“Öcalan Sendromu”

“Öcalan Sendromu”
27 Ekim 2011 09:56

Kasketli dört adam köy kahvesinde okey oynuyordu, biraz ara verip haberler özetlerini dinlediler. Öğretmenlikten emekli olanı, sol eliyle taşları kararken konuşmaya başladı: “ABD,  Libya liderini ülkesinde öldürttü. Bu eşkıya devlete kimse “dur” diyemiyor.


 


 Devlet başkanlarının bile  kendi ülkelerinde  can güvenliği yok! Her ülkede ABD ile işbirliği yapmaya ne kadar da hevesli adamı varmış. Kaddafi, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında, Türkiye’ye karşı konan ambargoyu delen tek dünya lideriydi. ABD’ye rağmen, bizim için en kritik bir anda Türk ordusuna petrol vermişti. Ücretini de istemedi. Kendi halkını 42 yıldır dikta rejimi ile yönetiyormuş, bize ne! Sanki biz demokrasi ile yönetiliyoruz. Kaddafi bu jesti yüzünden, Türk halkı tarafından her zaman sevilmiştir…


 


Diktatördür doğru ama aynı zamanda da antiemperyalisttir. Bu özelliğinden sonra Türk müteahhitlerinin Libya’da aldığı işlerden ve Türkiye’den Libya’ya götürdükleri işçilerin memnuniyetinden söz etmeye gerek yok. Bu ülkenin meşru rejimini dışarıdan müdahale ederek yıkmaya çalışan ABD’nin, yanında neden yer aldık, anlamak mümkün değil. ABD el koyacağı Kuzey Afrika petrollerinden sanki bize pay mı verecek? Böyle bir şeyin sözünü verseler de, en zor zamanımızda  yanımızda yer alan bir ülkeye bu yapılır mı? Başbakanımızın Kaddafi muhaliflerine para yardımı yapması, Dışişleri  Bakanımızın mitinglerinde konuşması  hiç yakışık aldı mı? Yarın benzer şeyleri başka bir devlet bize karşı yaparsa, ona söyleyecek sözümüz mü kalır? ABD kaynaklarından PKK’nın son saldırısının ardında Suriye’nin olduğunu yayılıyor. Buna asla inanmıyorum. Bizi Suriye’ye saldırtmak için ortam hazırladıkları belli oluyor. Ne var ki,  yayılmaya çalışılan söylenti çok da mantıksız değil…  Bu iktidar Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini ne hale getirdi. Yazık!..


 


 Çok fazla geriye gitmeye gerek yok,  ABD’nin  terörist ilan ettiği  El-Kaide Lideri Bin Ladin’i,  Afganistan’da düzenlediği bir operasyonla öldürmedi mi? ABD düşman ilan ettiği “teröristleri” yakaladıktan sonra yargılamıyor.  Doğrudan infaz ediyor! Çıkarlarını gözetmeyen devlet başkanlarını da terörist ilan edebiliyor!.. Irak’ta Saddam’ın başına gelenleri unutmadık. Bir zamanlar, ABD’nin has adamı olan Saddam’a, hiç bir zaman demokrasiye geçmesi için tavsiyede bulunmamışlar… Tam aksini yapmışlardır. Daha sonra da “Saddamın elinde kimyasal silahlar var” yalanını, demokrasinin yokluğuna ekleyip, üzerine çullandılar. Irak’taki Kürtler, ABD ile işbirliğine balıklama atlamış!.. Bizdekiler de kulaklarını okyanus ötesine çevirip uyuyorlar! ABD desteği ile kukla bir devlet kuracaklarmış! Bu macera politikalar yürütülürken kan gövdeyi götürdü. Sonuçta iki milyona yakın Iraklı öldü ve ABD şirketleri Irak petrollerine el koydular… Bu kirli savaş sırasında ABD’nin elindeki geleneksel silahların tümü paraya çevrilmiş oldu!.. Silahları sattılar!..  Bizim derdimiz neydi?Tezkereyi geçirmek için üstümüzü başımızı paraladık. Irak halkı ile boşuna yere düşman kaldık!..  ABD’nin kontrolünde yürütülen bütün bu haksız savaşları dünya kamuoyu bir tiyatro oyunu gibi izliyor. ABD’nin yanında olmaktan insan, insanlığından utanıyor!..”  dedi…


