kargaşa, Weimar Cumhuriyeti’nin istikrarsızlıkları, 1929 ekonomik buhranı gibi üstüste gelen olayları çok güzel sömürmüş ve öfkeli Alman gençlerini peşine takmayı becermiştir. Toplumların tarihinde, maalesef ki akıl tutulması dönemleri oluyor. Bunu günümüz Türkiyesi’nin paralelinde okusak ne diyeceğiz? 12 Eylül, Berlin Duvarı’nın çöküşü, SHP’li belediyeler, neoliberalizm, Özalizasyon, post-modernizm, 90’ların siyasi istikrarsızlıkları, sol kesimin şöhretinin kötü olması ve sadece silahlı teröriste yada çok konuşur boş konuşur, elit, seçkin, tuzu kuruya indirgenmesi, sürekli öfke nöbetleri ile ileri halk dalkavukluğu yapılması, CHP ve türevi görüşlerin kendinden utanır hale getirilmesi.

 

 

 

Halbuki olay tamamen farklıdır. En son 35.000 davetiyeli düğünü yaşadık. Bu ülkede duygu sömürüsü katlanılamaz hale gelmiştir. İnsanlık tarihi boyunca insanoğlu çokça acı çekmiştir. Ancak bunun kinini inatla gütmek, yada gütmüyorsa bile, bunu kullanmak, işte artık bunu kaldırmakta zorlanıyorum. Şu ülkenin tarihine bakarsanız, taa Menderes’ten beri, sürekli ağzı kasaba usulü laf yapan, ve kişisel ikbali için masum insanları sömüren siyaset simsarları görürsünüz. Ve bu, artık katlanılamaz boyutlardadır. Bu tarz simsarlar, daima kendilerine, bulundukları toplumun dinamiklerine göre bir sömürü noktası bulmuştur. Almanya vari ülkelerde ırk, bizim gibi ülkelerde, din, bu konuda çok güzel araçlardır. Ve keza bu insanlar, insanların fert ve yurttaş olmasını da kaldıramazlar. Çünkü, fert ve yurttaş demek, Türkiye’de hangi partiye giderseniz gidin, sen-ben-bizimoğlan olgusunu göürürsünüz. Hiçbir siyasi partide seçmen gibi bir algının olması istenmez. Bu konuda ülkenin kurucusu olan CHP farklıydı. Ancak 80 sonrası süreç, artık onu da katlanılamaz hale getirdi. Yarın bu bizim başımıza bela olur anlayışı, yoketme kültürü, hamamcılar değişse de, bazı şeylerin aynı tas aynı hamam olması taaa SHP’li belediyelerden beri, insanları aman aman benden uzak noktasında tutuyor.

 

 

 

Popülizm olgusunu, en çok da çok bağıran, çok konuşan, çok slogan atan, çok goygoy yapa tiplerde gözlemlemek mümkün. Zamanın takla at da göreyim diyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bakış açısına bakan nice siyasiyi, envai çeşit siyasi partide tepemize seçilmiş kral olarak çıkarıyoruz. Akabinde de, takla atacak hale geliyoruz. Türkiye’de herşeyden önce bu popülizm konusunu konuşmamız gerekmektedir.

 

 

 

Bugün, sınav sorularının bile çalındığı bir ülkede, hiçbir yurttaşın, hiçbir kuruma, yüzde yüz güveni kalmamıştır. Bütün okumuş, yazmış, eline kalem almış, düşünen, sorgulayan insanlarımızı sistem ve sistemin mini kuklaları; dün bana yaptılar, şimdi ben onlara yapacağım şeklinde sadece öğütüyor, yok ediyoruz. Şu ara, kafası çalışan çokça üniversite öğrencisi arasında, keşke bir yol bulsam da, basıp gidebilsem arayışı var. Peki, beyin göçü vere vere, bu ülke nereye varacak? İşte Aziz Sancar… Nobelimiz oldu nihayet. Acaba Sancar Hoca, Türkiye’de çalışsaydı, bu çalışmaları rahatça ve sakince yapabilir miydi? Soru işareti…

 

 

 

Yeni kuşak olarak, herşeyden önce, kurumsal, düzenli, oturmuş bir devlet düzeni istiyoruz. Liyakate dayanan, meritokratik,hukuki, şeffaf… Bunun için de ilk etapta, şu popülizm olgusunu konuşmamız gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin tarihi, sosoyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmişlik seviyesi bellidir. Şahsen, öğretmen çocuğuyum. İngiltere veliaht prensi değilim. Kültürel arayışlarım, -baba öğüdü, ülkeye ve insanlığa faydalı bir insan ol, it kopuk olma- maalesef biraz fazla. Ve bu noktada, geleceğimi bile tam kuramamışken, elit, seçkin, Beyaz Türk vs diye algılanmak bana saçma geliyor. Gemicikleri ben dizmedim, Reza’nın önüne ben yatmadım, 35.000 davetiyeli düğünü ben yapmadım. Halkçılık dediğimiz mesele, halkın sorunlarını çözecek ve çağı yakalayacak çözümler arama ruhudur. Hiçbir imtiyazı, hiçbir ferdin, genel kamu çıkarını bozacak haklara sahip olmaması demektir. Bunu Onuncu Yıl Marşı’ndaki o güzel ifadeyle, imtiyazsız-sınıfsız kaynaşmış bir kitle olarak yorumlayabiliriz.

 

 

 

Peki, CHP, HDP, MHP hangi muhalif partide, imtiyazsızlığı görebilirsiniz? Yerele indiğinizde, işler çok değişiyor. Sadece demagoji ve boş laf olgusunu fazlaca görüyorsunuz. Ve bu noktada, Melih park yaptı olgusuyla yada, alayı hırsız olgusuyla karşılaşıyorsunuz. Ve sizin, Bütünşehir Yasası, ortak alan köy meralarının büyükşehirin malı olacağını artık, ahaliye kalmayacağını vs anlatmanız işe yaramıyor. Çünkü falan ilçedeki o adam, zamanında kazık yediği falan muhalif partideki siyaset simsarı, ucuz popülisti tanıyor. Ve hiç değilse, bu daha becerikli diyor… Ve bazı şeyleri aşamıyorsunuz. İşte bu yüzden, bu ülkede herşeyden önce popülizm, goygoy, slogan solculuğu, yarın bu bizim başımıza bela olur gibisinden küçük hesapları, ve ultra boyutta halk dalkavukluğu meselesini konuşmamız gerekiyor. Halkın anasını ağlatanlar, sağ ve AKP versiyonuyla milletin adamı, sol versiyonuyla halk çocuğu, ben de tuzu kuru, elit şu bu… Bu muhabbetin artık suyu çıkmıştır. Bir şeylerin düzelmesi için, ilk etapta, bu konuyu konuşmamız ve içimizde oluşan mini-Özal ile hesaplaşmamız gerekmektedir. Farkındayım biraz uzadı. İlk yazımı, herkesin çoooook sevdiği Deniz Gezmiş’ün o ünlü lafını hatırlatarak bitiriyorum : Devrimcilik, halk dalkavukluğu değildir ;)

 

 

 

 

 

 


Yazarın Son Yazıları:
Yenikapı tiyatrosu ve düşündürdükleri
Laikçi teyze
Atatürk sonrası CHP’nin başarısızlığı nedenleri ve sonuçları