Öcalan'a ev hapsi isteyen bizi de savaş suçlusu olarak yargılar

Öcalan'a ev hapsi isteyen bizi de savaş suçlusu olarak yargılar
6 Temmuz 2012 13:26

“Bugün 30 bin lira verip ülkenin ekonomisini kurtarmaya gidenler var. Bir de sülüsü geldiği günden itibaren hiçbir menfaat gözetmeksizin ülkenin her karış toprağına giden yaralanan, gazi olan, şehit olan bizler..”

Bu sözlerin sahibi Güneydoğu’da yaralanmış bir vazife malülü, Zafer Cömert…

Deniz Bilgen ÇAKIR H&H RÖPORTAJ

TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’ndeyim bu hafta. Etrafımda Doğu’da, Güneydoğu’da yaralanmış, kolunu, bacağını, gözünü kaybetmiş gaziler var… Aslında biraz tedirginim. Havanın ağır olacağını düşünüyorum. En ufak hareketime bile dikkat etmeye çalışıyorum. Oysa hiç de sandığım gibi olmuyor… Sanki röportajı onlar benimle yapacakmış gibi esprilerle beni rahatlatmaya çalışıyorlar.


Zafer Cömert ve Ertan Acır

Zafer Cömert, 1996’da Lice’de gazi olmuş. Belden aşağısı felçli. İlk çaylarımız gelir gelmez, daha benim soru bile sormama fırsat bırakmadan yukarıdaki cümleyle başlıyor konuşmaya….  
 
Asıl röportaj konuğum Zafer ağabey. Ama  diğer gazilerimiz de bizi yalnız bırakmıyor ve samimi bir sohbete dönüşüyor görüşmemiz… Bu arada haftaya da onlarla röportaj yapmak için sözleşiyoruz…
 
Zafer ağabeyin bu cümlesiyle, şakayla karışık diğer gaziler çıkışıyorlar “Kafanda kurdun mu geldin” diye.  
 
Zafer ağabey devam ediyor; “Vallahi gelirken düşündüm. Bu cümleyle başlamak istedim.
Parası olan yaşıyor, parası olmayan ölüyor. Şehitlere, gazilere bakıyorum hiç zengin yok. Milletvekili, bakan çocuğu yok. En güzel böyle başlarım diye düşündüm…”
 
Diğer bir gazimiz sözü alıyor; “Geçmiş yıllardan bugüne kadar bedelli çıksın diye konuşuldu. Ne zaman terör artsa, bedelli askerlik gündeme geliyor…”
 
Zafer-“Bence gündem değiştirmeyle alakalı. Terörle mücadele ederken insanlar can veriyor. Hükümet kendi yandaşlarının baskısıyla bu kanunu çıkardı. Her hükümet zamanında bir zengin grubu askerlikten muaf oluyor. Başbakan’ın bedelli konusunda açıklaması vardı. ‘Şehit annelerine bedelli askerliğin hesabını nasıl veririz? Gündemimizde yok’ dedi. Bir ay geçmedi bedelli yasası çıkartmak için çalışmalar başladı. Bir ay geçmedi de bedelli nasıl hortladı?

Bedelli askerlik güzel bir şey. Zaten zengin kesimi askerlik yapmıyor bari bedelini versin diyorlar. Siz gaziler olarak ne düşünüyorsunuz?
 
Ertan-Bedelli otuz bin veriyor, biz de toprağı kurtarıyoruz. Kimileri bedel, kimileri beden veriyor. Vatan sevgisinin bedeli mi olur? Bizim babamızın zengin olmaması suç muydu. Benim babam sigorta emeklisi.  
 
Başbakan önce gündemimizde yok dedi. Kılıçdaroğlu seçim döneminde bedelli askerlikle ilgili bir projeleri olduğunu söyledi. En son Başbakan böyle bir kanun çıkardı. Muhalefetin bu konudaki tavrı hakkında ne düşünüyorsun…
 
Zafer-Siyasetle ilgili bir ümidim yok zaten. Ne diyeyim, herhalde birbirlerini tamamlıyorlar.  
 
Bir de vicdani ret var. Vicdani retle ilgili olarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin bir kanun taslağı hazırlıyoruz dedi.  
 
Ertan-Bu ileride tahmini olarak bir gündem değiştirmek amacıyla yeniden kullanılacak.  

 
 
Zafer-Bedellideki gibi olacak. Bunu biz böyle istemiyoruz deyip, nabız yoklayıp, sonra hayata geçirecekler. Türkiye’de zaten önce bir nabız yoklanır. Ondan sonra o yoklamaya göre hareket devam eder. Zaten bedellideki kılıf da belliydi. Şehit ailelerimiz, gazilerimiz faydalanacak denildi. Sonra kapsam genişletildi tüm özürlüler, yoksullar, muhtaç kadınlar dahil edildi. Kılıf bizimle hazırlandı. Başbakan önce bizim ismimizi kullandı. Toplam gazi sayısı 4 bin civarında, şehit aileleriyle falan 11 bin. Bizim ismimizi kullanıyor. Niye kullanıyor? Direk baştan engellilere de o zaman. Bizim adımızı sürekli ön plana koyup, açıklamalar yapıyor, oy dileniyor. Değişik bir sonuç çıkmasın. Biz de engelliyiz. Bir ünvanımız var ama gazi diye. Şehit aileleri, gaziler kendileri istiyor, engellilerle paylaşmayı istemiyorlar gibi bir olgu olmasın.
 