 


 Köy ihtiyar heyetinin en yaşlı üyesi araya girip: ”Hatırlıyor musunuz, rahmetli Ecevit bir konuşmasında;’ABD Apo’yu yakaladıktan sonra bize neden verdi anlamış değilim’ demişti. Apo bizim için bir terör örgütünün lideridir. Hatta ABD dahi terör örgütleri listesine PKK/ KADEK’i ilave etmiştir. Bu adamlar, kendileri için terörist ilan ettikleri kişileri sorgusuz, yargısız infaz ederken, bizimkinin can güvenliğini garanti altına alarak teslim ettiler. Hatta o tarihlerde yürürlükte olan idam cezasını da sırf bu caniyi asmayalım diye kaldırttılar bize. AB yasalarına  uyum vs hikayedir… AB muktesebatına uyum için idam cezasına kadar daha nice  aykırılıklar var. Onların hiç biri için aceleleri yok nedense!.. Ne olur ne olmaz diye ABD,  Apo’nun can güvenliğini şansa bırakmamış! Ona bir ada tahsis edilmesini sağladıktan sonra, 35 bin kişinin ölümünden sorumlu olan bu bölücü başının, 10 bin metreye kadar üzerinden uçma yasağı koydurmayı da ihmal etmemiştir!.. Kendi teröristlerini olay yerinde öldüren ABD, bizim teröristimize gözü gibi bakılması için yeteri kadar personel görevlendirmemizi de istemişler!..  İmralı’da adeta arı beyi gibi bakıyoruz bebeklerimizin katiline, ona arkadaş bile gönderiyoruz!.. MİT Müsteşarı’nı ayağına kadar gönderip müzakere yapıyoruz!.. Bu şekilde onu Kürtlerin tartışılmaz ve alternatifsiz  lideri yaptık!.. Bu devleti yönetecek akıllı adamları ne zaman seçeceğiz?” dedi…


 Emekli öğretmen yeniden sözü


 alıp:”Arkadaşlar, Kürtlerde feodal ilişkiler halen geçerlidir. Görünüşe aldanmayalım. Görmüyor musunuz seçimlerde bazı ağalar, sadece kendi marabalarının oyları ile milletvekili seçilebiliyor. Ağa-maraba ilişkisini kırmak öyle kolay değil. Cumhuriyet tarihi boyunca gelmiş geçmiş hükümetler, toprak reformuna başlayamadılar bile. Feodal ağalar, bir şekilde siyasetteki etkin yerlerini her zaman alabildiler.  Ağa-maraba ilişkisi,  Kürtlere özgü siyasetin belirleyicisidir. Bu gerçeği hiç bir zaman akıldan çıkarmayalım. Örneğin, BDP ile PKK ilişkisine bakalım, o da böyledir. En ağırlıklı gibi gözüken Kürt siyasetçiler bile, önemli her konuda muhatap olarak Apo ağayı gösteriyor? Bu tutum aynı zamanda aralarındaki feodal ilişkiyi daha da pekiştirip geçerli hale getiriyor… Bu nedenle Kürtleri dışarıdan yönetmek ve yönlendirmek öyle kolay değildir. Kürtleri bir tek Apo gibi acımasız bir katil yönetebilir! Sırası geldiğinde, onları  tüyler ürpertici şekilde cezalandırarak öldüren bu katile, Kürtler bugün adeta tapıyorlar… Korkunun yarattığı iman düzeyindeki bu bağlılığı, okumuş yazmış Kürtler dahi  bir türlü  terk edemiyor…  Rehinelerin kendilerini rehin alana aşık olması anlamına gelen “Stokholm Sendromu” (1) dahi,   Kürtlerin durumunu tarif etmeye yetmiyor.  Onlarınkine “Öcalan Sendromu” diyelim. Apo, Kürtlerin önemli bir bölümünün düşünsel dünyasını rehin almıştır. Apo’ya rağmen düşünmek neredeyse o coğrafyada yasaklanmıştır!.. Bütün tiranların, seçimlerde yüzde yüze yaklaşan oranda oy almaları da bu nedenle olsa gerekir. Yoksa, kimse verdikleri oyun rengini bilemez…  Sözün özü, feodal toplumlarda tiranlara tapılır!.. Dolayısıyla Apo gibi bir cani, feodal Kürtlere lider olarak biçilmiş bir kaftandır. ABD bu gerçeği biliyor.  Adres olarak sürekli onun gösterilmesi, yerini başkası doldurmasın diyedir… Emperyalistler, onu bugünler için 40 yılda yetiştirdiler. Bu nedenle önemlidir ve ondan kolay kolay vazgeçemezler!..