Yani siz hükümetin yapacağı işleri sizin adınızı ve kimliğinizi kulllanarak yapmasına da kızıyorsunuz.
 
Zafer-Kızıyoruz tabi.  Bizim derdimiz başta bizim ismimizin kullanılması. Baştan açıklamanı ona göre yap o zaman.  
 
Size uyduk tepeden başladık. Önce biraz bi kendini anlatsan Zafer ağabey… Nerede yaralandın mesela?  
 
Zafer-Diyarbakır Lice’de gazi oldum.  
 
Gazi olmadan önce ne iş yapıyordun. Nasıldı hayatın?
 
Zafer- Güneş enerjisi imalatçısıydım. Mersin’liyim. Sen böyle sorunca tutuluyorum ben. Konuşamıyorum…
 
Diğer gaziler gülüşüyorlar Zafer ağabeyin bu cevabına. “Heyecanlandın tabi. Biz senin yerine konuşuruz”  diyor biri. 
 
Zafer- İnternet cafe işlettim gazi olduktan sonra. 16 yıl oldu gazi olalı. Acılarla sevinçlerle geçiyor işte.  
 
Özel hayat nasıl gidiyor?
 
Zafer- Bekarım.Taliplerimi bekliyorum.  
 
Yine kahkahalar atılıyor. Gaziler oldukça neşeliler. Onların neşesi bana da yansıyor ama sormam gereken sorular var… Mesela 16 senedir tekerlekli sandalyeye mahkum olmak nasıl bir duygudur? Sağlıklı, 20 yaşında bir adam, birden bire bacaklarını kaybedince ne yaşar? Çekine çekine soruyorum….
 
Zafer-Ablacım hani klasik laf vardır ya yaşamayan bilmez diye. İşte ben onu demiyorum…
Tarif etmek zor tabiii. Biraz önce siz de gördünüz orada yaşadığım acıyı. İki büklüm olmuştum. O acı işte yedi gün, yirmi dört saat var. Buraya gelmeden önce odada, ayakkabımı giymeden son bir kriz yaşayıp öyle geldim. Bari burada rahat edeyim diye orada geçirdim geldim (kahkaha atıyor Zafer ağabey bunu söylerken)
 

Sen doğuştan böyle değilsin. Bu daha zor sanırım…
 
Zafer-İnsan alışıyor herşeye. Bu olayın psikolojik etkisini yaşamadım ben. Kendi kendime düşündüm; serserilik yaparken, birilerinin peşinden koşarken yaralanmadım ki ben. Askerdim. Bunu kendime empoze ettim. Yaşantıma da bunu yansıttım. Bana bunu yaşatanlara bu sevinci vermem, çektiğim acımı göstermem dedim.  
 
”Ben acımı, bana bu acıyı yaşatanlara göstermek istemem” dedin ağabey. Onlar dediğin PKK terör örgütü.  
 
Zafer-Evet…
 
Son günlerde Abdullah Öcalan üzerinden sürekli bir siyaset yapılıyor. PKK siyasi muhatap olarak alınmalı mı tartışması yapılıyor. Oslo görüşmeleri ortaya çıktı, devletin istihbarat kurumu ve PKK arasında. Sen 1996 yılında gazi oldun. Bu tarihten önce de bu tip tartışmalar yapılıyor olsaydı yine gönül rahatlığıyla gider miydin?
 
Zafer-Ablacım bizim çocukluğumuz TRT’de TSK’nın komandolarını izleyerek geçti. Mahallede oynarken bile ben komandoyum. Biz Türk askeriyiz diye oynardık. Bu askere gidene kadar hep içimdeydi zaten. Böyle bir olay olmuş olsaydı yine giderdim. Belki daha bile gönüllü, daha hırslı giderdim.  
 
 

Ertan-Klasik bir laftır her Türk asker doğar diye… Gerçekten öyledir. Biz tarihimizi okuyarak geldik. Bizi kimse cahil sanmasın. Kurtuluş savaşını, Çanakkale savaşını her bir aile ferdimiz hafızasına mıh gibi çakmıştır.  
 
Ben mesela Kıbrıs Barış Harekatı zamanınını hatırlıyorum. Yeni yetmeydim. Otobüse bindiğimde gazilere ayrılan bölüme geçer, beklerdim. Bir gazi gelsin de yer vereyim diye. Nasip olmadı bir gazinin elini öpüp, yer vermek. Şimdi sordunuz yine gider miydiniz diye. Bu halk yine giderdi oraya. Bu işin karşılığı yok. Biraz önce konuştuk bedelli mi diye. Bu vatanı korumak zaten bizim doğuştan görevimiz. Ahmet gidecek, Mehmet gidecek. Birileri gidip o görevi yapacak. Kayıtsız şartsız.  
 
Peki bu tartışmalar yapılıyor, siz Abdullah Öcalan’a ev hapsiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
 
Zafer-Ertan ağabeyin güzel bir lafı var. Beni eve hapsedeni eve mi hapsedeceksiniz diye. Abdullah Öcalan bizi, binlerce insanı eve hapsetti. Dışarı çıkabilenimiz var, çıkamayanımız var. Bizden daha kötü durumda olan arkadaşlarımız var. Onlar ev hapsinde. Siz Öcalan’ı ev hapsine çıkarırsanız, onları yataklarında öldürürsünüz.  
 
Biraz önce bir şey söylenildi, “Şehitlik gazilik en yüksek mertebe” diye. Geçtiğimiz günlerde Bakan Fatma Şahin bir açıklama yaptı sivil şehitlik ve gazilikle ilgili; Terör olaylarından etkilenenlerin şehit ve gazi sayılmasına dair. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?  
 
Zafer-Gazilerimiz, şehit ailelerimiz şu andaki haklarını çok çaba sarf ederek elde etti. En çok bizi inciten konulardan biridir sivil gazilik ve şehitlik. Kimlere sivil şehit ve gazi diyeceğiz. Geçmişten verilen mücadeleler bellidir. Kimlerin gazi, şehit olacağı bellidir. Uludere’de yaşanan bir olay var. Onlar da bu kanun kapsamında şehit sayılacak. İbrahim Tatlıses gazi sayılacak. Sayın Kılıçdaroğlu’na da aynı şikayette bulunduk. Orada bombayı atarken, bomba elinde patlayan adamın kendi de öldüğü zaman neye göre bu adama şehit ya da terörist etiketi vuracaksınız. Teröriste de mi şehit denilecek? Molotof atarken elinde patlayan adam da gazi mi sayılacak? Bunlar hep soru işareti… Adını ne koyarsan koy ama bizi aynı kefeye koyamazsın, aynı hakkı veremezsin….


 
Aynı hakları vermiyorlar ki… Daha fazlasını verecekler…Uludere’de ödenen tazminatlar malum….
 
Zafer-Evet… Şehidimizin ailesine 50-60 bin, gazimize 25-30 bin verilirken kaçakçıya 125 bin verdiler. Bülent Arınç bir beyanda bulundu ev hapsiyle ilgili, konuşulabilir dedi. Aklıma şu geldi, sayın Bülent Arınç’la keşke yüz yüze gelsek de söyleyebilsem. Desem ki, senin çevren  geniştir. Paran da çok. Senin cemaatin içinde dulu da vardır, bekarı da vardır. İki tane de hatun alırsın, imam nikahını da kıyarsın paşa paşa yaşarsın. Keşke karşıma çıksa da söylesem diye düşündüm.  
 
Ağabey, Uludere’yle ilgili olarak muhalefet partisinin tutumuna ne diyorsunuz…
 
Zafer-Kemal Kılıçdaroğlu gazilere ve şehit ailelerine bir açıklama yaptı; “Biz olayı yaşayan insanları kahraman addetmiyoruz. Yaşanan olaya kızıyoruz. Kaçakçı geliyor, sınırdan geçerken kimse görmüyor ve terörist diye vuruluyor. Terörist geliyor onu da kaçakçı olabilir diye vurmuyoruz. Biz bu çelişkiyi gündeme getirmek istedik” dedi.  
 
Ertan-Ondan önceki baskında teröristlerin katırlarla ağır makinalı tüfek taşıdıkları ortaya çıkmıştı. Askerin onları ayırt etmesinin mümkünatı yok. Belki de katırlarda ağır makinalı silahlar var. Hem bu ülkede kaçakçılık serbest mi ki? Üstelik sınırın en tehlikeli, en çok geçiş yapılan bölgesi. Kaçakçılık Edirne’de yasak da, Şırnak’da serbest mi? Biz CHP’nin bu söylemini anlamıyoruz.  
 
Zafer-İnternette fotoğraflar yayınlanıyor. Katırlar öyle bir yol oluşturmuş ki sanki oraya petrol boru hattı döşenmiş.  
 
Peki siz bu insanların petrol kaçakçılığı yaptığına inanıyor musunuz? Bu kaçakçılığın sorumlusu kim? Kim kazanıyor?
 
Zafer-O bölgede her tür kaçakçılık var. Silahından tutun da akaryakıtına kadar. Bunun bütün payları da terör örgütüne gidiyor. Onların başında terör örgütünden bir yönetici duruyor. Her katır başından kendi paylarını alıyor. Onların gözetimi, kontrolü altında bizim sınırımızdan giriyor. 


 
Bunu siz biliyorsunuz,ben biliyorum, devlet görevlileri bilmiyor mu?
 
Zafer-Bilmemesinin mümkünatı yok. Acaba bunlarda mı pay  alıyor diye düşünmeden edemiyorum. Böyle bir düşünce çıkıyor. Türkiye’de uçan kuştan haberimiz var diyor istihbaratçılar. Uçan kuştan haberi olanın yürüyen katırdan haberi olmaz mı? Üstü dolu katır bir de. Bir komutanımız “Biz onları çoban zannetmiştik” demişti terörist bir grup için. Koyunsuz, davarsız, ineksiz çoban olur mu? Yirmi tane çobanı arka arkaya ne zaman gördünüz?
 