 


 Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında kurulması düşünülen kukla “Kürt Devleti”nin kurucu lideri olarak,   Apo’dan yapması beklenen  daha çok işler vardır!  Apo’nun Talabani veya Barzani’den aşağı kalır yanı nedir? Feodal Kürtleri, ancak Apo gibi katil bir tiran yönetebilir… Emperyalistler gerekli gördüklerinde,  feodaliteyi yine onunla yıkabilirler! Bir an için kukla “Kürt Devleti”nin kurulduğunu ve başında Apo’nun bulunduğunu düşünelim. “Ağaların elindeki toprakları topraksız köylülere dağıtıyorum” dediğinde, hangi aşiret ona karşı çıkıp, onunla baş edebilecek? Emin olun, aynı gün Apo’nun tunçtan heykelini dikerler ve altına “özgürlük savaşçısı babamızdır” diye yazarlar!..


 


 Bu nedenlerle Apo’nun can güvenliği Türkiye’ye emanet edilmiştir. Rahmetli Ecevit’in o vakitler bir türlü anlam veremediği, teslimin neden bize yapıldığı hususu, şimdi  daha anlaşılır hale gelmiştir. “Malı hırsıza teslim etmek”  gibi bir uygulama yani. Biliyorsunuz bu önlem, hırsızlığa karşı en güvenli olanıdır… Apo’nun durumu da onun gibi düşünülmelidir!..” diyerek, çay paralarını ödemek için elini cebine attı. O gün de bozukluğu yoktu. Cüzdanına elini uzattı, her zamanki gibi kağıt parası da kalmamıştı. Garsona  dönüp, “Oğlum bu son zamlar biz emeklileri bayağı bir “güncelledi”, oyunun çayları bendedir, emekli maaşımı almaya az kaldı!”  diyerek, çıkıp gitti!..


 


Av. Cemil Can


 



DİPNOT:



(1) 1973 yılında stockholm’deki başarısız bir soygun girişimi sonucu ortaya çıkmıştır.
Kreditbanken isimli bir bankayı soymaya kalkan soyguncular, kuşatılınca bankada bulunan 4 kişiyi rehin almışlar ve altı gün boyunca direnmişlerdir. Altıncı günü sonunda, polis operasyon yaptı. Operasyon sırasında rehineler kurtarılmaya aktif olarak direnmişlerdi. Daha sonra ise soyguncular aleyhine tanıklık etmeye de yanaşmadılar. Hatta para toplayıp, onların savunmalarına yardımcı da olmuşlardı.Bu olaydan sonra  “Stokholm Sendromu”   psikolojide benzer rehine-rehinci olaylarındaki yakınlaşmaları tanımlamak için kullanılan bir deyim haline gelmişti.


 


 


Yazarın Son Yazıları:
‘Bağımsızlık’ mı ‘hırsızlık’ mı?!..
Devletin ‘özel’i olmaz!..
‘Cesaret ödülü’nün bedeli!..