Kaçakçı diyor ki katırı olan yüz, olmayan elli lira alıyor. Demek ki bu işin patronu başka birisi…Kimse patron kim diye sormuyor.  
 
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, kaçakçılık serbest mi bu ülkede dedi.  
 
Zafer-Kendi sorusunun cevabını kendi veriyor. Tahkikatı yapan kişi kendisi. Bu sorunun muhattabı da kendisi. O takla attırmayı seviyor vatandaşa.  
 
Ertan-Ben çocuktum, hayvan koruma yasaları böyle gelişmemişti o zaman, ayı oynatılırdı. Bakan Şahin’i izleyince aklıma o geldi. Bir Bakan’a yakışır mı? Bunları haftaya yaz haftaya…  
 
Habur sınır kapısındaki teröristleri karşılama olayına ne diyorsunuz? Mahkeme kuruldu, otobüslerle dolaştılar. Bir gövde gösterisi yapıldı.  
 
Zafer-Bizim gibi düşünen Türk halkına vurulmuş bir darbedir. Terör örgütünü yasal hale getirmenin adımıdır. Biz Güneydoğu gazileri Habur olayında Başbakan, devlet görevlileri, vali, mahkeme kuran Adalet Bakanlığı ve hakimler hakkında suç duyurusunda bulunduk.  
 
Sonradan ortaya çıktı ki Oslo’da, İngiltere gizli servisinin hakemliğinde  ve İsveç hükümetinin tuuttuğu tutanakla yapılan bir anlaşma var.  MİT’le PKK’nın yetkilileri Oslo’da altı defa görüşmüş. Mutabakatlardan birinde “Terör örgütü PKK’nın siyasallaşması konusunda her türlü çaba sağlanır. Güneydoğu’da çarpışan kuvvetler savaş suçlusu olarak ilan edilecek” diyor
 
Zafer-Bunu MİT devlet adına yaptı. Bunun sonucunda da Van’da bir özel harekat timi komple tutuklandı. Neymiş, silahsız teröristi vurmakmış. Ve silahlar bulunmadığı için savcı tüm timi tutukluyor. Diyorlar ki silahı nerede? Serbest bırakıldılar ama yargılanıyorlar hala. Ortaya çıktı ki çatışmaya giriyorlar. Üç terörist ölüyor. Ama silahları yok. Arkadaşları götürmüş. Bu PKK ile MİT arasındaki mutabakata göre şimdi biz gaziler de birer savaş suçlusu olarak gösterileceğiz. Bülent Arınç, 12 şehit verince “silahlar vardı, kalabalıktılar” dedi. Silahsız terörist mi olur? Çiçekle mi geliyor bunlar bize? Bize taş bile atsalaar, askere taş bile atsalar suçtur. Eskiden askerin düğmesi kopsa altı aydan başlar diyorlardı, şimdi askere dokunmayanı yargılıyorlar. Geçen günlerde bir üsteğmeni polisler dövdü, dayak yiyene dava açıldı.  
 
Oslo görüşmelerine  bakıyorsun, hükümet kimseden yetki almadan gidiyor ve PKK ile bir anlaşma imzalıyor. İngiliz hükümeti de tutanak tutuyor. Bir devlet terör örgütüyle pazarlık yapabilir mi?
 
Ertan-Olur mu öyle şey. Terör örgütüyle pazarlık yapmak onları muhattap almak demektir. Onlarla kendini aynı kefeye koymaktır. 


 
Gündemi yakından takip ediyorsunuz anladığım kadarıyla gaziler olarak…
 
Zafer-Artık haberleri izlerken o kadar canım sıkılıyor ki takip edemiyorum. Bir asker şehit oluyor kimsenin umrunda değil, iki şehidimiz oluyor kimsenin umrunda değil. Artık psikolojimiz zaten belirli bir sınırda. Çoğumuz  halen bu konuda sağlıklı değiliz. Gülsek de, eğlensek de içimizin bir tarafında bir canavar yatıyor. Kendimi harap edeceğime ben çoğu zaman televizyonu kapatıyorum. Arkadaşlarımızın halini görünce kendimi onun yerine koyuyorum, analarını babalarını görüyorum. O ateş bizim de içimize düştü. Aklımıza geliyor…  
 
Basında çıkıyor 8 şehit, 2 yaralı diye. O yaralı dedikleri biziz işte. Kolumuz, bacağımız yok. Yaşıyoruz ama nasıl yaşıyoruz. Sohbete başlamadan önce sigara ikram ettin söyledim. İçimde organ yok. Çoğumuzun içinde organ yok. Vursak tok tok ses gelir. Böbreğimiz, dalağımız yok. Karaciğerimiz parçalanmış. Biz misafirperveriz. Kurşun böbreğe girmiş, dalağa almasak olmaz. Sonra karaciğer içerde isyan başlatır bize niye uğramadı diye. Organlarımızın her tarafına bir uğrattık mermiyi.  
 
Siyasetçiler sizin üzerinizden siyaset yapıyorlar. Peki ilgileniyorlar mı sizinle?
 
Benim bir gazi arkadaşım var. Silah arkadaşı yanında şehit olunca şoka giriyor. Vücudunun tamamı felç. Sadece gözleriyle iletişim kurabiliyor. Yıllardır bu durumda. Başka bir arkadaşımız yine yıllardır komada. Gel de bunları yaşa, bunları düşün, bunları gör sonra adamlar gelsin Habur’dan girsin güle oynaya davulla zurnayla, onlar için mahkeme kurulsun. Biz davul zurna da istemiyoruz ama insanlar gelip bir halimizi durumumuzu da sormadılar. Arkadaş senin sıkıntın nedir, ne  haldesin diye sormadı. Beni kimse ziyarete gelmedi. Onların evlerine gidip ağlıyorlar, Başbakan’ın eşi gitti Uludere’de ölenlerin evinde gözyaşı döktü. Benim yanıma gelen olmadı. Şehit evinde ağlayan niye yok. İktidarı da öyle, muhalefeti de…
 
Son yıllarda CHP gidiyor ama şehit evlerine…
 
Ertan-Son iki yıldır Kılıçdaroğlu’nun insiyatifiyle CHP şehit evlerine gidiyor ama CHP’si de, AKP’si  de, MHP’si de aslında şehidini gazisini unutmuş durumda. Ne askerimiz halkı bilinçlendirebildi ne de gelmiş geçmiş hükümetler.. Bugün bir sokağa çıkıyoruz, istemeyerek de olsa bazen ben gaziyim diyorsun. Yüzüne şöyle bir bakıyorlar. Hiç  kimsede bir bilinç, saygı yok. Bunu nasıl oldu da elimizden aldılar, nasıl bu halee geldik diye düşünüyorsun.  
 
On sene önce de böyle miydi bu durum?
 
Zafer-Ben yaralandım yaralanalı böyle. Bakın ben internet cafe açacağım zaman apartmandan muvafakiyet alınması gerekiyordu. Dükkanı tuttuk, hazırladık… Apartmandan muvafakiyet alamadık. Apartmandaki iki üç kişi diğerlerini bana karşı öyle kışkırtmış ki.. Ben maaşla geçinemiyorum. Para kazanmam lazım ama yeni insanlar tanıyıp sosyalleşmem de lazım. Ben orayı içki yuvasına çevirecekmişim.  
 
Oysa biz gazisine, şehidine  sahip çıkan bir milletiz. Ağıtlarımız bile bunun üzerinedir. Peki ne oldu? Ne değişti?
 
Zafer-Gelen hükümetlerin söylemleri ve bu söylemleri halka empoze etmesi halk  içinde bölünme yarattı. Acayip bir hale geldik. Kimse kimseye yardım etmez hale geldi.  
 
Ağabey, burada kalıyorsunuz. Yeni gazi olan arkadaşlarınız da geliyor. Onlarla iletişiminiz nasıl? Bu duruma alışmak mümkün değil  ama sizin bir deneyiminiz var. Onların acıları taze…
 
Zafer-Biz ilk yaralandığımız zaman bizi yönlendiren olmadı. Hem yaşantı açısından hem de haklarımız açısından. Sakatlıkta daha tecrübeli olduğumuz için abilik konumunda destek veriyoruz. İlk yaralanma sırasında hepimizin yaşadığı bir doğal süreç var. İçe kapanıklık, geleceği düşünme tedirginliği… En basitinden tekrar çalışabilecek miyim? Toplum beni nasıl karşılayacak? Evlenebilecek miyim? Yeni yaralananların da bunu yaşadığını biliyoruz. Biz de ağabeylik yapıyoruz. Bunların altından nasıl gelebiliriz. Kimi gün moral vererek, kimi gün dalga geçerek, bazen kulağını çekerek yönlendiriyoruz.  
 
Ertan-Bileğimizi büken şehit ailelerinin yanında olamamamız. Çünkü onların acıları bizi görünce daha da artıyor. Çoğumuz şehit aileleri geldiği zaman, utancımızdan kaçıyoruz. Biz şehit olamadık diye. Oradaki acı çok farklı.  
 
Zafer-Biz komutanlarımıza şunu söylüyoruz; Biz yaralandıktan sonra getirip bizi buraya koyuyorsunuz. Elinizden gelen tüm mücadeleyi veriyorsunuz hayata tutunabilmemiz için. Ama bu yeterli değil. Bizim iyi rehabilite olmamız lazım. Bundan sonraki hayatta bizim hangi sorunlarla karşılaşabileceğimizi bilimsel olarak  bizim önümüze koymanız gerekiyor. Biz fakir ailelerin çocuklarıyız. Kimimiz dağda çobanlık yapıyorduk, kimimizin atölyeleri vardı. Elimize hiçbir zaman yüklü paralar geçmiyordu. Görebildiğimiz en yüksek rütbeli albaydır. Ama şimdi önümüz açılıyor. Genelkurmay Başkanı bile gelip halini hatırını sorabiliyor. Bakanlarla oturup sohbet  ediyorsun. Çocuk nereden nereye geldiğini her açıdan şaşırıyor. Bocalıyor. O bocalama esnasında yanlış şeyler yapabiliyor. Bizim tedavimiz bitti. Artık askerlikle ilişiğimiz yoktur diye kati raporu verdiğin andan itibaren en az altı ay rehabilite  edecek uzman kişilerin yanlarına verin, tedavimiz devam etsin. Bu rehabilitasyon merkezi yeterli değil. Bu çocukların topluma yeniden kazandırılması lazım. Halen benim gazi arkadaşlarım içinde, ben de dahil olmak üzere psikolojik ve ekonomik zorluklar yaşayanlar var.  
 
Bizi rehabilite edin mevzusundan sonra burada psikodestek birimleri kuruldu. Adımlar atıldı ama yeterli değil. Bizler için birşeyler yapılıyor. Bunu inkar etsek günah olur. Ama önce bizi dinlemeleri lazım. Bu sıkıntıları yaşayan biziz. Bize TSK’dan başka sahip çıkan yok. Ama bizi bizden dinleyin.Bunu dernek nezdinde değil, Genelkurmay Başkanı’nın bizleri çağırması lazım. Biz size belki de aklınıza hiç gelmeyen bir şey söyleyebiliriz. Bunu anlatmak istiyoruz.
 
16 yıl oldu. Beş senesi birşeyin farkına varmadan geçti. Kendi çabalarımızla çıktık. Sağolsun annemiz, kardeşlerimiz, babamız yardım etti.  
 
Ailelerinizin de hayatı bir anda değişti.  
 
Şu anda benim ayağım ağrıdığı zaman anneme belli etmemeye çalışmak daha çok canımı yakıyor. Bazen belli etmemek için kendimi o kadar sıkıyorum ki. Ama bazen de bağırıyorum acıdan, dayanmak mümkün olmuyor. Böyle bir durum olduğu zaman annenin, babanın üzüntüsü de giriyor işin içine. Ailem de benimle birlikte 16 senedir gazi.  
 
Bir gününüz nasıl geçiyor burada?
 
Gördüğün gibi… Burada önceki senelere nazaran bu senemiz biraz sporla geçecek. Çok kilo aldım. Askere gitmeden önce çoğumuz hastane yüzü görmeyen insanlardık. Şimdi hastaneden çıkmıyoruz. Hareketsizlikten kilo alıyoruz. Ben 16 yıldır tekerlekli sandalyedeyim. Deniz kenarında yaşıyorum, gidip denize giremiyorum.  
 
Hiç düşünüyor musunuz, bu olay başınıza gelmeseydi hayatınız nasıl olabilirdi?
 
Zafer-Düşünmez olur muyum… Belki bir iş kuracaktım. Belki şu andakinden çok , belki de az kazanacaktım. Belki evlenecektim. Şimdi anneme bacağımdaki ağrıyı belli etmemek için uğraşıyorum. Belki o zaman annem torun sevecekti.  
 
Çoğu evli arkadaşım böyle düşünme diyor. Bazen evleneyim diyorum… Aman oğlum diyorlar. Ama düşünüyorum. Ben şimdi acı çekiyorum. Evlenirsem bu acı eşime de aksedecek. Yan yana yatarken ayağıma ağrı girerse o da huzursuz olacak, o da acı çekecek. Neden başka bir kıza buna yaşatayım. Ama bazen de belki acı çekmem de acımı alır diye düşünüyorum.


 
Sizin vazife malülü olarak haklarınız neler? Başbakanımız sürekli açıklamalar yapıyor gaziler, vazife malülleri ve şehit ailelerine tanınan haklarla ilgili….
 
Zafer- Ablacım ben 1996 yılında yaralandım. Bize bir tazminat verildi ve maaşa bağlandık. 1997’de emekliliğinde aldığım tazminatım ve aylığım dışında bir emekli sandığı karnesi verildi. Bir de dalga geçer gibi trenlerde, otobüslerde ücretsiz seyahat edebilme hakkı. Ama demedi ki kardeşim otobüsüm, trenim, vapurum sana uygun değil. Ben hayatım boyunca hiç otobüse binemedim. Hatta bir gün Mersin’de halk otobüsünü durdurdum. Ben çarşıya ineceğim dedim. Şoför şaşırdı nasıl bindireceğim diye. Kucaklayayım mı diye sordu. Diyelim ki bindim, nasıl ineyim. Kartı göstersem bizde geçerli değil, parayı ver diyorlar. Devlet bana demiş ki sen ücretsiz bineceksin.  
 
Ertan-Ben halkın duyarsızlığını anlarım. Benim için mi gazi oldun, görevini yaparken yaralandın der. Peki ya Başbakan? 19 maddeyi sıralarken ilk saydıkları neydi? Biz gazilere ücretsiz otobüse binme hakkı verdik. Elektrik indirimi yaptık, su indirimi yaptık. Ben öyle utandım ki. Sanki ben dilenciyim. Ne kadar utanç verici bir şey.  
 
Zafer-Onu geç zaten var olan hakları açıkladı. Bir de bizi, bizim adımızı kullanarak başkalarını yararlandırıyorlar.  Herkese kendi hakkını ver ama bizim kapsamımıza alma.  
 
Bu açılımlar hakkında ne düşünüyorsun? Kürt açılımı var mesela…
 
Zafer-Ablacım bize Türk açılımı lazım. Diyarbakır’dan, Hakkari’den biri gelse gayet güzel Ankara’ya, İzmir’e, Antalya’ya hem de en güzel yere yerleşir. Ben gitsem Diyarbakır’a yerleşsem aynı gün önce evimi taşlamakla başlarlar. Tabi o da ev bulabilirsek…  
 
Hüseyin-Apo’ya ev arıyormuşuz Bursa’da dubleks. Yakınlarda bulursanız ben de isterim. On yıldır adamı besliyoruz. Pasifik’te Hollywood yıldızları ufacık adalara milyon dolarlar verip satın alıyor. Burdaki adam bizim binlerce canımızı aldı, bizleri sakat bıraktı. Biz bu adama koca bir adayı tahsis ettik. Adasını verdik, korumasını verdik, internetini verdik, özel doktoru var. Ben kaç yıllık gaziyim, benim özel doktorum yok. Padişahlık sisteminde çeşnicibaşı vardı hani. Bu arkadaş padişah, yemeği yemeden önce çeşnicibaşı şöyle bir tadıyor. Ölmezse Apo yiyor.  
 

Cebimden üç kuruş çıkmadan benim üç öğün yemeğim gelsin, özel doktorum, klimalı odam olsun gideyim ben yatayım orada.  Bu adam binlerce kişinin katili. Bizi bu duruma getiren adam. Herkes hangi standartta, nasıl cezaevinde kalıyorsa bu da aynı kalsın. Ne ayrıcalığı var. Ayrıcalığı çocukları katletmiş olması mı? Bizi sakat bırakmış olması mı?  
 
Bak R tipi cezaevleri açılmaya başlandı. Niye?

Genelkurmay Başkanı’nı, silahlı örgüt kurmaktan içeri atan devlet, bu örgütün içinde kimler var diye araştırdığı zaman kim çıkacak karşısına? Biz.. Güneydoğu’da çarpışmış adamlar. On onbeş yıl sonra, belki daha önce beni yatıracaksın. O yüzden açılıyor R tipi cezaevleri.  
 
Tekerlekli sandalyedesiniz. Otobüslere binemiyoruz dediniz. Sanırım bu yaşamın her alanında böyle…
 
Zafer-Tabi ben bugün gidip bi pazarda pazarcıyla pazarlık yapamıyorum mesela, çamaşırını giyemeyen var tek başına. Kaldırıma çıkamıyoruz. Bilmiyorum belki bu olay bizim de başımıza gelmeseydi tüm bunları biz de farkedemeyecektik. Belki biz de duyarsız olacaktık. Bilemiyorum.  
 
Ertan-Peki sana hiç sadaka veren oldu mu?
 
Zafer-Bana olmadı da birkaç arkadaşımın başına geldi. Biri de sensin işte.  
 
Size sadaka mı verdiler Ertan ağabey?
 
Ertan-Kandil gecelerinden biri, ruhani duygularımız fazlalaşmış zaten. Bir marketteydim. Baktım bir amca çağırdı. Beş lira verdi. Benden mi düştü amca dedim. Yok bugün mübarek gece al şu parayı dedi. Dayı lütfen al parayı dedim. Israr ediyor. Ağlamaya başladım. Bize halkımız iki gözle bakıyor. Özürlü olarak gördüğü zaman paraya muhtaç, gazi olarak baktığı zaman devlet bakıyor…
 
Yav bi de beş lira… Hep aynı. Aralarında anlaştılar mı acaba…  
 
Zafer-Biriyle konuştuğumuz zaman ilk sordukları soru ne kadar maaş alıyorsun. Yav önce bir sor ne yaptım, nasıl yaralandım, nasıl yaşıyorum, ne gibi sorunlarım var….


 
Bir de bu işin bakım yönü var. Çok masraflı olduğunu biliyorum. Arabalar, ilaçlar…
 
Zafer-Ben devlete göre sıradan bir işçiyim çünkü vazife malülüyüm. OHAL’de yaralandım ama çatışmada olmadığı için vazife malülüyüm. Bize bir maaş veriliyor, bir de idrarımı boşaltmam için somnda var onun parasını veriyor. Ben tekerlekli sandalyemi kendim aldım. Annem yaşlı. Tekerlekli sandalye 25 kilo. Belinden rahatsız. Bunun ağırlığı 9 kilo kadar ve 2000 euro. Devlet bana vermiyor bunu. Para biriktirdim kendim aldım. Sırf annem daha fazla acı çekmesin diye. Bakıcı parası alamıyoruz.  
 
Diğer sağlık ödemeleri?
 
Zafer-İlaçları karşılıyor…
 
Ertan-Karşılıyor  ama yüzde alıyor….
 
Türkiye cumhuriyeti 3 bin 4 bin vazife malülünün ihtiyaçlarını karşılayamıyor mu?
 
Ertan-Bak en acısı şu. İnsanın hayata tutunabilmesi için halkla iç içe olması lazım. Yirmi yaşında bir çocuğu limon gibi sıkıp bir kenara koyamazsın. Tekrar topluma kazandırmak için bana iş vermek zorundasın. Sen vazife malülünü özürlü kapsamına alırsan, bu haklardan mahrum bırakırsın. Devlet beni kucakladı, bana iş verdi demek isterim ben. Bak Zafer 37 yaşında evlenmeye korkusu var. Bunda ev geçindirme korkusu da var. Sabahtan akşama kadar evde kalıp eşinle yüz göz olma korkusu da var. Sabah sekizde işbaşı yapıp akşam eve dönse, bu güven gelse, ben normal vatandaş gibi yaşıyorum diyecek ve bir çok sorunu çözümlenecek.  
 
Zafer-Uludere’de ölenlere ev verilmiş diye bir şey duydum. Onlara karşılıksız veriyorsun ama benim gazime Toki’den ev alması için para veriyorsun ve borç olarak veriyorsun. Yani geri alıyor. Ve bunu vazife malülüne de vermiyor. Vazife malülüne iş hakkı vermiyor…  
 
Vazife malülleriyle gaziler arasındaki fark ne? Sonuç olarak siz de devlete hizmet ederken yaralanıyorsunuz…
 
Zafer-Biz ne olursa olsun sülüsümüzü aldığımız günden beri askeriz… Devlete emanetiz. Üniformayı giydikten sonra devlete emanetiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin askeriyiz. Sen bizi ayıramazsın. 


 
Bana devlet “git arkadaşım beni koru” dedi, nöbete gönderdi. Arkadaşımın silahı patladı ve ben görevimi ifa ederken yaralandım. Ben orada nöbet tutuyordum. Ben tutup da birliğin içinde dans ederken düşüp yaralanmadım ki. Ben orada arkadaşımla kavga ederken yaralanmış olsaydım bana hiçbirşey vermeyin. Ama nöbetteyim adam belki terörist zannetti. Ne olduğunu anlamadan düştüm. Kaçakçıya verdiği hakkı bana vermiyor devlet. Bu ne kadar acı bir şey. Bizi ölmeden toprağın altına soktular.  
 
1996’dan beri bana iş verilmiş olsaydı, belki bugün ben al kardeşim bana bu maaşı verme, ihtiyacı olana ver diyecektim ya da bağışlayacaktım.  
 
 
Ertan-Ben yaraladığımda yüz işçim vardı. Yaralandığımda devlet bana ne iş yapıyorsun diye sormadı, ne mezunusun diye sordu.  
 
Yani Suriye’den gelen binlerce insana hergün  ve günde üç defa yemek veren, tüm sağlık ihtiyaçlarını, tüm ihtiyaçlarını karşılayan Türkiye Cumhuriyeti size iş hakkı da vermiyor. Ki tüm bunlar senin benim cebimden kesilip yapılıyor…
 
Ertan-Benim bir arkadaşım var. Komutanı diyor ki al şu boyayı şu duvarı boya. Çocuk düştü felç oldu. Sadece iki parmağı çalışıyor. Bu joyisticli sandaleyeler var. Ancak onu kullanabilir iki parmakla. 7 bin euro. Bizim bunlar 2 bin euro’dan başlıyor 15 bine kadar çıkıyor. Devlet bunu kullanabilir mi, kullanamaz mı bakmadan diyor ki biz sandalyeye 700 TL öderiz. Şimdi 300 TL’ye indirdiler. Gerisini kendimiz ödüyoruz.
 

300 liraya normal sandalye alamıyorsun mobilya mağazasından…
 
Ertan-Bu adam devlete boya yaparken düştü. Sonuç olarak o da asker, o da hizmet ediyor. Sen buna bakamıyor musun devlet olarak. Dediğin gibi Suriye’den gelenlerin herşeyini ödüyorsun. Kendi gazine, vazife malülüne bakamıyorsun. Sen bana 1100 TL maaş veriyorsan utanç içinde yaşaman lazım…
 
Sohbete gelecek hafta devam edeceğiz ama bugün için söylemek istediğiniz son bir şey var mı?
 
Zafer-Türkiye Cumhuriyeti bizim özlük haklarımızı veremeyecek bir ülke değil. Biz otobüse bindiğimiz andan itibaren hepimiz askeriz. Üç dört maddeyle olacak iş değil. Başbakan zaten yürürlükte olan maddeleri yeni yapmış gibi açıklıyor. Biz kendi özlük haklarımızı istiyoruz. Vazife malülü ve gazilerin ayrılmamasını istiyoruz. Ve herkese kendi hakkı verilsin. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gazilere şehitlere en fazla hakkı biz verdik deniyor.  
 
Başbakan buraya geldi, rahmetli Rauf Denktaş’ı ziyarete. Konuşmaya başladık. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en fazla yasayı şehitlere gazilere biz çıkarttık dedi. Benim ağzımdan tam ‘vazife’ diye bir şey çıktı. Vazife malüllerinin haklarından bahsedecektim.  Daha ben cümleye başlamadan “Ohooo gazileri bitti, harp malülleri bitti sıra size mi geldi kardeşim” dedi çekti gitti. Bunu diyen Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı. Daha ben ne konuşayım ki….

 

[email protected]

https://twitter.com/#!/denizbcakir